Merdan Yanardağ’ın hapisten çıkalı beri anlattıklarını içselleştiriyorum:
Haksız ve hukuksuz olarak hapiste yatanların trajedilerini anlatıyor...
Yüreğinin sürekli olarak kanadığını, içeridekileri unutamadığını, özgürlüğünün tadına varamadığını vurguluyor.
Onu çok iyi anlıyorum.
İçerdekilerin, tek gıdalarının “umut” olduğunu, ülkedeki, Demokrasi, özgürlük, eşitlik ve adalet savaşımının sona ereceğinden kaygılandıklarını, kendilerine yapılan haksızlık ve hukuksuzların unutulmasından, bu haksızlık ve hukuksuzlukların kanıksanmasından çekindiklerini ama her şeye karşın, özgürlük, eşitlik ve adalet mücadelelerini sürdürdüklerini fark ediyorum.
***
Hem içerideki hem dışarıdaki okurlarım için, “DİREN” diyorum:
Umutsuzluğa kapılma; DİREN!
Özgürlük için, eşitlik için, adalet için, DİREN!
İnsan için, insanlık için, DİREN!
Yurdun için, yurttaşın için, DİREN!
Kendin için, sevdiklerin için, DİREN!
Bugün değilse, yarın, yarın değilse, öbür gün ama bir gün, mutlaka kazanacaksın!
Çünkü insanlığın da ülkenin de özgürlük, eşitlik, adalet arayışı sonsuza kadar sürecektir!
***
“Bireylerin de toplumların da en büyük düşmanı umutsuzluktur.
Umutsuzluk, bir insanın, bir toplumun yaşama güdüsünü yok eder.
Umutsuzlukların en kötüsü ise aydınların umutsuzluğudur...
...Türkiye karanlık bir süreç içinde gittikçe demokrasiden uzaklaşıyor...
Üstelik bu süreç, sonu görülen askeri dikta dönemleri gibi bir süreç de değil...
Sonu açık, ne zaman biteceği belli değil...
Bu nedenle de umutsuzluğa kapılanların sayısı her geçen gün artıyor.
Doğaldır...
İnsanlar karamsarlığa kapılabilir...
Ama özellikle çağına ve toplumuna eleştirel gözle bakma zorunda olan aydınların umutsuzluğa kapılmalarını kabul etmek olanaklı değildir:
Çünkü bizatihi aydınların varlığı bile her toplum için bir umut kapısıdır...
Aydınlığa, bilime, insana, demokrasiye, hukuka, insan haklarına, özgürlüklere yönelen aydınlar varlıklarıyla bir topluma umut verir, ışık tutarlar!”
***
Umutsuzluğa kapılan ve yanlış yola sapan aydınlara en güzel örnek, dönekler değildir...
Çünkü onlar zaten güce tapan ve bu nedenle de hiçbir zaman gerçek aydın olamamış olan, şaklabanlardır.
Umutsuzluğa kapılan ve yanlış yola sapan aydınlara en güzel örnek Stefan Zweig’dır.
Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra, kendisini Avrupa barışına, Avrupa’nın birliğine, Avrupa kültürüne, Avrupa’nın gelişmesine adamış olan Zweig, Nazi diktatörlüğünün bir çılgınlık dalgası halinde Avrupa’yı kana buladığı ve tüm insanlığı tehdit ettiği 1942 yılında, sığındığı Brezilya’da, eşiyle birlikte intihar etmiştir:
Nazilerin yenilgisinden ve dünyanın bu beladan kurtulmasından sadece üç yıl önce!
***
Umudunu yitirmeseydi...
İntihar etmeseydi...
DİRENSEYDİ...
Hitler’in yenildiğini ve intihar ettiğini, savaşın bittiğini, Avrupa’da diktatörlükleri önlemek için Anayasa Mahkemelerinin kurulduğunu, Demokrasi’nin yerleştiğini, hep özlediği Avrupa Birliği’nin temellerinin atıldığını...
HAYALLERİNİN VE UMUTLARININ ZAFERE ULAŞTIĞINI GÖRECEKTİ!