Resilience… Yani duygusal dayanıklılık terimini duymuşsunuzdur. Hem bireyler hem de kurumlar -hatta en örgütlü kurum olan devlet- için kullanılır. Karşımıza çıkan olağan-olağanüstü sorunlarla başa çıkmayı; stresli, kaotik, kaygı verici, belirsiz durumlarda kontrolü kaybetmemeyi; baskı altındayken bile soğukkanlı hareket edebilmeyi ve zorlu süreçlerin ardından çabuk toparlanmayı içerir.
İstek şarkılarını söylemediği için yüzü bira bardağıyla kesilip katledilen müzisyen…
Hakimlik sınavlarına hazırlanırken, hakim olan ve Adalet Bakanlığı Destek Hizmetleri Daire Başkanı olarak görev yapan kocası tarafından sabaha karşı üç çocuğunun gözü önünde öldürülen kadın…
Bir kadını öldürüp parçalara bölmüş, hapishanede intihar etmiş katilin onunla gurur duyan ablası…
Market çıkışında başından vurularak infaz edilen siyasetçi…
Tacize uğrayan kadınları koruduğu için dükkanına silahlı saldırı yapılan esnaf…
Mersin’de polis evine terör saldırısı…
Sokakta yol verdiği için gücendirdiği erkek tarafından eczanede saldırıya uğrayan kadınlar…
Kafası bozuk olduğu için gördüğü ilk kadını yumruklayan adamlar…
Samuray kılıçlarıyla biçmek için sokakta çelimsiz kadın avına çıkan delikanlılar…
Trafikte yol verme kavgasında bagajdan çıkarılıp ateşlenen pompalı tüfekler…
Kurşunlanan evler…
Sağlık çalışanlarına yönelik şiddet ve cinayetler…
Gaziantep’te büyü bozmak için ayakları kesilen kediler…
Kendi adaletini(?) sağlamaya çalışan kişiler ve kurumlar…
Kendini hukukun üstünde gören kabadayılar…
Kamyon kasalarından etrafa dağılan kaçaklar…
Türkiye’ye hoş geldiniz! Ölümlerden ölüm, şiddetlerden şiddet beğen!
Normalleşen şiddet ve yaşam tarzına yönelik saldırılar, Türkiye’nin başındaki en büyük beladır.
Kişi başına düşen günlük aşağılanma, nefret söylemiyle karşılaşma, düşmanlık, şiddet görme ve şiddete tanıklık etmede dünya lideri olabiliriz.
Ülkede olup bitenleri normal bir bireyin, sağlıklı bir biçimde atlatması mümkün değil. Duygusal dayanıklılık gösterebilmek imkansız. Toplumsal olarak bile isteye hasta ediliyoruz. Toplumsal akıl sağlığımızı yitiriyoruz.
Bütün bu şiddet sarmalının üstünde bir de yaşanan ağır ekonomik çöküntü var. Bir de dünyada yaşanan nükleer savaş riski, havada uçuşan tehditler, çalan sirenler…
***
Yayın yasağı getirildiği için usluca yazmaya çalışacağım. Karısını öldüren, ölen kadının annesinin beyanına göre 12 yıldır eşine şiddet uygulayan hakim için binlerce taziye mesajı yayınlandı. HSK (Hakim ve Savcılar Kurulu) eşini katledip intihar eden adamın ardından üzüntü duyduklarını belirttiği bir taziye mesajı paylaştı. Gelen tepkiler üzerine mesajı sildi ama ekran görüntüleri ortalıkta dolaşıyor. Kadınların canını korumaya çalışan İstanbul Sözleşmesi için ses çıkarmayan HSK!
Şiddet uyguladığı eşini öldüren bir hakim mi mahkemelerde adalet dağıttı/dağıtacaktı? Yargı sistemi kimlere emanet?! Eşini-sevgilisini çok sevdiği için öldüren adamlara ‘aşk cinayeti’ deyip ceza indirimi yapan hakimler geliyor aklımıza.
Öte yandan ölen kadın için “Hakimlik sınavına hazırlanan avukat bir kadın, kendi haklarını ve canını koruyamamışken bir hukuk insanı olarak görevini nasıl yerine getirebilir” diyenler de oldu. İnsanın çelişkilerle dolu zihnini ve yaşamını analiz etmek öyle kolay değil. Duygusal dayanaklılığı sistematik bir biçimde paramparça edilmiş, çocuklarını düşünen bir kadının durumunu anlamak için onun ayakkabısını giymemiz gerekiyor. Duygusal ve fiziksel şiddet gören ne çok kadın hakları savunucusu kadın var; bir bilseniz. Kendi uğradığı tacize/tecavüze ses çıkaramamış ama cinsel şiddet mağduru kadınlar ve çocuklar için hayatını vakfetmiş ne çok avukat var; bir bilseniz. İnsanın bazen kendine hayrı dokunmaz ama başkalarının kurtarıcısı olur. Üç çocuğu yapayalnız kalmış, canı alınmış bir kadın için ‘doğruculuktan’ çok ‘merhametli’ olmalıyız. Evet, keşke kapıyı çekip çıksaymış. Evet, keşke çocuklarını alıp ayrılsaymış. Evet, keşke koruma ve uzaklaştırma kararları aldırtsaymış. Fakat neler yaşadığını, nelerle tehdit edildiğini, eli kolu uzun kocasının onu nasıl korkuttuğunu bilmiyoruz. Canından olmuş bir kadının daha neyini yargılıyorsunuz?
***
Birbiri ardına iki cinayet işlendi. İki cinayeti işleyenler de devlette çeşitli kurumlarda önemli görevlere gelmiş insanlar. Suç işleme, insan öldürme potansiyeli bu kadar yüksek, üstelik sabıka kayıtları olan insanlar nasıl bu makamlara geldi? Aynı ve benzer potansiyellere sahip daha kaç kişi var makam ve yetki sahibi? Esas sormamamız gereken sorular bunlar değil mi?
Normalleşen şiddet başımızdaki en büyük beladır. Çünkü: Şiddet yaşam kalitesini düşürüyor. İntihar, cinayet, taciz, tecavüz, gasp ve saldırıları yani suçu artırıyor. Toplumsal gelişimi yavaşlatıyor. Verimliliği ve yaratıcılığı azaltıyor ve hatta yok ediyor. Demokrasinin gelişimini yavaşlatıyor ve demokratik süreçlere katılımı azaltıyor. Kanıksanıp normalleştiğinde şiddet, şiddet olmaktan çıkıyor ve şiddetin her geçen gün daha fazla arttığı bir kısırdöngüye giriyor.
Bireysel ve toplumsal akıl sağlığımızı korumamız şart. Eczanedeki kadının başına vuran saldırgan, o kadınla ilgili hiçbir şey bilmiyordu. Adı neydi, inancı neydi, ideolojisi neydi hiçbir fikri yoktu. Ki bunları bilse, bunlarla ilgili bir çatışmaları olsa bile şiddeti haklı çıkaramaz kimse. Her an kafası bozuk birinin durduk yere yumruğuna, silahlı saldırısına uğrama ihtimalinin artması göze alınabilecek bir risk değildir. Böyle bir toplumda mı yaşamak istiyoruz?