Hepimiz bir öykünün içine doğarız. Kimimiz iyi birer anlatıcı kimimiz iyi birer dinleyici olmakla övünürüz. Oysa her birimize ilk olarak öğretilen ve koşulsuz başarı beklenen asli görev iyi birer ‘susucu’ olmamızdır. Susmak ailedeki ilk görevdir. Evin içinde olan evin içinde kalmalıdır. Sükut altındır. Nitekim tüm coğrafya ezelden susmakla tembihlidir.
Her ailenin sırları vardır. Saraydan tut mahalleye kadar anne baba ve çocuk varsa geçmişin taşınması gereken sırları ve ‘sır’ zırhına kuşanmış hayaletleri vardır. Büyük ya da küçük, korkunç ya da komik. Sır sırdır. Ve kendi içinde büyük bir ciddiyeti vardır. Her ciddiyet kadar rahatsız edici ve sıkıcıdır. Söylenemez olandır. Ve bütün gücünü de o sessiz ve kara derinliğinden alır. Çünkü söylendiğinde artık sır olmaktan çıkacaktır. Bunun nesi mi kötüdür? Hemen söyleyeyim ‘geride bıraktığı’ kötüdür. Çünkü bir sırrın ‘failleri’ vardır. Açığa çıkarlar. Ve böylece büyü bozulur. Artık o aile o büyü ile devam etmez. Edemez. Yani sanmayın ki, ailenizdeki bütün sırları öğrendiniz. Ne dedik, sır her daim zırh kuşanmıştır.
Bundan sebep aile sırları vardır bundan sebep devlet sırları vardır. Aileler de devletler de varlıklarını bu ‘sırlara’ borçlulardır. Anne baba ve çocuk asla üç kişi değildir. İleri gidelim, bir yetişkin asla tek kişi değildir. Çünkü kendinden önceki anne ve babanın üşüşen hortlaklarını en iyi ihtimalle çocukluk korkusunu taşır. Çocuklar sırlardan korkarlar. Belki bir ‘sır ‘olmaktan korkarlar.
Nereden mi çıktı bu bahis? Cici anne, cici baba ve cici devlet üçlemesinden. Yani Berkun Oya’nın şahane filmi Cici’den. Almanya’da ırkçılığa mazur kalmış bir babanın, ‘baba olmaktan’ anladığı şiddet üzerine kurulu bir aile dramı. İzlemeyenlerin keyfini kaçırmamak için fazla ipucu vermeyeceğim. Babalar bazen oğullarının ‘çocukluklarını’ ‘gençliklerini’ ve hatta ‘hayatlarını’ kıskanırlar. Cici filmindeki baba karakteri de kendi yazgısını paylaşan çobanla kendi oğlu arasındaki didişmede ‘kendi öyküsünü’ seçiyor. Ve oğluna akranına zorbalık yapar gibi şiddet uyguluyor. Senaryonun, romanın ya da öykünün kısaca hayatlarımızın çok afili bir konusu olması gerekmiyor. Yani çoğu insanın hayatı çok ağır travmalarla geçmiyor. Lakin herkesin travması kendine. İşte Cici’deki cici oğlanın da travması kendince köklü. Kadınlığı annesinin yazgısından gece ağlama seslerinden öğrenen ablanın da ve dünyadan bir haber küçük oğlan Yusuf’un da.
Cici filmi bir ailenin ruhsal mezarını açıyor. Yan yana yatan ruhların adeta hortlamasıyla dile gelen ‘hani Z kuşağı mı ne’ diye paylanan hadsiz bir ergenin cesaretiyle ‘sır’ söze dökülüyor. Öyle değil midir, ergenlikte düşülür sırların peşine. Bolca zaman da vardır cesaret de. Ama yetişkin susulsun ister. Aman ağzımızın tadı bozulmasın, der. Ne kadar sessizlik o kadar dirlik düzen. Ve devamlılık. Aile de ilelebet yaşar, devlet de. Ama insan yaşamaz. İnsan ölür. Hatta bazen ayakta ölür.
Nur Sürer’in müthiş oyunculuğuyla o sırrı, on yıllar boyunca bedenine gömülü kurşun gibi taşıyan annenin ölümü de ayakta gerçekleşir. O artık geçmiştedir. Yani bir nevi sırlar diyarında. Torununun akranı, oyun arkadaşı Cici hemşire, suretinin sırrını aynada gördükçe dehşete düşer. Yarım yamalak varlığı artık aile mezarlığında gömülüdür. ‘Sır’ da artık ailenin geri kalanlarının bedenine saplanmış kurşundur. Hasılı cici ailelerin cici sırlara ihtiyacı vardır. İlelebet payidar kalmanın başka yolu yoktur. Filmin adı Cici efendim.