İktidarı seçimle bırakıp bırakmayacaklarının kolay bir yanıtı yok. Ama gönderilebilir. Bunun için de cesaret, daha fazla cesaret gerekir.
Türkiye, ülkeye “çöken” siyasal İslamcı hareketten nasıl kurtulacağının yolunu arıyor. Erdoğan-AKP yönetiminin zamanında ya da erken bir seçimle gidip gitmeyeceğini anlamaya çalışıyor. Toplumun çok geniş bir kesimi, siyasal ve tarihsel ömrünü dolduran AKP iktidarından, “kazasız belasız” kurtulup kurtulamayacağını merak ediyor. Günümüzün en önemli tartışması budur.
Yanıtı aranan soru ise basit; AKP seçimle gider mi? Aslında yanıt da basit, ama önce ülke nasıl bir tarihsel dönemden geçiyor, ana hatlarıyla ona bakalım.
Bütün ekonomik, siyasal, uluslararası, toplumsal ve kültürel göstergeler AKP iktidarının sonuna gelindiğini ortaya koyuyor. Ancak AKP iktidarı bırakmak istemiyor. Oysa siyasal İslamcı hareketin iktidara gelmesini sağlayan bütün iç ve dış dinamikler radikal şekilde değişmiş durumda. Dünyada yüz kızartıcı bir iflas yaşayan siyasal İslam’ın, Türkiye’de başarılı olması ve iktidarını sürdürmesi için bir neden bulunmuyor. Batının radikal İslamcı akım ve hareketleri etkisizleştirmek için bir dönem izlediği ve fakat insanlığa maliyeti çok ağır olan ılımlı İslam projesi de terk edildi.
Diğer taraftan, AKP iktidarı, rejim değişikliğini tamamlayabilmiş değil. Modern cumhuriyeti (ondan geriye ne kaldıysa) yıkmasına karşın, kendi rejimini kurmaya gücü yetmedi. Bir önceki çağın değerler dünyasına yaslanan, fantastik dinci hedeflerine bağnazca sarılan, gerçeklikten kopmuş, bilimi ideolojik önyargılarına feda eden bir hareketin başarılı olması mümkün de değildi. Sonuç olarak 70 yılı aşkın bir gerici karşı devrim sürecinin sonunda Cumhuriyeti yıkmasına yıktılar, ama yeni bir rejim kurmak için görgüleri, bilgileri, müktesapları, tarihsel dayanakları ve insan kaynakları yetmedi.
***
Kasaba yobazlığı ve Arap gericiliğinin ideolojisi haline gelen, akıl ve bilim kapısını kapatan Emevi İslamı’nı temsil eden AKP iktidarı, dinciliği yeni bir sermaye birikim yöntemi olarak kullandı. Uzun yıllar iktidarın ve servetin kenarında kalan güçlere yaslandı. Bu kesimlerin sözcüsü olarak büyük sermaye çevreleriyle başlangıçta uzlaşan AKP, sonuçta kendi rejimini kurmak için bir yağma ekonomisi yarattı, uzlaşmayı bozdu. İhvancı ve Osmanlıcı dış politika macerası hüsranla sonuçlanarak Türkiye’yi uluslararası ilişkilerde çıkmaz bir yola soktu.
Ülkeyi kafirlerden ele geçirilmiş bir ganimet alanı olarak gören bu zihniyet dünyası, yolsuzlukları meşrulaştıran vicdan dışı bir ahlak oluşturdu. Kutsal dava için her yolu meşru gören bir ahlaktı, “şimdi sıra bizde” diyen bir saldırganlık haliydi.
AKP iktidarı ve bu iktidara tutunan kesimler sürekli suç işledi. Biriktirdikleri servetin kaynağını ve nedenini açıklayamayan yeni bir sınıf oluştu. İktidardaki siyasal kadroyla bütünleşen bu yeni ve rüküş sınıf, ülkede oligarşik bir siyasal-toplumsal piramit oluşturdu. Bu kesim iktidarı kaybettikleri taktirde bir daha böyle bir tarihsel fırsatı yakalayamayacaklarının farkında. Daha önemlisi, bir hesap sorma dalgasının altında kalarak ezileceklerini ve bütün kazanımlarını yitireceklerini de görüyor ve bu olasılığı engellemeye çalışıyorlar.
İşte bu durum bir iktidar kilitlenmesi yarattı. Dolayısıyla, Erdoğan-AKP kliği iktidarı bırakmamak için ellerinden geleni yapacaktır. Öyle ki, bu oligarşinin gerekirse masayı devirebileceğini öngörmek gerekiyor. Çünkü -inanılmaz gibi görünse de-Türkiye’yi kendilerine ait fethedilmiş bir “mülk” olarak görüyorlar. Referansları ise sadece kutsal metinler ve bu metinlerin mesajını kendilerinin temsil ettiğine inanıyorlar. Böyle bir saçmalık olmaz diyeceklere, 1930’lar Almanya’sını örnek göstermek yeter sanırım. Marx’ın, Hegel’in, Kant’ın ülkesinden Hitler’in çıkacağına kim inanırdı?
Devamını okumak için
tıklayın.