Olağanüstü bir gelişme yaşanmazsa Cumhurbaşkanı Erdoğan
14 Şubat Sevgililer Günü’nde Mısır’a giderek Rabia işaretiyle en büyük düşman ilan ettiği Sisi ile buluşacak. Sisi;
Erdoğan’ın çok sevdiği İslamcı Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi’yi Haziran 2013’de devirmiş ve Ankara’nın ‘Arap Baharı’ ile ilgili planlarını bozmuştu. Suudi Arabistan, BAE ve Bahreyn’in Haziran 2017’de Katar’la kavga etmesi ve Mısır’ın bu üç ülkeye destek vermesi Erdoğan’ın Sisi’ye yönelik söylem ve davranışlarında daha da sertleşmesine neden oldu.
Ocak 2021’de ABD’nin telkin ve talimatıyla kavgalılar kendi aralarında barışınca Cumhurbaşkanı Erdoğan da BAE, Suudi Arabistan ve Mısır liderleriyle ilgili söylediği tüm sözleri unutarak hepsiyle yeniden dost oldu ya da olmaya çalışıyor. Bu çabanın bir parçası olarak
Erdoğan; 14 Şubat 2022’de yani yine bir Sevgililer Günü’nde Abu Dabi’ye giderek Süleyman Soylu’nun ‘15 Temmuz darbesinin finansörüdür’ dediği Muhammed Bin Zayid’in konuğu oldu. Gazze olayları olmazsaydı belki de Erdoğan önümüzdeki yılın Sevgililer Günü’nde İsrail’e gidip Netanyahu ile ‘iki ülke arasındaki ticaret hacmini üç beş katına çıkarmanın çarelerini’ konuşacaktı. Ama ne yapılırsa yapılsın Türkiye-İsrail ilişkileri Türkiye’nin Rusya ile olan ilişikileri düzeyine çıkamaz ve
Pazartesi Ankara’ya gelmesi beklenen Başkan Putin bu ilişikileri her konuda ve her alanda çok daha ileri noktalara taşımanın olanaklarını Erdoğan’la konuşacak.
İki liderin konuşacağı çok konu var…
Kafkaslar, Orta Asya, Karadeniz, Akdeniz, Boğazlar, NATO, Suriye, Filistin ve genel olarak Ortadoğu .
Erdoğan’ın Sisi ile konuşacağı konular arasında Türk askerinin bulunduğu Libya, Suriye ve Irak’la birlikte Filistin ve genel olarak Ortadoğu’nun tüm sorunları bulunmaktadır.
Erdoğan’nın önce Putin bir gün sonra da gideceği Abu Dabi’de Muhammed Bin Zayed ve bir gün sonra Kahire’de Sisi ile görüşmesi ve son yılların hatalarını tekrarlamaması durumunda Ankara’nın bölgesel ve uluslararası rolünü yeniden canlandırabilir. Doğru adım ve kararlarla Ankara; yeni politikasıyla sonuç alabilirse önce bölge sonra da dünya barışına katkı sağlayabilir. Ama bunun için Erdoğan böyle bir barışı öncelikle kendi ülkesinde sağlamalıdır.
Örneğin Muhammed Bin Zayid, Sisi ve Muhammed Bin Selman’ın ‘İslamcılara verdiğin desteğe son ver’ demesi durumunda Erdoğan dışardaki İslamcılarla ilişkisini askıya alabilir ama içerdeki İslamcılarla olan ‘organik bağını’ koparmaz. Koparmazsa da ‘yurtta’ yani ülke içinde ‘sulh’ olmaz.
Belki de birileri ‘yurtta sulh’u olmayan bir Türkiye istiyordur. Örneğin ABD ve Batılı müttefikleri..
Adamlar Cumhuriyet’ten bu yana Türkiye ile uğraşıyor.
Türkiye’yi yönetenler de çoğu zamanla büyük hevesle adamların bir dediğini iki ettirmediler.
Örneğin bildik askeri darbeler.
Örneğin büyük sermayenin batı köleliği.
Örneğin aydın geçinenlerin iki yüzlülüğü.
Örneğin BOP ve Kanlı Arap Baharı.
Sonra da kavga ettiğimiz herkesle barışmak için Sevgililer Günü’nü beklemek.
Biz beklerken bizi Beyaz Saray’ın bahçesinde bekletenler Fırat’ın doğusunda bize karşı tezgah çeviriyor olacak.
Hem de gözümüzün içine bakarak.
Olup bitenleri anlamak için her zaman fotoğrafın büyüğüne bakmalı. Bazen de fotoğrafın arkasına. Çünkü burası Ortadoğu ve her zaman söylediğim gibi ‘kimin eli kimin hangi cebinde belli olmaz”.
Kanlı Arap Baharı sonrasında iktidarın çelişki ve bataklıklarına bakılırsa Ankara bu kuraldan bihaber gibi görünüyor.
Ya da kendi ideolojik, yani dinsel, milli ve tarihsel plan ve programlarına uygun olarak hareket ettiğini düşünerek ‘göreceli’ bazı kazanım ya da zaferler elde edeceğini hesaplıyordur.
Örneğin Suriye, Irak, Libya, Kafkaslar ve Orta Asya’da.
Karşı taraf ya da tarafların bu ‘kazanım ve zaferlere’ ne der ya da ne yapar bilinmez ama
Erdoğan’ın 180 derecelik dönmeleri herkesi bir Sevgililer Günü beklentisine sokuyor.
İşin özü bu olsa gerek.