13 Temmuz 2013’te yitirdiğimiz hocamızı anmak vefa borcumuz kuşkusuz! Bunun bir başka önemi de günümüzde ekonomiye hâlâ ışık tutuyor olmasıdır. Onun çalışma ekonomisi konusundaki gerek akademik gerek uygulamadaki çalışmaları yaygınca bilinir. Biz bu yazıda onu fazlaca ele alınmayan iki yapıtıyla analım: Özyönetim ve Yeni Ortaçağ.
ÖZYÖNETİM
Işıklı
“Kuramlar Boyunca Özyönetim ve Yugoslavya Deneyi” adıyla bir eser yazmış (Telgrafhane yayınları, 2022), sonra da “Yugoslavya Örneği” başlıklı makalesiyle (Kuvayi Milliye dergisi, Mayıs 1999 sayısı) ek açılım getirmiş konuya. Işıklı’dan yararlanarak soruna girelim.
Yugoslav resmi tezine göre, özyönetim, öngördüğü ileri bir aşamada kurulacak olan özgür üreticilerin birliği fikrinin ilk somut tezahürüydü.
1950’de Yugoslavya’nın uygulamalarına başladığı özyönetimin fikir ve isim babası olan Milovan Cilas, Tito’nun yakın silah arkadaşı olup, devletin kurulmasından sonra da sağ kolu olarak yönetimde yer almıştır. Cilas’ın sosyalist ülkelerde kapitalist sınıfın yerini almış bir sınıf olarak gördüğü parti ve hükümet bürokrasisine karşı, “Yeni Sınıf” ismini taşıyan kitabındaki eleştiriler özyönetim fikrine güç katıyordu. Ama bu eleştiriler zamanla, Yugoslav yönetimi tarafından Batılı kapitalistlere hizmet edici nitelikte görülerek, kendisi tasfiye edilmişti.
Yugoslavya’nın uluslararası sermayeye açılması, özyönetim sayesinde sağlanması düşünülen demokratikleşme sürecine gölge düşürmüş ve giderek sözde kalmasına neden olmuştur.
Otoriter merkeziyetçiliğin sakıncalarından sıyrılmak için atılan adımların, bu defa başka birtakım sakıncaları beraberinde getirmeye başladığı görüldü. Merkezi kontrolden boşalan alanlar halkın katılımcı kontrolü yerine, yabancı tekellerle bağlantılı yerli tekelci odakların kontrolüne girmekteydi. Pazar sosyalizmi olarak nitelendirilen bu uygulama, Yugoslavya’yı uluslararası sermaye ve uluslararası pazarla içiçe bir konuma getirdi.
1980’de Tito’nun ölümünün ardından giderek artan ekonomik bunalım ve etnik çekişme ve çatışmalarla Yugoslavya 1990’dan başlayarak adım adım bölündü.
Özyönetim deneyinden günümüzde yararlanılacak çok malzeme olduğu konusunda toplumcuların çoğunluğu hemfikirdir.
YENİ ORTAÇAĞ
Işıklı’nın Yeni Ortaçağ adlı kitabı (İmge kitabevi, 2009, 2.Baskı) gerçekten çok aydınlatıcıdır. Işıklı’dan yararlanarak soruna girelim.
İçinde bulunduğumuz dönemin geçmiş ortaçağ ile çok belirgin benzerlikleri var. Bu nedenledir ki yeni bir ortaçağa ayak bastığımızı söylemek, bir hayli gerçekçi görünüyor. Geçmiş ortaçağ, MS 5-15 yüzyıllar arasında yer almıştı. Yeni ortaçağ ise 1990’lı yılların başında Washington’un yeni dünya düzeni söyleminin dünyanın gündemine oturmasıyla birlikte başlamıştır.
Geçmiş ortaçağ esas olarak Avrupa ile ilgili olmakla birlikte, Türk ve İslam dünyasına karşı yapılan Haçlı Seferleri de bu çağa damgasını vurmuş olayların başında gelir. Yeni bir ortaçağdan söz edilmesinin nedeni günümüzdeki emperyalist işgal ve istila olaylarının, geçmişin Haçlı Seferleri’ni anımsatmasıdır. Medeniyetler çatışması gibi safsatalarla petrol yataklarını yağmalamak için Hristiyanlık dini istismar edilmektedir. Yeni ortaçağa özgü çağdaş Haçlı Seferleri sona erecek gibi de görünmemektedir. Yeni ortaçağda hüküm süren vahşet, yalnızca askeri operasyonlarla sınırlı kalmıyor, sosyal adaletsizlik ve yoksullukla da ekonomik düzlemde de derinleşiyor.
Açlık, salgın hastalık, su yokluğu ya da sefaletten kaynaklanan nedenlerle oluşan yerel anlaşmazlıklar sonucu her yıl, İkinci Dünya Savaşı’nda altı yılda ölenlerden daha fazla kadın, çocuk ve erkek ölüyor. Üçüncü Dünya ülkeleri için Üçüncü Dünya Savaşı çoktan başlamış durumdadır. Yeni ortaçağda ‘yoksulluğa karşı savaş’ ilkesi yerini ‘yoksullara karşı savaş’ ilkesine bırakmıştır.
Ahlaki açıdan ortaçağdaki barbarlık ile çağımızdaki arasındaki tek fark çağdaş orduların tahrip gücünün daha büyük olmasıdır.
SONSÖZ
Işıklı durum saptamasıyla yetinmeyip,
‘Bir Başka İktisat’ diye kitap yazarak alternatif de gösterdi. Ayrıca sevgideğer Işıklı
Halkçı İktisat adıyla TV izlencesi hazırlayarak güncel sorunlara ilişkin çözümlere de ışık tutmaya da çalışmıştı. Kimilerince solda görülen dilbilimci Noam Chomsky ile polemikleri içeren ‘Kumarhane Kapitalizmi’ adlı eser de bu yazıda odaklandığımız iki eserle oldukça ilişkilidir, salık veririm.
O’nun anılarını okumak isterseniz ‘Gün Doğmadan’ kitabı yeri dolmayacak bir aydının toplumsal tarih öyküsü gibidir. Işıklar içinde uyusun IŞIKLI.
SONSÖZ
Sonsözü O’na bırakmak uygun olacaktır: “Her şeye rağmen insanlık görme yeteneğini yitirmiş değildir. Bu nedenledir ki umut elbette ki her zaman olmuştur ve olacaktır.”