İsrail, Hamas ile yaşanan çatışmanın tırmanmasından bu yana giderek artan bir baskı altında kalmaktadır. Başlangıçta İsrail ve Hamas arasındaki bir karşı karşıya gelme olarak başlayan bu çatışma, bugün daha geniş bir Ortadoğu coğrafyasına yayılmış ve İsrail’i çok yönlü tehditlerle karşı karşıya bırakmıştır.
Sadece Hamas değil, İran ve Lübnan’daki Hizbullah gibi çeşitli güçler de İsrail’e yönelik eylemler başlatmış ve İsrail üzerindeki baskı artmıştır. Bu karmaşık ortamda ABD, her ne kadar İsrail’e destek vermeye devam etse de, geçmişe kıyasla daha sınırlı bir katılım göstermekte ve bu durum İsrail’in konumunu daha da zorlaştırmaktadır. Bu bağlamda İsrail’in sürpriz bir şekilde Çin’e yönelmesi ve ondan yardım talep etmesi, arkasında birçok önemli soruyu barındırmaktadır.
İsrail uzun süre boyunca ABD’nin Ortadoğu’daki desteğine, özellikle de askeri ve istihbarat alanındaki yardımına bağımlıydı. ABD, her zaman İsrail’in en sadık müttefiki olmuştur. Ancak son yıllarda ABD’nin stratejik önceliği Asya-Pasifik bölgesine kaymış ve Ortadoğu’ya doğrudan müdahalesi azalmıştır.
Her ne kadar ABD, silah tedariği ve istihbarat paylaşımı yoluyla İsrail’e destek vermeye devam etse de, geçmişle kıyaslandığında bu destek daha ihtiyatlı bir şekilde gerçekleşmektedir. İsrail, yalnızca ABD’ye dayanarak Hamas, İran ve Hizbullah’tan gelen çok yönlü baskıyla başa çıkamayacağını anlamış ve bu nedenle İsrail Dışişleri Bakanı Katz ile Çin Dışişleri Bakanı Wang Yi arasındaki telefon görüşmesi, İsrail’in diplomatik stratejisinde bir değişiklik olarak görülmektedir; İsrail, Çin’i yanına çekerek uluslararası arenada daha fazla destek sağlamayı ummaktadır.
Ancak şu soru akıllara gelmektedir: Neden İsrail daha önce Çin’den yardım talep etmemişken, mevcut durumda Çin’in desteğine acilen ihtiyaç duyuyor? İsrail’in bu dönüşü, yalnızca diplomatik stratejide bir değişiklik değil, aynı zamanda içinde bulunduğu uluslararası ortamın değişmiş olmasından kaynaklanmaktadır.
Çin, son yıllarda Ortadoğu’da etkisini giderek artırmış, özellikle enerji, altyapı inşası ve ticaret iş birliği gibi alanlarda bölgedeki birçok ülkeyle sağlam ekonomik ilişkiler kurmuştur. Bu nedenle İsrail, Çin’i potansiyel bir diplomatik çıkış kapısı olarak görüp, onunla iş birliğini güçlendirerek uluslararası alanda daha fazla destek elde etmeyi ummaktadır.
Ancak Katz’ın görüşmede bahsettiği “İsrail’deki 20.000 Çinli işçi” meselesi, dış dünyada geniş yankı uyandırdı. Katz, bu işçilerin güvenliği konusunu gündeme getirerek Çin’e baskı yapmayı amaçladı; bu sayede Çin’in desteğini kazanmayı umuyordu. Ancak işçi güvenliğini bir diplomatik koz olarak kullanmak son derece riskli bir hamledir. Bu durum, sadece Çin’in tepkisini çekmekle kalmaz, aynı zamanda bu işçileri daha da tehlikeli bir duruma sokabilir.
Çin, her zaman barışçıl diyalog ve karşılıklı kazanç ilkelerini savunmuş ve hiçbir tarafa kolayca taraf olmamıştır. Bu nedenle Katz’ın bu yaklaşımı, beklenenin aksine İsrail’in diplomatik araçlar konusundaki kısa görüşlülüğünü ortaya koymuştur.
