Başlıktaki ‘No Nukes’ aslında 1980 yapımı bir belgesel ve konser filminin adıdır. ‘Güvenli Enerji İçin Müzisyenler’ kolektifinin öncülüğünde yapılmış, nükleer santrallerin tehlikelerine ait sahneler de içeren ve anti-nükleer hareketin çoban ateşlerinden biri olan bir film. Film afişi de aşağıda. Bu filmin adı daha sonra popüler bir savsöz haline de geldi. Bu girişi yapmamızın nedeni geçtiğimiz günlerde yapılan ‘Akkuyu Nükleer (seçim) Gösterisi! ENERJİ SIKINTIMIZ – YETERSİZLİĞİMİZ – VAR MI? Hayır yok! Bu konuda nükleer enerji kara sevdasına düşmemiş, HES sektöründen nasiplenme ağına takılmamış birçok demokratik kitle örgütü (Elektrik Mühendisleri Odası –EMO- gibi) ya da ilgili uzmanlar (Ünal Erdoğan gibi) bu konuları yıllarca yazdılar, çizdiler. Meraklısı ilgili kaynaklardan ayrıntılı okumalar yapabilir. SORUN NEREDE? Sorun iki noktada toplanıyor. Enerji sektöründe özelleştirme ve enerji verimliliği (kısa ve hatta ilgili yasa adıyla ENVER) sorunsalı. Enerji bir kamu hizmeti olmasına karşın özelleştirilmiş ve sektörün yapısı üretim-dağıtım zincirinde gerek ekonomik, gerek toplumsal ve gerekse de ekolojik eşdeyişle bütünsel ETE akılcılığının dışına çıkmıştır. Enerji yönetiminde toplumcu düşünce temelli bir ETE akılcılığı izlenmesi gerektiği çok açıktır. Nükleer enerji satıcılarının bilim dışı savlarına kanmamışsak, arada bal tutan parmağını da yalar tuzağına düşmemişsek tabii! Enerji sektörünün aynı sağlık ve eğitim gibi bir kamu malı / hizmeti niteliğinde görülmesi gerekir. Özel elektrik şirketlerine kamudan kaynak aktarım mekanizmalarına (sabit fiyat garantileri, kapasite mekanizması gibi) son verilmelidir. Hatta bu iş maalesef yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanımı için tasarımlanan YEKDEM uygulamasında da aynen oldu! Bu amaçla dağıtılan KİT’ler toparlanmalı, gerekiyorsa yeniden yapılandırılmalıdır. Özel sektörün zarar ettirip, kamuya devrettiği bir şirketin zarardan kurtarılma döneminin Mali İşler ve İK Genel Müdür Yardımcılığı (Asil Çelik!) yapmış biri olarak savlıyorum bunu! Kurulmaya başlanan enerji kooperatifleri ile de dizge desteklenirse yeme de yanında yat! İlgili bakanlıklarca yapılan enerji gereksinimi ve istemi kestirimlerinin yanlışlarını EMO açıkça  sıralamıştır. İşin bir de enerji isteminin gereksiz yere uyarılması gibi feci bir yanı da vardır. Özeleştirme ile gelen bir başka sıkıntı da yenilenebilir enerjiye (sadece yüzde 3 pay dolayında kullandığımız güneş enerjisi gibi) yeterli kaynak ayrılmaması! Hangi birisini saymalı? Temel’in ABD’de çevre yoluna ters girince gördüğü arabalara “hangi birisi hangi birisi dediği” gibi! Sorunun ikinci bacağı enerji verimliliğinde. Ülkemizde en temiz enerjinin ENVER olduğu ortadayken, yüzde 50’nin üstünde enerji tasarrufu olanağı bulunmaktayken, enerji kayıp ve kaçaklarında dünyanın 1. Ligine girerken (Avrupa ortalaması yüzde 5 iken bizde maşallah yüzde 15 yahu!) dibi delik kovaya su doldurmak akıl işi mi Umay Ana aşkına? Ülkemizin enerji gereksinmesinin yalnızca