100 yıl sonra dönüp baktığımızda, eğer 23 Nisan 1920’de “Kurucu Meclis” toplanamasaymış, 29 Ekim 1923’de cumhuriyeti ilan etmek ve Türkiye Cumhuriyeti’ni kurmak belki de imkansız olabilirmiş!
100 yıl sonra dönüp baktığımızda, İstanbul’un işgal altında olduğu, padişahın ve onun hükumetinin emperyalistlerle işbirliği yaptığı, Kurtuluş Savaşı’nı başlatan Mustafa Kemal ve arkadaşları hakkında idam fermanlarının yayınlandığı, padişaha karşı gelmenin “vatana ihanet” anlamına geldiği bir ortamda, temsil kabiliyeti çok yüksek bir
“kurucu meclisi” toplamak, ülkeyi işgalden kurtarmak, bağımsızlığı sağlamak ve hilafeti cumhuriyete dönüştürmek kolay bir iş değildi!
Mustafa Kemal yalnızca, öngörüsü güçlü, siyasi ve fiziki risk alma cesareti olan, kararlılığı yüksek bir lider değil, aynı zamanda o değişimi muhalefete rağmen topladığı meclis üzerinden yapan önemli bir siyasi aktördü. Onun Cumhuriyet öngörüsünün bugün bile geçerliliğini korumasının arka planında Kurucu Meclis vardır!
Bu nedenle bugün bile dönüp 23 Nisan 1920 meclisini yakından incelemek gerekir. O koşullarda Türkiye Cumhuriyeti’nin gördüğü göreceği temsil kabiliyeti en yüksek bu “kurucu meclis” aslında o dönemin de, bu dönemin de Anadolu’sunun doğrudan resmidir!
Her ilden (Liva’dan) 5 temsilcinin, Meclisi Mebusan temsilcileri ile harmanlandığı o günkü adıyla “Büyük Millet Meclisi” olan meclisin açılışına ancak 115 milletvekili yetişmiş olsa da, daha sonra bu sayı 380’e kadar çıkmıştır. 380 milletvekilinin “% 44’ü hükümetten, % 56’sı da halk tabakasından” oluşmuştur. 115 memurun olduğu mecliste, resmi kayıtlara geçtiği şekliyle, Sünni ve Alevi din adamlarının da içinde birlikte yer aldığı 69 “sarıklı hoca ve tarikat şeyhi” vardır. Ayrıca 51 asker, 46 çiftçi, 37 tüccar, 29 avukat, 15 doktor ve 10 aşiret reisi ağa vardır.
Kurucu Meclis üzerinden şekillenen ve “Yüzyılın Öngörüsü” diyebileceğimiz o öngörü, kul yerine yurttaşı, ümmet yerine milleti, hurafe yerine bilimi, hilafet yerine cumhuriyeti, Düyun–u Umumiye ve ekonomik bağımlılık yerine planlı ekonomiyi ve kamucu üretimi öne çıkarıyordu.
Yüzyılın öngörüsü, gökyüzündeki tanrıyı yeryüzüne indiriyor, egemenliği kayıtsız şartsız milletin yapıyordu.
Bu yüzden, bağımsızlık kadar Osmanlı saltanatının kaldırılması, İslami hilafetin sonlandırılması ve 23 Nisan’ın öncelikle, Hakimiyet-i Milliye yani
“Milli Hakimiye Bayramı” olarak kutlanmaya başlaması tesadüf değildir!
“Milli Hakimiye Bayramı” anlayışının ülkenin geleceği çocuklara daha iyi anlatabilmesi için bayram 1927 yılında çocuklarla bütünleştirilmiştir. Çocuklarla bütünleştirilen bu bayram,
“laf olsun” düzeyinin ötesine geçmiş,
“Her çocuğa müsavi gıda, sıhhat ve hayat isteriz” talebinden
“Her çocuğa mektep isteme” talebine adar uzanan geniş bir talepler bütünlüğü olarak öne çıkmıştır…
ASIL DÖNÜŞTÜRÜCÜ OLAN DEVRİMCİLİKTİR!
Yüzyılın öngörüsü için, cumhuriyetçilik, halkçılık, ulusalcılık, hatta kamuculuk gibi özellikler sıralansa da onu değiştirici ve dönüştürücü kılan laik ve devrimci olmasıydı!
Onca gerici saldırının, yok etme girişiminin, önemsizleştirme çabasının içinden çıkıp bu öngörünün 100 yılı geride bırakarak bugüne gelmesinde öngörünün devrimci karakteri hep önemli bir rol oynamıştır!
27 Mayıs Anayasası’nın ruhunda, 1960-80 arasındaki “kalkınma planlarında”, 68 gençlik eylemlerindeki anti-emperyalizm ve bağımsızlık vurgularında bu yana hep belirleyici olmuştur. Bu özelliklerinden dolayı meclisin 100.yılı olan 23 Nisan 2023 önemlidir!
Yüz yıl önce Anadolu’nun bütün renklerini, etnik ve dini kimliklerini bir araya getiren, kuldan yurttaş, ümmetten vatandaş yaratan anlayış bugün koca ülkeyi, karantina koşullarında bile yeniden kula ve ümmete zorlamakta, birleşmeyi değil, ayrışmayı ve kutuplaşmayı öne çıkarmaktadır. Uyuşturucu tacirlerinin serbest bırakılması, gazetecilerin ve siyasilerin cezaevinde kalması da, CHP belediyelerinin ekmek dağıtımını bile engelleme çabaları bu anlayışın sonucudur…
Salgına karşı etkin mücadele için de, salgın sonrası yaşanacak büyük sosyal ve ekonomik yıkımlardan çıkabilmek için de, “Kurucu Meclisin” yüzüncü yılında fiili olarak tasfiye edilmiş meclis gerçekliğiyle eğer yüzleşmeye cesaret edebilirsek söyleyeceğimiz bellidir:
Türkiye’nin yeni bir Kurucu Meclis’e ve demokratik bir parlamenter sistem üzerine şekillenecek yeni bir Kurucu Anayasa’ya ihtiyacı var!