Görünmeyen, elle tutulamayan virüsten korunmak için yüzlerine “küçük maske” takanlar, nihayet yıllardır yüzlerinde “büyük maske” takanları sorgulamaya başladılar. Sorgulamanın başına da devlet ve sistem oturdu… Örneğin, İngiltere’de seçimler 12 Aralık’ta değil de, Pandemi’den dolayı kamuculuğun ve devletin rolünün fazlaca sorgulandığı bugünlerde yapılsaydı acaba İşçi Partisi ve onun lideri Corbyn seçimi yine kaybeder miydi? Malum Corbyn, su gibi, enerji gibi, toplu taşımacılık gibi alanlarda, sağlıkta millileştirmeyi öne çıkarıyor, sağlıkta Amerikancı özelleştirme modelinin çıkmaz sokak olduğunu belirterek kamucu bir politik hattı savunuyor, kooperatifçilikten bahsediyordu. Hem de, uzak bir geçmişte değil, bundan birkaç ay öncesinde, 2019’un İngiltere’sinde.  Üzerinde güneş batmayan krallıkta bunları söylemek “hak ettiği” karşılığı da alıyor ve Corbyn İşçi Partisi içindeki bazı isimler de dahil, sağcılar ve muhafazakarlar tarafından “yıkıcı ve düzen düşmanı” ilan ediliyordu… Yine geçtiğimiz yıl 2019’un Almanya’sında solcular Almanya’da yüksek kiralara karşı “konut tekellerini kamulaştıralım, kiraları düşürelim, herkes yalnızca kendi yaşadığı evin sahibi olsun” diye imza kampanyası başlattıklarına bir “hain” ilan edilmedikleri kaldı! Ya, Sosyal Demokrat Parti’nin gençlik örgütü Genç Sosyalistler’in Başkanı Kevin Kühnert’e ne demeli? O da geçtiğimiz yılın Mayıs’ında daha da ileri giderek “BMW gibi değeri yüzlerce milyar Euro olan büyük bir dev, bir ailenin olmaz, kamulaştırılmalı, kolektifleştirilmeli, elde ettiği kârın dağıtımı demokratik şekilde kontrol edilmeli” dedikten sonra “değeri yaratan on binlerce insan neden bağımlılık nedeniyle pazarlık yaptıkları ücretle yetinsinler” diye sorunca kendi partisinden “böyle ütopik şeylerle kafaları karıştırmayın, DDR çok uzaklarda kaldı” eleştirileri ile karşılaşırken, muhafazakarlar tarafından da kaçınılmaz şekilde “düzen düşmanı” ilan ediliyor ve aynı güçler SPD yönetimine de “böyle birisini SPD içinde nasıl barındırıyorsunuz” sorusunu yöneltiliyordu…

Türkiye’de de durum hiç farklı olmadı...

Solcular her fırsatta, sağlıkta ve eğitimde özelleştirme olmaz demiyorlar mıydı? Hatırlatmakta fayda var; Dikili’nin 1980’lerdeki efsane Belediye Başkanı Osman Özgüven su kamu malıdır diyerek vatandaşa suyu “bedava” dağıtınca ceza alıp, kaçak duruma düştüğü için İsveç’e gitmek zorunda kalmadı mı? Virüs ve Pandemi sonrası neredeyse herkes, dün “kamuculuğu savunan, kooperatifleri öne çıkaran, silaha değil sağlığa ve eğitime ayıralım, dini değil bilimi öne çıkartalım” diyen bizlerden daha hızlı “kamucu / devletçi” kesilince bunları bir kez daha hatırladım… Salgın sert olunca ve devletlerin “kağıttan kaplan” olduğu ortaya çıkınca, devletin nobranlığı ve otoriterliği yerine sosyalliği yeniden hatırlandı. Su, elektrik, doğal gaz gibi temel ihtiyaçlar konusunda yaklaşımlar esnedi. CHP belediyeler maskeleri bedava dağıtmaya başlayınca iktidar da maskeleri PTT aracılığıyla bedava dağıtmaya başladı! Özel hastane sahipleri “iş yapamıyoruz, hasta gelmiyor, devlet hastanemizi satın alsın” derken, sırada adı “kolej” ya da “vakıf” olan özel eğitim kurumların olduğunu söylemek normalleşti! Devletin sosyalleşmesinin savunulması, kamuculuğun hatırlanması kötü değil, gayet güzel! Ancak, bütün küresel krizler ve savaşlar sonrası yaşandığı gibi, bu yaklaşımlar ete kemiğe bürünmezse, salgın geçtikten sonra devlet bir kez daha ve yoksulun, emekçinin devleti olmaktan çıkıp, hep olduğu gibi zenginin devleti olmaya devam edeceği kesin…

GERÇEKLER VE ZORLAMALI GÜNDEMLER

Virüs devletleri de teslim alınca gündem de ona göre değişiyor. Daha dün olmazsa olmaz denen zorlamalı gündemler gerçeklerle yer değiştiriyor… Örneğin, şimdi kaç kişi Suriye politikasını tartışıyor, İdlib kimin gündeminde? “Beka” tartışmaları niye buharlaştı? “S400’e de Patriot’a da değil, barışa ve bölgesel işbirliğine yatırım yapalım, adına ‘savunma sanayi’ denilen silahlanmaya yatırılan paraları da sağlığa ve eğitime yatırılalım” dediğimizde akılları sıra bizimle dalga geçenler ne diyor acaba? İş burada da kalmadı… Pandemi yayıldıkça sağlık sisteminin zayıflığı iyice ortaya çıktı. Devletin de “baba” olmadığı, bunun yalnızca bir “efsane” olduğu da… Yatırımların ise aslında ne vatandaşa ne de devlete değil, bir avuç zengine yapıldığı, oligarşik bir yapının kamu olanaklarıyla büyütüldüğü de ortaya çıktı… Koca Türkiye Cumhuriyeti Devleti açtığı bağış kampanyasında 1,5 milyar toplarken, devlet olanaklarıyla zengin edilen bir şirketten, yine devletin “affederek almaktan vazgeçtiği” vergi borcu topladığı bağışın neredeyse iki katı! Bu gerçeği bilerek, şimdi zamanın ruhunun, sistemi sorgulamak olduğunu gecikmeden ve salgın sonrasına ertelemeden görmeli. Zaman, küçük maskeleri takarken, büyük maskeleri düşürme zamanıdır!