yüzde 25’ini yerli kaynaklardan sağladığı, yüzde 75 oranında dışa bağımlı olduğu bilinen bir gerçektir. Elektrik üretiminde de dışa bağımlılık yüzde 50 dolayında! Toplam dışalımımız içinde yüzde 23’ü enerji dışalımı bre! Bir yandan da fosil yakıtlar tükeniyor. Bu bağlamda ENVER’in ekonomiye, topluma ve ekolojiye katkısı büyük olacaktır. Bu konuda yazdığım ve EMO web sitesine de konulan bir yazıya gözatmanızı salık veririm (bkz. https://www.emo.org.tr/genel/bizden_detay.php?kod=116842) NÜKLEER KARA SEVDASI Dünyada birincil enerji kaynakları içinde nükleer enerjinin payı istatistiklere göre yüzde 5 dolayında. Bizde de bir payı olsun isteniyor. Eko-toplumculuğa uzak duran (etnisite odaklı hareketleri konumuz dışı tutuyorum) ortodoks solun da bir kısmı bu kara sevda trenindeki bir vagona binmeyi yeğliyorlar. Nükleer enerji santralına sahip olunca nükleer silaha sahip olunacağı sanılgısıyla kimi ulusalcılar da bu trenin bir başka vagonuna biniyorlar, oysa ki bu konuları nükleer konusunda uzman Prof. Dr. Tolga Yarman gayet güzel ve defalarca açıklığa kavuşturdu. Hemen söyleyelim nükleer enerji ucuz değildir. Ucuz olduğu sanılgısı kimi (ekonomik, toplumsal ve ekolojik) maliyetlerin hesaplara dahil edilmemesinden kaynaklanıyor. Bir finans hocası ve mali müşavir olarak söylüyorum bunu. Güya nükleer güç ile elde edilen 1 kWh nükleer enerjinin maliyeti yalnızca 1,7 cent imiş. (Kömürdeki 2 cent, gazdaki 7 cent ile karşılaştırılınca haliyle yüksek gözüküyor!). Biz söylediğimizde değeri daha düşük oluyor. Elin oğlu/kızı söyleyince daha bir değerli oluyor. Aziz Nesin bu ülkeye ‘yurtdışından girilir’ diye bir espri yapmıştı bir konuşmasında. Gerçekten de krize ait Prof.Dr. Korkut Boratav bir şey söyleyince değeri olmuyor, bizim burjuvazi ciddiye almıyor, tırışkadan bir Amerikalı Profesör söyleyince bizim burjuvazi ve basın hemen ciddiye alıyor. Yeni Ekonomi Vakfı’nın ”Serap ve Vaha : Küresel Isınma Çağında Erke Seçenekleri” adlı raporunda (bkz. Dipnot 1) nükleer gücün maliyetinin hemen hemen üç kat daha az değerlendirildiği sonucuna varılmış. Elbette gerçek maliyetler hesaba katılırsa! Ne gibi? Reaktörün çevre kirlenmesi maliyeti, kazalara ait maliyetler (Akkuyu NGS’nin fay hattına kurulmasından dolayı ek riski de anımsayalım), sigorta maliyetleri (sigorta Almanya’da bile yok, kim yapar ki?) vb. bir dizi maliyetler! Nükleer santrallerin maliyeti bu maliyetler hariç kWh başına 155 dolar, oysa ki bu rakam güneşte 40 dolar! Akkuyu NGS’de santral arazisi ve limanı dahil yapım, mülkiyet ve işletmesi Rusya Federasyonu’na ait. Üstelik uzun süreli ve yüksek fiyatlı alım garantisi verilmiş. Herhangi bir teknoloji transferi söz konusu değil! Kaza halinde santral sahibi ve işletmecisinin maddi tazminat sorumluluğu çok sınırlanmış (Fukuşima kazasında bu sorumluluk oranı binde ya da onbinde oranlarıyla ifade ediliyor). Nükleer atıkların bertaraf edilmesi de ülkemize ait. Aziz Nesin’in kazık öyküsü gibi bir kazık da Sinop’tan gelirse yedik Ankara