Halbuki Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından açıklanan İnsan Hakları Eylem Planı, insan hakları evrensel beyannamesi ya da Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne ‘uyumlu’ cümlelerle duyurulmuştu.
Türkiye’de insan hakları, basın ve ifade özgürlüğü ile yargı bağımsızlığının güçlendirilmesine ilişkin dikkat çekici sözler vardı. Planda yasal değişiklikten çok, uygulamadaki sorunların giderilmesine yönelik faaliyetler yer aldı.
Yani, insan hakları ihlallerini önlemek için yürütülecek faaliyetin somut olarak neleri kapsadığına değinilmedi ama yine de tutuklamaları zorlaştıracak yeni yasal değişiklik öngörülmesi planın en somut ayrıntısı olmuştu.
Bütün bunlara rağmen, 2 Mart 2021 tarihinde kamuoyuna duyurulan metnin üzerindeki mürekkep daha kurumadan, ‘Hukuksuzluk’ art arda uygulamalarla geliverdi. Yani Erdoğan yönetimi bizi yine şaşırtmadı.
Adalet Bakanlığı tarafından hazırlanan 128 sayfalık İnsan Hakları Eylem Planı’nın kapağında, “Özgür Birey, Güçlü Toplum; Daha Demokratik Bir Türkiye” vurgusu vardı. Vaatlerle birlikte…
Yargı bağımsızlığı ve adil yargılanma hakkı, ifade, örgütlenme ve din özgürlüğünün güçlendirilmesi, kişinin maddi ve manevi bütünlüğü korunması ile mülkiyet hakkı korunması vaatler arasında yer aldı.
O tarihlerde Avrupa Birliği’nin yapacağı ‘Türkiye’ konulu toplantıya bir mesajdı belki de...
Hatta bunu, Erdoğan iktidarının uzun süre araya mesafe koyduğu Avrupa Birliği müzakerelerine yeniden dönüş olarak yorumlayanlar bile oldu. Kimse ihtimal vermese de ‘Eylem Planı’nda, yargı bağımsızlığı ve adil yargılanma hakkının güçlendirileceği bile ifade edildi. İfade ve basın özgürlüğü standartlarının yükseltilmesi sözü de verildi.
Sonrasında, iktidara muhalif görünen basına yönelik adli ve idari baskılar daha da arttı. Basın İlan Kurumu, Cumhuriyet, BirGün, Evrensel ve Sözcü gibi muhalif gazetelere ilan kesme cezası verdi. Radyo ve Televizyon Üst Kurulu (RTÜK) de Tele 1, Halk TV, Fox TV, KRT gibi iktidarı eleştiren haber kanallarına birçok idari para cezaları uyguladı.
Türkiye’de tutuklama konusu, özellikle iktidara muhalif kesimleri susturma ve sindirme amacı olarak yaygın şekilde kullanılıyor ve bu uygulamadan vazgeçilmedi. Tutuklu eski HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, AİHM kararına rağmen halen cezaevinde. Benzer durum iş insanı Osman Kavala için de geçerli. Halbuki Eylem Planı’nda, “tutuklamanın istisnai bir koruma tedbiri olarak uygulanmasını sağlamaya yönelik faaliyetler öngörüldüğü” ifade edilmişti.
Reform ya da ‘Eylem Planı’ gibi kavramlar ‘ümit’ verir ama Türkiye’de o duygu kalmadı. Bu kadar çok sayıda sorun varken, reform ya da plan girişiminin sonuç getirmeyeceği duygusu giderek bu ülkede yerleşti. Yani giderek üzerimize bir karabasan gibi ‘Hukuksuzluk Devleti’ örtüsü çöktü.
Ünlü kamu hukukçularından David Johst bu kavramı şöyle tarif ediyor: "Hukuksuzluk devleti, yönetim faaliyetlerinde hukuksuzluğa hoşgörü gösteren fakat bunun ötesinde siyasi hedeflerine ulaşmak için insan haklarını kasten göz ardı eden veya buna temel oluşturan devlet"tir. Tarihte, hukukun ‘ayak bağı’ olarak görüldüğü, siyasi amaçlara engel teşkil ettiği dönemlerde bu yönteme başvurulduğu yazılır.
Anayasa Mahkemesi’nin, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin kararlarına uyulmaması, beraatle sonuçlanmış davaların (Gezi davası) yıllar sonra yeniden açılarak, yargı sürecinin başlatılması gibi örneklerin çoğalmasına ne demeli? Hakim ve Savcılar Kurulu’nun bağımlılığı, Adalet Bakanı’nın bu kurumun başında olması en büyük sorun. Hakimler özgür iradeleriyle karar alamıyorlar, alırlarsa da HSK tarafından soruşturmaya uğruyorlar. ‘Cumhurbaşkanına Hakaret’ adı altında vatandaşa 70 bine yakın dava açılması…
Nasıl izah edilir?
İşte David Johst’un açıkladığı ‘Hukuksuzluk Devleti’ bu olsa gerek…