Yurtseverlik ve milliyetçilik kavramı genellikle karıştırılan ve zaman zaman birbirlerinin yerine kullanılan kavramlar olarak karşımıza çıkıyor. Milliyetçiliğin bir virüs gibi yayılmaya yöneldiği günümüzde bu iki kavramı kalın çizgilerle ayrıştırmak ve yerli yerine oturtmak gereklidir. Her iki kavramda vatanseverlik teması üzerine oturtuluyor ve bu sevme olayı da politik duruşta kendini gösteriyor.
Milliyetçilik millet kavramından gelir iken, yurtseverlik yaşanılan ortak coğrafyadan gelmektedir. Ortak coğrafyada yaşayan tüm insanların o topraklara aidiyetini, o topraklarda ki birlikte yaşamı ve yaşam koşullarını içeren bir tanım olarak yurtseverlik, milliyetçilik tanımından tamamen ayrıdır.
Yurtseverlik kavramı, tarihin bir kesitin de, bir biçimde yan yana gelmiş ve ortak bir alanda yaşamak durumunda olan insanların tamamını kapsayan bir kavramdır. Bu anlamıyla bütünleştirici bir içeriğe sahiptir. Ortak ülke olarak tanımlanan bir coğrafyada birlikte yaşayan insanlar, ortak yaşanılan alanın daha iyi koşullara sahip olması, daha kendine özgü olması ve daha yaşanılır olması için bir duygu taşımaları, yurtseverliktir.
Milliyetçilik ise bir milletin diğer milletler karşısında durumunu ve üstünlüğünü içeren, indirgemeci ve ayrıştırıcı bir kavramdır. Bir ucu insanların ırki yapılarına ulaşırken diğer bir ucu başka milletlere düşmanlığa varır. Ki kendisini var ediş koşulunu, başka milletlere karşı üstünlüğünde görür. Bu anlamıyla da bütün bir insanı kapsamadığı gibi, ortak coğrafyada yaşayan insanları ayrıştırarak sürekli bir çatışma durumu da yaratır. Bu nedenle içerisinde faşizmi bir nüve olarak sürekli taşır. Dönem dönem faşist bir hegomanyaya yönelen bu anlayışın içinde şiddet, sürekli olarak bir biçimde vardır. Dünya insanlık tarihi, faşizmin bu saldırganlığının sonuçlarını ağır acılar ve bedellerle ödediği örneklerle doludur.
Milliyetçilik şiddetin yanı sıra asimilasyonu yani aynılaştırmayı, benzeştirmeyi de içerir. Bir biçimde zor kullanılarak kendi milletinden veya ırkından olmayanı, kendileştirmeye, özgünlüklerini yok etmeye ve aynılaştırmaya yönelir. Önce Kürt’ten Türk üretir, sonrasında ise o Kürtleri Türk milliyetçisi yapmaya çalışır. Bu politikayı sistemlice ve zamana yayarak uygular. Bütünleştirici değil ayrıştırıcı ve benzeştirici olduğu içinde sürekli zoru gündeminde tutar.
Yurtseverlik kavramı esas olarak milliyetçilik kavramından tam ters içeriklere sahiptir. Ayrıştırıcı değil, birleştiricidir. Ortak coğrafyada yaşayan herkesi aynı görür ve birlikte yaşam koşullarını problem edinir. Birlikte yaşayan insanların tarihsel olarak hangi milletten ve etnik kökenden geldiklerine bakmaksızın, yurttaş olarak kabul eder. Tüm sorunları ve çözümlerini bütün bu yurttaş kitlesi için ele alır ve yaşama taşımaya çalışır. Kader birliği bu anlayışın hareket zeminidir. Ortak coğrafyanın daha yaşanılası bir alan olması için, tüm yurttaşların eşit ve özgür yaşayabilmeleri için uğraş verilir. Tüm bu uğraşlar yurtseverlik kavramının içeriğini dolduran ve tanıma özgünlük veren olgulardır.
Bu nedendir ki SOL her zaman yurtsever olmuştur. Yaşadığı coğrafyanın sorunlarını bütün insanlar için çözmeye ve var olan olanakların tüm insanlar tarafından eşit bir şekilde kullanılması için mücadele eder. Burjuvazi insanları sömürürken milliyetçi davranmaz. Daha iyi sömürebilmek ve sistemini devam ettirebilmek için kimi zaman milliyetçiliğe ihtiyaç duyar.
Sol ortak topraklarda yaşayan tüm insanların, başka bir gün insan tarafından sömürülmesine, ayrıştırılmasına ve yaşam olanaklarının zorlaştırılmasına karşı çıkarak, ortak gelecek için uğraş verir. Ben ve öteki kavramı solun doğasında yoktur. SOL hiç bir kesimi ötekileştirmez. Karşı saflarında olanlar bile, kendi saflarını bilince çıkartamadıkları için karşıdadır biçiminde bakar.
Sol yurtseverken, sağ milliyetçidir. Solun milliyetçileşmesi, sağcılaşmasıdır. Çünkü hiçbir sol ideoloji varlık nedeni dışında milliyetçi nüveleri içerisinde taşıyamaz. Ancak tarihte de Hitler faşizminde de görüldüğü gibi, ulusal sosyalizm uydurması ile faşizm ve milliyetçilik sol anlayışlara sızmaya çalışmıştır. Milliyetçilik olgusundan beslenen hiçbir anlayış, sol olamaz. Sol insanı, iradesi dışı var olduğu koşulların belirlemesi ile ele almaz. Din ve ırk insanın kendi iradesi ile seçebileceği şeyler değildir. Doğduğu coğrafyanın ona dayattığı bir zorunlu biçimleniştir. Sol bunun üzerine asla politika yapmaz, ideoloji oturtmaz.
Günümüzde, yaşanan sürecin yakıcılığı, bu her iki kavramı muğlaklaştırarak, bir karmaşa oluşturulmasına yöneltmiştir. Solcular milliyetçileşirken, İslami kesimler demokratlaşmış gibi yansımaktadır. Bu durum eşyanın tabiatına aykırıdır.
Farklı etnik kökenden pek insanın yaşadığı ülkemizde bu sorun çok daha yakıcı olarak kendisini dayatmaktadır. Milliyetçilik eğiliminin besleneceği çok fazla alan ve kanalın varlığı bizleri çok daha dikkatli olmaya zorlamaktadır. Çatışmalı her ortamda veba gibi yaygınlaşan milliyetçilik eğilimlerine çok daha fazla dikkat edilmelidir. Özellikle SOL bu konuda kendisini uyanık tutmalı, milliyetçi anlayışların gelişiminin önünü tıkamalıdır. Toplumsal barış talebi böylesi dönemlerde solun öncelikli söylemi olarak ifade edilmelidir. Barışın olmadı, çatışmaların tüm toplum yaşamını belirlediği koşullarda, sağlıklı bir demokrasi mücadelesi de verilemez.
Bu ülkede yaşayan tüm yurtseverler olarak barış istediğimizi, yan yana yaşamaya ilişkin hiçbir sorunumuzun olmadığını, bu çatışmaların, iradesel olarak bir kesim tarafından zorlanarak var edildiğini, her fırsatta haykırmalıyız. Tarihsel düşmanlıklar filizlendirilmesine karşı çıkmalıyız. İnsan ve yurttaş kimliğini öne çıkartıp, birlikte yaşamı savunmalıyız.
Her halk kendi tarihini yazar. Tarih yazma sırası bizde.
Silkinip ayağa kalkmalı ve kendimize yakışır bir tarih yazmak için mücadele etmeliyiz.