Herkesle sanki adı konmamış ve yazılı olmayan bir hukuku var. Deniz Baykal’la da, Kemal Kılıçdaroğlu’yla da, Devlet Bahçeli’yle de, Bülent Arınç’la da…
Son kez kayyumla Mardin Büyükşehir Belediye Başkanlığı görevinden alınınca, “Ahmet Türk’ün terörle ilişkisi yoktur” dediği için Bülent Arınç’ı, Erdoğan’la karşı karşıya getirecek kadar da önemli bir isim…
İki kez kayyumla görevden alınan 1970’lerden bu yana, milletvekili, parti genel başkanı, belediye başkanı olarak birçok görevde bulunan Ahmet Türk’le sosyal medya üzerinden yayın yapan KarantinaTv’de, CHP Genel Başkan Yardımcısı Orhan Sarıbal’ın ve yazar Güler Buğday’ın da katıldığı “Barış çok mu uzak” başlıklı bir program yaptım…
Siyasetin en gerekli özelliklerinden biri olan sahiciliğin onda fazlasıyla olması onun her dönem bilge adam tadında saygın bir otorite olmasını da sağlamış…
Lafı dolaştırmıyor ama konuşurken dövmüyor da…
Mevcut durumu anlatmak için, 1991 yıllarda Kürt hareketiyle, HEP’le işbirliği yaptığı için çok eleştirilen Türk siyasetinin en farklı figürlerinden biri Erdal İnönü’nün sözlerini kullanıyor: “Erdal Bey’i bölücü olarak tarif ettiler bizimle işbirliği yaptığı için çok eleştirdiler, o da, yurttaşı kazansam mı iyi, ötekileştirsem mi daha iyi?” dedi…
“Gerçekten hangisi doğru kazanmak mı, ötekileştirmek mi? Virüs musibeti altında hiçbir şey eskisi gibi olmayacak deniyordu, şimdi kullanılan üslup ve dil eskisinden daha kötü. İktidarda bir musibeti siyasi ranta çevirme çabası var. Birilerini düşman ilan ederek apolitik kesimleri yanında tutmaya çalışıyor. Oysa ortak değerler etrafında birleşirsek, ayrımcılık biter. Mezopotamya ve Anadolu kültürleri birbirlerinden etkilenmiş ve iç içe geçmiş kültürlerdir. Bunu ayrıştırıyorlar ve sonra bizi kimlik siyaseti yapmakla suçluyorlar. Evet, kimlik siyaseti üzerinden bu iş yürümez ama sen kimliği reddersen, inkar edersen bir ayrışma öne çıkar. Benim dilim var, kültürüm var, müziğim var. Siz bunu yasakladığınızda aslında kimlik siyaseti yapıyorsunuz. Kimliği reddettiğinizde de yan yana gelme şansını ortadan kaldırıyorsunuz. Ondan sonra kardeşiz söylemi anlamsızlaşıyor. Biz insanlar ancak değerler etrafında birleşirsek yol alırız ancak gerçeği içselleştirmeden bu iş çözülmez. Kimin Türk, kimin Kürt olması önemli değil, önemli olan adil ve eşit özgür bir sistem yaratmaktır…”
İnsan Ahmet Türk’ü arkasından da Orhan Sarıbal’ı sonra da Güler Buğday’ı dinledikçe diyaloğun ne kadar önemli olduğunu, çok iyi bir panzehir olduğunu görüyor. Kutuplaştırma, ayrıştırma ve düşmanlaştırma öyle bir noktaya gelmiş durumdaki “HDP’li Ahmet Türk’le, CHP’li Orhan Sarıbal”ın yan yana gelmesi bile bazı çevrelerde soru işareti yaratmasının ötesinde, saldırıya dönüşebiliyor ama diyaloğu yürütenler kararlı olunca, eşitlik, adalet, özgürlük gibi kavramları içselleştirince kimin ne dediği de, nasıl saldıracağı da hükmünü yitiriyor, siyasetin iki aktörü Ahmet Türk ve Orhan Sarıbal “ciddi konuları konuştuğumuz” bir tartışma programını türkü söyleyerek bitirebiliyorlar…
KAVGA ETMEDEN KONUŞMAK MÜMKÜN
Kimseyi ötekileştirmeden, kutuplaştırmadan, düşman ilan etmeden, söyleyeceklerimizi otosansüre de uğratmadan söyleyebileceğimiz bir atmosfere acil ihtiyacımız var. Hem bu programda hem de 3 Mayıs Dünya Basın özgürlüğü günü nedeniyle Maltepe Belediye Başkanı Ali Kılıç’ın “karşı mahallelerden” gazetecilerin katılımıyla düzenlediği programda da bir kez daha gördüm. İktidarın bütün kutuplaştırıcı ve ötekileştirici politikalarına inat, eğer istenirse model programları üretmek mümkün. Nitekim 3 Kasım’da Maltepe’de hem de canlı yayında, çok farklı bakış açıları olan 11 gazeteci bir ilke imza atarak “kavga etmeden” kendi görüşlerine de “otosansür” uygulamadan basın özgürlüğünü “özgürce” tartıştılar…