2004 bahar ayları… İyi eğitim almış, devlet hafızasına sahip diplomatların ‘monşer’ diye aşağılandığı günler… Dubai’de önemli projeler üstlenmiş bir şirketin basın toplantısına gitmiştim. Kritik dış temsilciliklerde görev almış emekli bir ‘monşer’ büyükelçi de masadaydı. Birleşik Arap Emirlikleri’nde vatandaşlık almanın güçlüklerinden söz etmişti biri. Emekli büyükelçi dünyada en zor alınan vatandaşlıklardan birinin Türk vatandaşlığı olduğunu söyleyince şaşırmıştık. Kolaylıkla Amerika, İngiltere, Almanya, Fransa vatandaşı olunabiliyordu da neden Türkiye’den vatandaşlık almak çok güçtü? Çok mu değerliydi Türk vatandaşlığı? Emekli büyükelçi 80 yıllık cumhuriyetin çok zor kurulduğunu, önemli bir bağımsızlık mücadelesi verildiğini hatırlatıp şöyle demişti: “Hâlâ toprak talebi yapılan bir ülkedir Türkiye. Sınırlarını tartışırlar. Bir harita çıkar Hatay, Suriye’dedir. Bir harita çıkar Kürdistan kurulmuştur ve Güneydoğu Anadolu içindedir. Bir harita çıkar Doğu Anadolu, Ermenistan’a katılmıştır. Karadeniz’de Pontus diyen çıkar. Yunanistan, Türkiye karasularındaki adalara, kayalıklara bayrak diker. Böyle bir ülkenin demografik yapısını korumamak yıkım getirir. Kim ki aksini yapıyordur vatana ihanet ediyordur.” Emekli büyükelçinin sözlerini hiç unutmadım. Kıymetli olduğumuzdan değil, mecburiyetten… Ülkeyi tek parça halinde tutabilme mecburiyetinden… Sonra pek çok gelişme oldu Türkiye’de ve çevresinde. Suriye sınırında mayınlar temizlendi. Yabancılara gayrimenkul satışının önü açıldı. Suriye’de iç savaş çıktı. Milyonlarca Suriyeli, Türkiye’ye sığındı. Türk vatandaşlığı parayla satılır hale geldi. Sadece 250.000 dolar tutarında gayrimenkul alanlara bile vatandaşlık verildi. Parayla vatandaşlık almak mümkün hale geldi. Avrupa’ya vizesiz gideceğiz vaadiyle imzalanan Geri Kabul Anlaşması’yla, Yunanistan’a giden düzensiz göçmenler Türkiye’ye geri iade edilmeye başlandı (Amacı Türkiye’de kalmak olmayan, Avrupa gitmek isteyenleri bile Türkiye’de zorla tutuyoruz). Bayramda ülkesini ziyaret etmek isteyen Suriyelilere, geri dönemezler diye izin verilmedi. İran sınırında mayınlar temizlendi. Ermenistan sınırında yine benzer hareketlilik…

***

Suriye’den başka Irak, İran, Afganistan, Pakistan ve Afrika ülkelerinden gelen gelene… Yürüyerek sınırları geçiyorlar. Kamyon kasalarından inip şehirlere dağılıyorlar. Çantasını kapan hiçbir engelle karşılaşmadan soluğu Türkiye’de alıyor. Türkiye’de kaç göçmen, kaç sığınmacı, kaç kaçak var? Sayılarını kimse bilmiyor. Bilemez de! Sayıldıklarını, sayılabileceklerini düşünen var mı? Bu kadar çok düzensiz göçmen girişi ancak yeni keşfedilmiş bir kıtada yaşanabilirdi. Büyük şehirlerde, kasabalarda, hatta mahallelerde ve köylerde öylesine bir kaos yaşanıyor ki… Çıkan olaylarda ve çatışmalarda emniyet güçleri öylesine yetersiz kalıyor ki… Ya da emniyet güçleri, sabah 05.00’te rantsal dönüşüm için bir mahalleyi ablukaya aldıklarından meşguller; gelemiyorlar. Sokaklar kanunsuzluğun dilini konuşuyor. Vahşi vahşi Doğu! ‘Vahşi Batı’nın ne demek olduğunu ilk öğrendiğimde ilginç bulmuştum. Amerika kıtaları, doğu kıyılarına yanaşan gemilerle işgal edilmiş, topraklar yerlilerin elinden alınmıştı. Uzak batı bölgelerinde ise topraklar hâlâ Amerikan yerlilerine aitti. Fakat yıllar içinde ABD, bu toprakları ya kabilelerden satın aldı ya da ilhak etti. Doğu kıyılarına gelen göçmenler 19. yüzyılın ikinci yarısında itibaren bu topraklara yerleştiriliyordu. Hem Amerikan yerlileri saldırılarını sürdürdüğü hem de güvenlik güçleri yetersiz kaldığı için bölgede suç oranı çok yüksekti. Kanunsuzluk öylesine yaygındı ki her güçlü kendi kuralını koyuyordu. Yerlilerin saldırıları ancak 20. yüzyılın başlarında durdurulabildi, devlet otoritesi kurulabildi de batı, vahşiliğinden (kanunsuzluk ve kaostan) arınabildi.

***

Kimilerinin “Türkiye’yi biraz Araplaştıracağız” söylemleri göz göre göre gerçekleşiyor. Amerikan yerlileri gibi kendi ellerimizle topraklarımızı satıyoruz. Birdenbire ikamet adreslerimizde yabancılar olduğunu fark ediyoruz. E-Devlet’ten isim değiştirmek mümkün hale gelince vatandaşlık verilen yabancılar Türk isimlerine kolaylıkla geçebiliyor. Türkiye’ye o kadar çok yabancı geldi ki AB, ABD ve Birleşik Krallık; Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarına vize vermez oldu. “Bunlar daha iyi günler” diyen uzmanlar iklim göçlerinin kapıda olduğunu söylüyorlar. Önümüzdeki yıllarda Afrika, Ortadoğu ve Asya’dan milyonlarca insanın Türkiye üzerinden Avrupa ve Kuzey Amerika’ya göçü bekleniyor. Neden göçüyor bu insanlar? Ya ülkelerinde savaş/terör var ya Taliban gibi korkunç bir rejimle yönetiliyorlar… Ya ağır yoksulluk altında eziliyorlar ya suları/tuvaletleri yok… Ya iklim yaşamlarını sürdürmeye izin vermiyor. Avrupa, sınırlarını korumakta bu kadar hassas da Türkiye neden onlar kadar hassas olamıyor? Bütün bu gelişmelerin yanı sıra Rusya’nın Ukrayna’yı işgali Avrupa’da sağ siyaseti yükseltiyor. Sınır güvenliği artırılıyor, yabancılar/göçmenler nefret objesine dönüşüyor. Türkiye’nin bir süre tampon olması da Avrupa’yı kurtarmaya yetmeyecek. Eşitliğin olmadığı, sosyal adaletin sağlanmadığı, gelir dağılımındaki adaletsizliğin giderilmediği, çevre ve iklim faktörlerinin dikkate alınmadığı bir dünyada kimseye huzur bulamayacak gibi görünüyor. https://tele1.com.tr/olumlerden-olum-siddetlerden-siddet-begen-711534/