Varlığı bir dert yokluğu yara diye şarkısı var bildiğiniz gibi. Malum ekonomik koşullarda artık ‘eski usül’ sayılacak şekilde para kazanan (mesela sabah kalkıp işe giden akşam yorgun argın eve dönen) biz sıradan insanlar her gün biraz daha fakirleşirken havada uçuşan milyon dolarlarla ilgili haberleri dinlerken şoke oluyoruz. Ne diyordu büyük şair Melih Cevdet: “ İsporcusu, ihtiyarı, veremi, Kiminin saçı uçar, kiminin eteği şinanay da yavrum şinaşinanay…Lüküs kamarada kimler oturur...” Hasılı dert de bu zaten “en lüküs kamarada kim oturacak ?”
Sahi kimin bu milyon dolarlar? Ya da biz bu sorunun cevabını gerçekten öğrenebilecek miyiz? Neyse ben bildiğim yerlerden devam edeyim sevgili okuyucum. İnternetin ve dolayısıyla sosyal medyanın icadıyla birlikte Mc Luhan'ın “küresel köy” tanımı cuk diye oturdu ve ‘köy çeşmesi’ olarak da hava atma yerleri Facebook şimdilerde de Instagram oldu. Takan takıştıran hatta parasını neresine takacağını şaşıran ne kadar ibretlik karakter varsa doluştu köy meydanına. Ve evet, herkes en az 15 dakikalığına ünlü oluvermişti gerçekten. Bu cazibe sınır tanımıyordu.
Çoluk çocuk genç yaşlı ev hanımı iş insanı her sabah seçmelere katılan aktörler gibi replikler düşünüyor en havalı hallerini arayüze yansıtıyordu. Evet bu bir arayüzdü. Gerçekle sanal arasında hepimizin narsisistik kırılganlığını okşayan masum arayüz… Sandık ki insanlar ‘sanal’ vurgusundan rahatsız olacak. Bilakis, hiç rahatsız olmadıkları gibi mutlu da oldular. Sanallığı gerçekliğe bin kat tercih ettiler. Hatırlayalım Harari meşhur Sapiens kitabında paranın ilk ortaya çıkışını anlatırken paradan ‘zihinsel bir devrim’, ‘psikolojik bir kurgu’ olarak bahseder. Yani kanlı canlı para da aslında tarih sahnesine çıktığında ‘sanal’dı.
Sanal ortamda ne kadar absürtsen o kadar hayran kazandın. Ne kadar vahşiysen o kadar saygı gördün. Aslanlar tarafından parçalanan bedenleri izler gibi ‘linç’ izledik. Ve sosyal medya da kendi ekonomik ve sosyal sınıflarını üretti. Köy çeşmesi sonradan görmelerle doldu taştı. Su kuyruğunda bekleyenler eli kolu altın dolu yeni zenginleri gördükçe arzudan yandı tutuştu. Ve bu zengin olma, sınıf atlama arzusu kana zerk edilmiş zehir gibi insana kontrolünü kaybettiriyordu. Ve gözlere perde indi. Kolay yoldan para kazanmak, daha lüks daha da lüks yaşamak… Nasıl ki savaş ortamında ilk gerçekler ölüyorsa, işin içine para girdiğinde de ahlak ölüyor. Hoş ustamız Ünsal Oskay’ın dediği gibi en büyük ahlaksızlık fakirden yoksuldan ahlak beklemektedir. Zira fakirler ve sonradan görmeler bu sistemde aslanların önüne ilk atılacaklardır. Öyle de oldu.
İzlediğimiz bu polisiye filmlerin en kötü adamı/kadını kim bilmiyoruz. Ve kuvvetle muhtemel zaten öğrenemeyeceğiz de. Ama en lüküs kamarada oturduğuna eminiz. Ve ne yazık ki en lüküs kamarada oturabilmek adına bu kişiler demir parmaklıklar arkasındayken bile milyonlarca insanın gönüllü olduğuna eminiz. Çünkü bu zehir kana karıştı bile.
Sanal ile gerçek arasındaki muallaklık hala sürüyor. Fenomen olabilmek için arzudan deliren binlerce ev kadını binlerce işsiz güçsüz genç insan olduğuna eminiz. Ahlak kapitalizme kurban verileli çok oldu. Hatta demode bir kavram olarak ahlak, sinir bozucu can sıkıcı bir ayak bağına dönüştü. Namusuyla para kazanmak diye bir deyim vardı mesela… Haram yememek, dini öğretiler vardı mesela. Hasılı ahlak eski bir yalan Adem’le Hava’dan kalan desek yalan olmaz herhalde.
Şimdi ne mi olacak, hiçbir şey. Bombanın büyüğü sizin benim, bizim gibilerin kucağında. Mesela çalışarak para kazanan insanların enayi olmadığına çocuklarımızı nasıl ikna edeceğiz? Ben bu sorunun cevabını bilmiyorum. Futbolcu, film artisti olma rüyası ne masum ne tatlı bir nostalji oldu. Öte yandan tüyler ürpertici fenomen replikleri çocukların diline dolanmış bile.
Baştan kokan balıklara, paraya doymayan baronlara bizden ufak bir hatırlatma:
Üç şey demiş Napolyon "Para, para, para"
İnsanlar öldürülür onun uğruna
Servetin ulaşsa da yüz milyonlara
Kefenin cebine sığmaz bir tek lira
Para, para, para *
*Söz/Müzik Şanar Yurdatapan