Adına “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi” denilen, başkanlık rejimi yürümüyor. Bu net! Rejim dökülüyor. Başarısızlık eğitimden devlet mimarisine, sağlıktan dış politikaya, ekonomiden milli savunmaya, hukuktan sosyal güvenliğe kadar neredeyse her alanda bir iflasa dönüşmek üzere.
Açarsam; ekonomik kriz önlenemez bir şekilde derinleşiyor. Ülke ekonomisi üretim ve katma değer yaratma kapasitesini kaybediyor. Nitelikli insan gücü daralıyor. Eğitimin dinselleştirilmesi, Türkiye’yi giderek kıytırık bir Ortadoğu emirliğine, yıldızı sönen bir hurma devletine çeviriyor. Türkiye, Cumhuriyet devrimi ile çıkmaya çalıştığı ve bir ölçüde başardığı Sünni İslam dünyasının içinde kaldığı Ortaçağa geri dönüyor.
İktidar, giderek yıkıcı bir karakter kazanan Covid-19 salgınıyla mücadelede başarısız. Halka her alanda yalan söyleniyor. Hile, pusu, kumpas ve takiye ile kurulmaya çalışılan dinci rejim, yalan ve sahte başarı öyküleriyle sürdürülmeye çalışılıyor. Ancak, ganimet ekonomisinde para tükendiği için yalanı sürdürmek de zor oluyor. Rant dağıtım enstürmanlarını elde tutmak, bir tür çıkar koalisyonu olan AKP iç örgütlenmesinde de artık eskisi kadar işe yaramıyor.
Cumhuriyeti yıkan ve fakat kendi rejimini kurmakta başarısız olan (kuruluşu tamamlayamayan) siyasal İslamcı kadro, milliyetçi-faşizan hareketin desteğine karşın ülkeyi yönetme yeteneğini de hızla kaybediyor. Özellikle liberaller ve görece eğitimli dinci kesimlerle yolların ayrılmasından sonra, insan kaynakları daha da daralan ve yoksullaşan Erdoğan-AKP yönetimi bir çıkış arıyor.
***
Erdoğan’ın son virajda yaslandığı Bahçeli-MHP ekibi, bir soğuk savaş dönemi refleksiyle yeni derin devlet yapılanmasını ele geçirmek ve ülke kaderinde daha etkin bir rol oynamaktan başka amaç gütmüyor. Ancak, MHP liderliği yanılıyor. Çünkü, başta ekonomik kriz olmak üzere, her düzleme yayılan yıkıcı iflasın sonuçlarının sadece Erdoğan yönetimini etkileyeceğini sanıyor.
Erdoğan yönetimi giderek bir açmaza sürüklendiğinin farkında… İktidarını sürdürmek ve rejim inşasını tamamlamak için çare arıyor. Ancak, bunu gerçekleştirmesi artık çok zor görünüyor. Çünkü, AKP’yi iktidara getiren bütün iç ve dış dinamikler dramatik şekilde değişmiş bulunuyor.
İktidarının ilk yıllarında ülke içinde eksik olan iktidar kudretini, Batı ve ABD’ye yaslanarak kapatma politikası izleyen Erdoğan-AKP yönetimi, kendi ajandasını uygulamaya başladıktan sonra (düşük yoğunluklu da olsa İslami bir rejim kurmak) bu desteği yitirmiş görünüyor. Aynı politikayı Rusya’ya yaslanarak sürdürme siyaseti ise Ortadoğu’daki ihvancı-mezhepçi ideolojik saplantılar nedeniyle bir iflasa dönüşüyor.
Bütün dünyada ideolojik, siyasal ve kültürel bakımdan yüz kızartıcı bir iflas yaşayan, adeta tarih öncesine ait siyasal İslamcılığın Türkiye’de başarılı olması için bir neden bulunmuyor. ABD ve AB, dolayısıyla bir ölçüde NATO, “öngörülemez, tutarsız ve iki yüzlü” gördükleri AKP iktidarına ve onun yönettiği Türkiye’ye karşı bir yaptırımlar dalgası başlatmaya hazırlanıyor. Kendi ellleriyle iktidara getirdikleri ve bütün kirli işlerini gördürdükleri bir hareketi artık istemiyorlar.
***
Büyük Ortadoğu ve ılımlı İslamcılık projelerinin çöktüğünü, ABD hegemonyasının bütün dünyada gerilmeye başladığını, güç mücadelesinin Asya-Pasifik hattına kaydığını ve Batının artık yeni bir küresel ilişkiler doktrini geliştirmeye çalıştığını kavrayamayan, “ulusalcı yetmez ama evetçiler” ise bu durumdan beyhude bir anti-emperyalizm çıkarmaya çalışıyor. Bu olmayınca, ortaya traji-komik, hatta melo-dramatik bir tablo çıkıyor.
Bugün ülkede yaşanan siyasal gerilimin kaynağını bu kriz ve başarısızlık oluşturuyor. Durum böyle olunca, iktidar bütün koşulları zorluyor, giderek daha baskıcı bir karakter kazanıyor. Adeta toplumun boğazını sıkıyor. Ülke bunalıyor.
Erdoğan, bir çıkış arıyor. Bir yandan “hukukta reform” ve “AB üyeliğine hazırız, yerimiz Avrupa” der ve bu yönde kamuoyunda karşılıksız umutlar yaratırken, diğer yandan da adeta bir tür “cihad” ilan ediyor!
Kime karşı?
Merkez sağdan sola kadar, yani AKP’nin Cumhuriyet’i yıkıp yerine dinci-faşizan bir düzen kurma girişimine itiraz eden bütün toplum kesimlerine karşı.. Onları siyasette, medyada, toplumsal muhalefet alanlarında (sendikalar, demokratik kitle ve meslek örgütleri) temsil eden herkese karşı..
***
İşte tam bu tarihsel kavşakta karanlık bir kaos planından söz ediliyor. Yandaş ve Fethullahçı gazeteciler arasında başlayan ve kamuoyunun başlangıçta dikkatini çekmeyen bir tartışma, bu kaos planın ip uçlarını veriyor.
Benim geçen hafta tam dört gün boyunca TELE1’deki programlarda gündeme getirdiğim bu kaos planını ciddiye almak gerekli. Benim kamuoyunun dikkatini çekmemden sonra, CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu da “tehdidin ciddi” olduğunu söyledi. Eski bakan Fikri Sağlar da BirGün gazetesindeki bir yazısında tehdide değindi ve öneminin altını çizdi.
YAZININ TAMAMI