Günlerdir, geçen Cuma günü Sakarya Hendek’te bir havai fişek ve benzeri patlayıcı ürünler üreten fabrikada meydana gelen elim “kazayı” konuşuyoruz. Bu olayda şu ana kadar 7 işçi yaşamını yitirdi. 100 kişinin üzerinde yaralı var. Önceleri kayıp olduğu belirtilen 3 işçinin ne yazık ki patlamanın etkisiyle parçalandıkları ve cesetlerinin DNA ile teşhis edilebildiği bilgisini alıyoruz.
Bu patlama önce aynı fabrikada daha önce defalarca meydana gelen can kayıplı benzer olaylara karşın nasıl hala faaliyetini sürdürdüğü sorusunu akla getiriyor. Ardından da önceki olaylar sonrasında ne tür yaptırımlar uygulandığını ve cezai işlemler yapılıp yapılmadığını, dahası benzer olayların yaşanmaması için ne tür tedbirler alındığı soruları gündeme geliyor.
Ancak bırakın yaptırımı işveren o kadar özgüvenli ki tesisinin onca yaşanılan “kazaya” rağmen İş güvenliği açısından Avrupa’nın en güvenilir tesisi olduğunu söyleyebiliyor. İşverenin bu özgüveni Hükümete yakınlığından mı geliyor bilemiyoruz ama kendisinin Adapazarı MÜSİAD başkanı olduğunu biliyoruz.
Zaten patlamanın ardından daha önce pek alışkın olmadığımız bir şekilde 3 Bakanın olay yerine gelerek bizzat açıklamalar yaptığını da gördük. Şu ana kadar gördüklerimiz ise bizde benzer olaylar neticesinde yaşanılanların tekrarlanacağı izlenimini uyandırıyor.
Yani Soma’lar, Davutpaşa’lar, Esenyurt’lar ve benzerlerinde yaşanılanlar tekrarlanacak gibi. Sürekli geciktirilen adalet, gerçek sorumluların yargı önüne çıkarılamaması, olayda idare kusurlarının tamamen veya kısmen de olsa göz ardı edilmesi.
Konunun bir tarafı böyle iken bizim asıl değinmek istediğimiz ise yıllardan beri söylemekten artık yorulduğumuz problemin esasını oluşturan işin yasal düzenleme yönüdür. Yani, ülkemizde iş kazalarını önlemeye yönelik olarak çıkartıldığı iddia edilen ve yasalaştığı 2012 yılından bu yana kazaların katlandığı 6331 sayılı yasadır asıl konuşulması gereken. Çünkü bu yasa ne yazık ki ülkemizin İş kazalarında Avrupa birincisi ve Dünya üçüncüsü olma kötü istatistiki verisini değiştirememiştir.
Bunun temel nedenlerinin başında İş güvenliği uzmanlarının bağımsız çalışabilen kişiler olmamasıdır. Gerçekten de işverenler yasa gereği ya kendi kadrolarında uzman bulunduracaklar ya da bu hizmeti Ortak Sağlık Güvenlik birimlerinden (OSGB) alacaklardır. Ancak her iki koşulda da uzman işverenin ya diğer çalışanlar gibi bir elemanı ya da kendisine her ay fatura kesen bir tedarikçisi olacaktır. Netice itibarı ile bu uzmanlardan işverene iş güveliği sebebiyle ilave maliyet çıkaracak takım ve/veya önlemler beklemek hele, hele işe ara vermek ya da işi durdurmak gibi kararlar almayı beklemek çalışma yaşamının gerçeklerini bilmemek anlamına gelir. İşverenler sürekli sorun ve maliyet çıkaran uzmanlara hiçbir zaman sıcak bakmazlar ve bunların işletmelerdeki ömrü ne yazık ki çok uzun olmaz.
Yine yasa gereği işyerlerinde İşçi sağlığı ve İş güvenliği yönetmeliği çerçevesinde İşçi sağlığı ve İş güvenliği kurulları oluşturulur. Belirli periyodlarla toplanması gereken ve iş sağlığı ve güvenliği konularının görüşülerek kararların alındığı bu kurullara işverenler başkanlık eder. İş güvenliği uzmanı, işyeri hekimi, işçi temsilcisi, teknik sorumlular gibi işyeri delegasyonunun katıldığı bu toplantılarda alınan kararlar tutanak altına alınır. Ancak tahmin edebileceğiniz gibi işveren ve/veya İşveren vekilinin (örneğin fabrika müdürü) başkanlık ettiği bu toplantılarda işçi temsilcileri çoğunlukla konuşamaz bile. Bu kurullarla ilgili bilinen bir başka gerçeğinde aslında toplantıların bile yapılmadığı, kâğıt üzerinde toplantı yapılmış gibi tutanak düzenlenerek sadece imzaların alındığıdır.
Bu söylediklerimin dışında olan konuyu ciddiyetle ele alan kuruluşlarda elbette ki vardır ve onları tenzih ederim. Ama sistemin denetlememesi sorunu konuyu son derece keyfi hale getirmiştir.İşin maliyet boyutu ise daima yukarıda belirttiğim göstermelik iş sağlığı ve Güvenliği sonucunu doğurmaktadır.
Israrla belirtiyoruz ki bu yasal düzenlemelerle ülkemizde kanayan bir yara haline gelmiş olan iş cinayetlerini önleyemezsiniz. Bu konu ulusal bir sorun halini almıştır ve Devlet bu konuda 6331 sayılı yasa ile adeta piyasalaştırdığı ve kenara çekilip izlediği eski adıyla İşçi sağlığı ve İş güvenliği konusuna geri dönmelidir. Devletin yine eski adı ile Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığının en temelgörevi İşçi sağlığı ve İş güvenliğidir. Bu konudaki birimleri olan İşçi sağlığı ve İş Güvenliği genel müdürlüğü, İş teftiş gurup başkanlıkları, Bakanlık müfettişleri gibi önemli organizasyonları eskisinden de daha etkili bir biçimde aktif görev alarak çalışma hayatının bu önemli konusuna el atmalıdır. Devlet kendi kadrolarını yetersiz buluyorsa mevcut İş sağlığı güvenliği uzmanlarını bizzat kendisine bağlayarak özel kuruluşlara atama yoluyla görevlendirebilir. Böylece bu kadro işverenin iki dudağı arasında bir personel olmaktan kurtulur ve daha bağımsız kararlar verebilir.
Bunlar akla ilk gelen önlemler ancak sorunun temeli zihniyette yatıyor tabi ki. Yani siz gerçekten bu ülkede çalışanların sağlığını ve güvenliğini düşünerek yasalar üretmek derdinde misiniz? Yoksa işverenlerin maliyetlerini düşürecek, ne olursa olsun önce iş ve üretim sonra işçi sağlığı ve sonucunu doğuracak yasal düzenlemeler peşinde misiniz? Biz içinde bulunduğumuz Pandemi döneminde dahi ne yazık ki ikincisine şahit olduk.
Netice itibarı ile ülkemizde iş cinayetleri zihniyet ve dolayısı ile sistem sorunudur. Öncelikle insan sağlığını temel alan ardından üretimi düşünen ve sistemi bu düşünce üzerinden oluşturmayan zihniyet var oldukça bu acılar bitmeyecek gibi görünüyor.