1992 TRT Yılbaşı gecesi. Dişleri aralıklı, küpeli ve komik komik dans eden bir çocuk. Kıl Oldum Abi diyerek aslına bakarsanız ebeveynleri ‘kıl’ etmeyi becermişti. Bu nasıl bir şarkıydı. Argo, yüzeysel, uygunsuz yani Tarkan’ın bol bol duyacağı homurtular henüz başını ekrandan uzattığı anda yükselmeye başlamıştı. Üstelik o dönem parlayan yaşıtları gayet makul, iyi aile çocukları, sağlam müzik eğitimi alma şansları olmuş falan.
Fakat Tarkan tuhaf bir çocuk. İnsanı hakikaten ‘kıl’ eden bir tarafı da var ancak insanın içine işleyen bir tarafı da. Kayıtsız kalamazdınız. Ki kalamadık da. Kim ne derse desin Tarkan star doğmuştu. Şahane şarkı yazıp şahane şarkı söylemesiyle mi ilgiliydi starlık, sanmıyorum. Dünyada starlığın bedelini ödemiş hepimizin bildiği isimlere bakıyorum. Sanki kasırgada ayakta kalmak gibi. Etrafındaki her şey çökerken toza buluta karışırken sen gülümsemeye ve her şeye rağmen gülümsemeye devam ediyorsun. Ne tuhaf değil mi birini star yapmak için ‘sahici bir öykü arıyoruz’; starlığına devam etmesi için de her fırsatta ‘sahiciliğini’ sınıyoruz. Yani biz ‘star’ları aslında çiğ çiğ yiyoruz. En yakın örneği içimizde yara Amy Winehouse.
Fakat Tarkan tabiri caizse bize kendini çiğ çiğ yedirtmedi. Hatta finalde, alın kardeşim starlığınız da sizin olsun ikonluğunuz da sizin olsun. Ben benim işinize gelirse, dedi kesti attı. Ne hin bir sözcük değil mi ‘skandal’. Hatta Türkiye’nin kelli felli gazetecisi canlı yayında kendisine cinsel yönelimini sorarak büyük bir gazetecilik olayına imza atmıştı(!) O zamanlar 20 yaşında. Hepimiz ekran başında iğrenmiştik. Çünkü ‘sana neydi’ cevabı. Tarkan’ın çektiği bununla mı sınırlı kaldı; elbette hayır. Tarkan kendiliğine, özel alanına, dünya görüşüne karşı her daim saldırı altındaydı. Skandal avcısı medya peşindeydi. İşin ilginç yanı Tarkan buna alışıktı. Yani bu adam her türlü ‘öldü bitti’ lakırdılarından sonra ‘biri beni mi çağırdı’ deyip sahnenin perdesinden o tatlı gülüşüyle herkese öpücük yolluyor ve şarkılarıyla ortalığı ateşe veriyordu. Türkiye Tarkan için çıldırıyordu. Onun seyircisiyle arasındaki bağ ‘kan bağı’ gibiydi.
Çünkü Tarkan iflah olmaz bir savaşçıydı. Öyle doğmuş. Defalarca ölümden dönmüş ekmek kavgasıyla erkenden tanışmış ergenliğinden itibaren ‘kendini bulma’ savaşında bir adım geri atmamış bir adam. Bazen bir küpe inadı bazen uzun saç… Tarkan tüm Türkiye’nin önünde en ağır ergenlik sınavlarından birini verdi. Sırtında göçmenlik kamburu, babayla ağır didişmeler, akran şiddetinin en saldırgan biçimleri. Hani starlık dedik ya illa ki sonu kötü biten bir film olmak zorunda değil. Türkiye bu romantik cilveli delikanlıyı daima bağrına bastı. Sahicilik dedik ya. Bir starda olması gereken naiflik, havailik, hadi bana bir yalan uydur da beraber inanalım arzusu. Hepsi vardı onda. Tarkan linç edilirken de uykusuz geceler onu çökertirken de ‘nasıl olur da eve dönerim’ derdinden sebep belki de hayatının en zor günlerini geçirmişti.
Tarkan bir göçmen çocuğuydu. Evin yuvanın ne demek olduğunu en iyi o bilirdi. Ait olamamak her lokmanın bir dik bakışla boğazına dizildiği o yabancılık. Tarkan hep evine döndü. Evinin ağacını ormanını ve evlatlarını önemsedi. Saklanmadı, utanmadı evine sahip çıktı. Ve ne kadar ihtiyacımız varmış onun ev sahipliğine bakın. İzmir’de kucaklaştık. Umutlandık. Geçcek bugünler dedik. Mutluluktan gözlerimiz yaşardı.
30 yıl önce bize ‘kıl oldum’ diye seslenen temiz yüzlü o asi ergenle, 2022 ‘de canımız İzmir’in kurtuluşunun 100. yılını kutladık. Son söz; ergenlerimizin kıymetini bilelim hor görmeyelim. Bakın Tarkan olup ‘evlerine’ sahip çıkıyorlar. Adını kalbimize bir kez daha yazdık Tarkan…