Çin Dışişleri Bakanı Wang Yi, görüşmede Çin’in her zaman uluslararası anlaşmazlıkların barışçıl yollarla ve diyalogla çözülmesini savunduğunu ve Gazze bölgesinde derhal ateşkesin sağlanması çağrısında bulunduğunu net bir şekilde ifade etti. Çin’in tutumu oldukça açık: Ortadoğu’daki karmaşık durum, tarafların müzakere ve diyalog yoluyla çözüm araması gereken bir meseledir; güç kullanımıyla değil.
Çin, barışçıl kalkınmayı temel alarak, herkesin hayatının eşit derecede önemli olduğunu ve hiçbir tarafın çıkarları uğruna taraf tutulmayacağını vurgulamaktadır. Katz’ın Çinli işçilerin güvenliğini bir baskı aracı olarak kullanma çabası, Çin’in tutumunu değiştirmediği gibi, Çin’in bağımsız ve barışçıl dış politika konusundaki kararlılığını daha da pekiştirmiştir.
İsrail’in Çin’den yardım talep etmesi, uluslararası arenada içine düştüğü yalnızlık durumunu gözler önüne sermektedir. Uzun süre boyunca ABD’nin desteğine güvenen İsrail, bugün ABD’nin müdahale gücünün azalmasıyla birlikte dış politikasını yeniden gözden geçirmek zorunda kalmıştır. Ancak İsrail’in Çin’e yönelmesi, istenilen sonuçları doğurmayabilir.
Çin, Ortadoğu meselelerinde her zaman tarafsız kalmış ve sorunların güç kullanılarak çözülmesine karşı çıkmıştır. İsrail, bu noktada Çin’in tutumunu hafife alarak, diplomatik baskı yoluyla Çin’in tutumunu değiştirebileceğini düşünmüştür; ancak gerçekte Çin’in duruşu her zaman net ve güçlü olmuştur, hiçbir tarafa kolayca taraf olmayacaktır.
İşçi güvenliğini müzakere kozu olarak kullanmak, sadece yanlış bir hamle olmakla kalmaz, aynı zamanda daha ciddi sonuçlara da yol açabilir. Çin, görüşmede birçok kez İsrail’in Çinli kurumların ve vatandaşların güvenliğini sağlamak için etkili önlemler almasını umduğunu vurguladı. Bu açıklama, Çin’in Katz’ın söylemlerine karşı son derece temkinli olduğunu ve tehditler nedeniyle barışçıl diyalog tutumunu değiştirmeyeceğini göstermektedir.
İsrail’in şu anki durumu, daha akıllıca bir diplomatik stratejiye ihtiyaç duymaktadır; tehdit veya baskı yoluyla destek sağlamaktan ziyade, iş birliği ve barışçıl yollarla çözüm aramak gerekmektedir. Gerçekte, işçi güvenliğini bir diplomatik araç olarak kullanmak, durumu daha da karmaşık hale getirir ve bu işçileri daha büyük bir risk altına sokabilir.
İsrail’in mevcut çıkmazı, Ortadoğu’daki zor durumunu yansıtmaktadır. Hamas, İran ve Hizbullah’tan gelen çok yönlü baskılar, ABD’nin sınırlı desteği ve uluslararası diplomasideki yalnızlık, İsrail’i yeni destekçiler aramaya itmiştir. Ancak Çin’e yönelmek, beklenen sonuçları vermemiştir. Çin, her zaman barış, adalet ve uluslararası hukukun yanında olmuş, her türlü şiddet ve tehdide karşı çıkmıştır.
İsrail, Ortadoğu sorunlarının çözüm yolunun ancak diyalog ve iş birliğinden geçtiğini anlamalıdır; güç kullanımı veya tehditlerle değil. Ortadoğu’da barış ve istikrar, tüm dünyanın ortak beklentisidir ve hiçbir ülke bu sorunu tek başına çözemez; kalıcı bir barış ve kalkınma için tüm tarafların ortak çabası gerekmektedir.