armudunu! Mahmut Demirbaş’ın nükleer enerjide maliyet ve fiyat ilişkisi konusundaki (değerler tam güncel olmasa da, fikir verici) kapsamlı çalışmasını incelemenizi salık veririm. (bkz. Dipnot 2). Nükleer enerji temiz değildir! Karşılıksız kalan çok soru var: Akkuyu’da kullanılmış yakıt çubuklarının akıbeti ne olacak belirsiz, bunların saklanacağı yer yok iyi mi! Yani atık sorunu! Riskin sıfırlanamaması eleştirimize trafik kazası riskini örnek veren kara sevdalılara Çernobil’i incelemelerini salık veririm. Ortaya çıkan atıkların yaşam döngüsü 30 bin yıl iyi mi! Ortaya çıkan reaktörleri soğutma için kullanılacak bol miktarda su gereksinmesinin yerel su kaynakları üzerindeki etkisi de hesaba katılmayanlardan! Nükleer enerjinin toplumsal (sağlık başta olmak üzere) maliyetleri de yüksektir! Yakın tarihten örnekler verelim. Çernobil ve Fukuşima kazalarından sonra çıkan toplumsal maliyetlere ne demeli? Önce fiziksel kayıplar : Kaç kişi öldü, kaç kişi sakat kaldı, kaç kişi sakat doğdu, daha kaç kişi sakat doğacak? Bunların maliyeti ne? Oralardan göçmek zorunda kalan insanlar yeni yerleşimlerde bulunurken hangi maliyetlere katlanacak? Oraların temizlenmesi için kaç para harcanacak? Sonra bu işin sosyo-psikolojik maliyetleri! Bu kazadan dolayı insanların bozulan sosyo-psikolojik durumlarının kendilerine, işlerine ve sosyal yapıya etkilerini nasıl ölçülecek ve maliyetleri ne? Bu risk algısı nedeniyle ortaya çıkan sosyal etkiler nasıl ölçülecek ve bunun sosyo-ekonomik yaşam maliyetleri nasıl ölçülecek. Yeter gayri dediğiniz duyar gibiyim. Bu konuda ‘bu iş nasıl hesaplanıyor?’ diyen meraklısına bir kaynak da önerelim : A. Huhtala ve P. Remes’in ‘Nükleer enerjinin sosyal maliyetlerini nicelikselleştirmek’ başlıklı  çalışmaları (bkz. Dipnot 3). Bu NGS’lerin toplam (ETE) maliyetleri hesaplanamayacak derecede uçuk desek siz de ‘atma Recep!’mi dersiniz. Güzel bir tartışma için Helen Caldicott’un yazısına bakılabilir (bkz. Dipnot 4). SONSÖZ “İklimi değil, sistemi değiştir” savsözüne benzer biçimde enerjiyi değil sistemi değiştir savsözünü gündeme getirmemiz gerekir. Kapitalizmin gereksinimlere değil, istek yapıcıların oluşturduğu artırılmış yapay isteklere dayalı anlayışıyla ortaya çıkan tüketim manyaklığı ya da E. Frommgil deyişle sahip olarak mutlu olma sarmalına – tuzağına- düşmüş toplumsal yapıyla maalesef ÇIKIŞ YOK (No way out filmini izlediniz mi, izleyin derim)!  Toplumcu perspektifle kamucu ETE bazında bir enerji dizgesi lazım ama hemen lazım! Aynı Ezginin Günlüğü’nün seslendirdiği kantodaki gibi (bkz. Dipnot 5) Dipnot (1): https://neweconomics.org/uploads/files/499da5343bfc196c07_fgm6bv6av.pdf Dipnot(2): https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/618795 Dipnot (3): https://www.sciencedirect.com/science/article/abs/pii/S0301421517301374?via%3Dihub) Dipnot (4): H. Caldicott: ‘Nükleer erkenin gerçek ekonomik maliyeti’, Bilim ve Gelecek Dergisi, Sayı 124 (Haziran 2014), ss.66-73. Dipnot (5): https://www.youtube.com/watch?v=OCIDCq5RM2I