Sevgili okurlarım, Türkiye’yi yönetenlerin seviyeleri, dilleri ve politikaları karşısında insan bazen gerçekten çaresiz kalıyor:
Çünkü onların eylem ve söylemleri, bütün toplumu etkiliyor, toplumun kültürünü, nezaketini, terbiyesini, tutum ve davranışlarını büyük ölçüde biçimlendiriyor.
“Şahsım Devletinin temsilcisi” topluma küfür ve hakaret ettiği ve bunu “milletin dili” olarak savunduğu zaman buna karşı ne yapabilir, toplumu korumak için ne gibi önlemler alabilirsiniz?
Karşınızda devletin bütün zor kullanma olanaklarını size karşı uygulama gücüne sahip olan, yapılan eleştirileri hakaret diye nitelendirerek muhaliflerini hapse yollayan bir anlayış var.
Ben kendi tavrımı, 24 ve 26 Mayıs tarihlerinde bu sütunda yazdığım yazılarda, önümüzdeki seçimlerde cumhurbaşkanı adaylarından beklediğim özellikleri anlatarak belirtmeye çalıştım.
Bugün de kötü örneklere karşı, iyi örnek olan bir kültür, sanat ve sosyal sorumluluk projesini anlatarak toplumun nezaketini, terbiyesini, sanatını, kültürünü ve umudunu korumaya çalışacağım.
***
Primadonna Selmin Günöz, İzmir Devlet Opera ve Balesi Müdürlüğü de yapmış olan üstün nitelikli bir sanatçı ve yöneticidir.
Genç yaşında emekli olduktan sonra kendisini tamamen yoksul ve sokaklardaki uyuşturucu, alkol, şiddet ve benzeri sorunlarla boğuşmak zorunda kalan çocukları korumaya ve topluma kazandırmaya yönelik bir projeye adamış.
Karşılıksız müzik eğitimi vererek, müziği araç olarak kullanarak, sorunlu ve yoksul çocukları topluma kazandırmaya yönelik Venezüella’daki El Sistema modeline benzer bir çalışma gerçekleştiriyor.
20 çocukla başladığı projede şu anda 150 çocuk ve sekiz eğitmen yer alıyor.
Kurduğu orkestranın adı Barış Çocuk Senfoni Orkestrası.
***
Kendisi bu projeye nasıl başladığını şöyle anlatıyor:
“Emekli olduğumda henüz 52 yaşımdaydım, içim çalışma isteğiyle doluydu ve ani bir kararla küçük bir müzik ve bale okulu açtım.
Bu iş tahmin edemeyeceğim bir hızla büyüdü.
Kendi adımı verdiğim okulumda 14 yıl kendim için çalışıp, konserlerle de sanat yaşantımı sürdürdüm.
Okuluma gelen çocukların, hep belirli bir üst düzey gelir grubundaki ailelerin çocukları olduğunu gözlemledikçe, bu fırsatı yakalayamayan çocukları düşünerek onlar için ne yapabilirim diye çok düşündüm.
Maestro Dudamel’e olan hayranlığım beni El Sistema modelini araştırmaya yöneltmişti, okudukça hayranlığım artıyordu.
‘Ben bunu İzmir’de niye yapmayayım’ diyerek, İzmir’in en yoksul semtlerinden gözüme kestirdiğim birkaç mahalleyi adım adım dolaştım. Sadece yoksulluk değil, aynı zamanda çocuklar için tehlike yaratan bir bölge üzerinde odaklanmalıydım.
O sırada Ege Üniversitesi’nin yapmış olduğu bir araştırmayı okuduğumda, çocuklardaki suç oranının en yüksek olduğu bölge olan Eşrefpaşa, Kadifekale bölgesinde karar kıldım.
Bölgede uyuşturucu kullanımı had safhadaydı ve ilkokul seviyelerine kadar inmişti.
Hemen kolları sıvayıp sahada çalışmaları hızlandırdım.
Öyle çok şey gerekliydi ki, öncelikle para:
Katılacak çocukların enstrümanları alınmalı ve bir çalışma mekânı bulmalıydım. Bu mekân, seçtiğim bölgede olmalıydı ki çocuklar yürüyerek gelebilsin, aileler yol parası derdine düşmesin.
Eşim bu konuda da bana çok büyük destek verdi ve hemen iki keman bağışladı. Ardından da iki kızım.
Eh artık dört adet keman vardı elimde. Bir de aynı sahada çalışma yeri bulursam dört kemancıyla başlardım.
10 kemanla ağabeyim katıldı da destek olayına. Birkaç arkadaşıma projeden söz ettiğimde onlar da katıldılar ve toplam 20 kemana ulaştık. Bu sayı başlamak için hiç de fena sayılmazdı.
Bir de haklı olarak ‘Ücretsiz çalışmam’ diyen bir keman öğretmeni buldum.
Peki dersleri nerede yapacaktık?”
***
Sevgili okurlarım, heyecanlı bir serüven romanı gibi gelişen bu sanat ve sosyal sorumluluk projesinin insana umut veren öyküsüne bir sonraki yazımda devam edeceğim:
“Şahsım Devleti” yönetiminin gittikçe kabalaşan ve küfre dönüşen diline karşı toplumun, ancak sanatın ince ve zarif diliyle ve sosyal sorumluluk projeleriyle korunabileceğini düşünüyorum.