Günümüz insanı için Covid-19 pandemisi oldukça ani bir zamanda bastırdı. Dikkatimiz en uzun insan ömrüne odaklanmışken ölüm olanca soğukluğuyla kendini birden bire hatırlattı. Bizler büyükdedeleri büyükanneleri, hatta anne babaları bir dünya savaşının yetimleri olan neslin çocuklarıyız ve halen kolektif bir travmanın sosyal kimliğini taşımaktayız. Bu kimlikle dünyanın neresinde doğmuş olursak olalım örtük bilincimizde koparılmışlık, terk edilmişlik, yerinden edilmişlikler var. Sahip olduğumuz acı mirasın gerisinde, fiziksel olarak olmasa da belki de ruhsal olarak yetimlik bir nevi içselleştirilmiş damgamız.
Savaşlardan, ölümden, yıkımdan bihaber içimizdeki küçük çocuk ise annesinin veya babasının onu hayatın tüm tehlikelerinden koruyacağına inanmak ister. Çünkü çocuklar kendi tüm güçlülüklerine ilişkin ilkel fantezilerini zamanla ebeveynlerinin tüm güçlülüğüne dönüştürürler. Yetişkinliklerinde de dünyayı yöneten liderlere nitelik atfında bulunurlar. Ancak bunun sadece bir arzu olduğu gerçeği eninde sonunda bizi savunmasız kılar. Tıpkı pandemide tüm güçlülük atfedilen dünya liderlerinin yarattığı hayal kırıklığında yaşandığı gibi.
Tümgüçlülük rüyası sona erdiğinde yani “gerçeklik” ilkesi devreye girdiğinde yalnızlık ve tedirginlik başlar. Bu bir türlü güvende ol-a-mama halidir. Nitekim kolektif travmalarımız aile ağaçlarımızın köklerine çoktan inmiştir. Bu kökler yeni neslin dışa vurumunda belirir. Buna olumlu ve cesur bir örnek, dedelerinin acı anılarını mücadelelerinde yad eden 68 kuşağı gençliğidir. 68 kuşağına zâlim babadan ne de onun temsili hükümdarlardan korkmamışlardı. Zira yetimlik kaderleri değil tercihleriydi. Şüphesiz bu da bir idealizasyondu. Ancak bu sefer her bir ergenin bizzat kendisinin“anti-kahraman” olduğu bir idealizasyon. Bu kuşak ergen öfkesinin ve katıksız adalet tutkusunun timsali oldu ve tüm yeni nesillere kaldığı yerden yaşanacak bir ergenlik öfkesini miras bıraktı. Ergen cesaretini meydan okumaktan alır. Meydanları elinden alınmış ergen için her değişim tehdittir. Bedeninde, ruhunda tekinsiz olandır. Ergenliğini yaşayamamış olan için erişkinlik sahtedir. Sahte erişkin düşmanını somutlaştırmak ister. Dışarda arar. Mesela Covid-19 ile mücadelede kurulan savaş retoriğine uygun olarak “düşman” kimdir? Kiminle savaşacağız; kimi suçlayacağız? Ortada biçimsiz bir şey varken; evlere kapandığımıza inanamıyoruz. Çünkü hâlâ tüm güçlü ebeveynimizi arıyoruz. Hali hazırda paylaşılan bir travmanın tam ortasından geçmekteyken; insanlık siyasal sistemlerin ihanetine, duvarların korumasızlığına ve ikame ebeveynlerin ya da özdeşim kurduğu liderleri onları terk edişine şahit olmaktadır. Pandemide bir kez daha yetim kalan günümüz insanı olarak sessizce ve çaresizce kendi yasımızı tutuyoruz.
Covid-19 pandemisinin öznesi olan dünya insanının ruh halini anlamaya çalışırken ergenlik ve yetimlik metaforlarını kullanmaktaki amacım insanlığın kolektif travmalarının fiziksel ve ruhsal olarak ardında bıraktıklarını çok güzel sembolize etmesidir.
Zira tüm güçlülüğümüzün büyük bir kandırmacası vardır: Bize bir şey olmaz”. Tüm yatırımımız acıdan ve endişeden kaçabilmek üzerinedir. Bir yandan da çaresizliğimiz bizi ele geçirir ve kurtarıcımıza yakarırız. Dolayısıyla, ‘Bize bir şey olamaz’ vaadinde bulunana kulak kesilir, inanmak isteriz. İkame anne babalar tam da duymak istediğimiz gibi ‘Bize bir şey olmaz’ı dillendirenlerdir. Fakat günün sonunda kurtarıcı olarak kapatılan sınırların hiçbir işe yaramadığının adeta kara mizah temsili olan virüs yüz binlerce kişinin ölümüne sebep olmuştur.
İçinden geçtiğimiz bu sosyal travmanın da kayıpları elbette gelecek kuşaklara aktarılacaktır. Pandemide en önemli tedavi olan solunum cihazlarının eksikliği kapitalizmin zalimliğidir diyen Chomsky’nin çocukluğunda radyodan duyduğu Hitler’in sesinin yeniden kulaklarında yankılanması gibi.
COVID-19 pandemisinin geçmişi ve geleceğine ilişkin senaryolar muhtelif. Fakat bu salgının “şimdi ve burada”sı filmin en kanlı sahnesinde gözünü kapayan çocuk gibi insanlığı ürkütmemelidir. İnsanlık kayıplarını görebilmeli, kabullenebilmeli, yas tutabilmelidir. Ama insanlığı şu anda nefessizliğe mahkûm eden pandemi değil,-Chomsky’nin ifadesiyle-neoliberal vebanın “şimdide” ve gelecekte kol gezmesidir. Gönül ister ki pandemide insancıl değerler kazansın, ama kazananın yine değişmeyeceğine dair olumsuz göstergeler maalesef yadsınamayacak ölçüde yoğun. Apple ve Google, hastalığa yakalanmış insanları tespit edecek, kimlerle temas ettiklerini anlayacak bir yazılım programı üzerinde işbirliği yaptıklarını açıkladı. Bu gelişme, modern insanın hasta mahremiyeti yerine Orta Çağ’daki Kara Veba döneminden kalma tecrit edici âdetleri, işçiler sınıfı yerine de hastalanma riski olmayan robotları getirme vaadinde bulunmakta. Zira artan otomasyon talepleri gündem oluşturmaya başlamış bile. Ayrıca bu süreçte totaliter sistemlerin güç kazanması da kuvvetle muhtemel görünmektedir. Zira pandemiden kaynaklı “istisnada olma halini” bir yönetim paradigması olarak sürdürmek totalitarizme meyilli yönetimler için oldukça kullanışlı bir alan sağlayacaktır.
Şimdilik dünya nüfusunun “şanslı” kesimi aşıya ulaşmış ve evlerine kapanmış durumda. Ancak bir de ‘dışarıda kalanlar’ var. Evsizler, yoksullar, sigortasızlar, yaşam güvencesi olmadan çalıştırılan sağlık çalışanları ve parası olmadığı için tedavi edilemeyen aşıya ulaşamayan ve ulaşamayacak olan binlerce insan…Görünen o ki, pandemide kimsesiz kalan insanlığın tek çaresi bir yetimler ittifakı ve bir de ergen öfkesidir. İçerdekilerin, içerde olamayanlarla kuracağı bir ittifak bu. Pandemi sonrası birlikte nasıl bir dünyada yaşamak istediğimiz sorusunun birlikte cevaplanacağı bir yetimler ittifakı…