İki söyleşi kitabı, İlber Ortaylı ve Eric Hobsbawn

Yayın tarihi: 6 Kasım 2022 Pazar 10:14 am - Güncelleme: 6 Kasım 2022 Pazar 10:14 am

Ertürk Akşun

Söyleşi kitaplarını önemli buluyorum. Elbette ki ustalarla yapılmış söyleşilerin tadı bambaşka… Ustaların kendi deneyimlerini aktarmaları çok değerli…

Günümüz toplumunda insanların aşırı bireyselleşmesi, her şeyin kendilerinden başladığını düşünmeleri, yaşamdaki tek amaçlarının hayatta kalma çabası olması ve hep kendi çıkarları doğrultusunda yaşamaya çalışmaları toplumsal bir kopukluk yaratmıştır. Söz konusu bu kopukluk sadece diğer insanlarla yaşadıkları kopukluk değildir, tarihlerinden, coğrafyalarından ve dillerinden kopuşları da beraberinde gelmiştir. Halbuki unutmamamız gereken ilk kural, insanın toplumsal bir varlık olduğu ve ancak bir başkasına faydalı olduğunda kendini iyi ve mutlu hissettiğidir.

İnsanların yeniden ortaklık kurması, ortaklık fikrini inşa etmesi gerekmektedir. Konuyu ister siyasal düzende, ister bireysel düzende düşünün fark etmez, olması gereken budur. Hatta bu ikisini aynı anda başarmak zorundadır. Tarihinden, coğrafyasından ve dilinden kopan insan doğal olarak diğer insanlardan da kopar.

İnsanın günümüzde yaşadığı psikolojik sorunların temelinde bu vardır. Toplum içinde bireyler sadece kendilerini düşünürlerse mutsuzlukları kaçınılmaz olur. Günümüz insanı mutsuzdur. Günümüz insanı geçmişini unuttuğu için, gelecek kurgusunu da kaybetmiştir. Geçmişinden kopmuş ve geleceğe bakamayan insan, sadece şimdiki zamana ve kendisine hapsolur. Bu da insanda güven kaybına yol açar. Güveni kaybolan insan, kimseye güvenemez.

Şöyle düşünün mesela, kimseye güveni olmayan insan (elbette kendine güveni de yoktur) nasıl âşık olabilir, nasıl sevebilir? Sevgi ve aşk bir güven işidir. Dostluk bir güven işidir. Herkes “Günümüzde ilişkiler neden yürümüyor?” diye soruyor. Kişisel gelişim gurularının bugünlerde en çok sattıkları konunun ilişkiler olması boşuna değil. Psikologlarla konuştuğumda kendilerine en çok başvurulan konunun ilişkiler olduğunu söylüyorlar. Kişisel gelişim gurularının sürekli ilişkiler üzerine kitap yazıyor olmaları da bundan. Halbuki cevap çok açık. Güvenini kaybetmiş bir insanın ilişki kurması imkânsızdır.

Söyleşi kitaplarını sevmemin temel sebebi budur. İnsan artık konuşabileceği, tartışabileceği, ortaklık kurabileceği alanları kaybetmiştir. Richard Sennett bu konuyu “Kamusal İnsanın Çöküşü” diye telaffuz ediyor. İnsanların ortaklık kuracağı kamusal alanlar ve kamusal insan yok edilmiştir. Sebeplerine burada uzun uzadıya değinmeyeceğim. Ancak temel sebebinin üretim biçimlerinin değişmesi, esnek üretim modeli, yeni küresel kapitalizm, tüketim toplumu ve felsefi olarak postmodern düşünce olduğunu söyleyebiliriz.

İyi bir söyleşi kitabı bir entelektüelle sohbet etmek gibi, karşılıklı tartışmak gibi imkânlar sağlamaktadır ki günümüz açısından bunlar çölde vaha bulmak gibidir. Yakın zamanda okuduğum iki söyleşi kitabından bahsetmek istiyorum.

İkisi de büyük tarihçiler olan İlber Ortaylı ve Eric Hobsbawm’ın kitaplarını okudum. İnsan Geleceğini Nasıl Kurar: Kendini İnşa Etmenin Yolları ve Yeni Yüzyılın Eşiğinde.

İlk başta kitaba önyargıyla yaklaşmamın sebebi açık konuşayım, kitabın ismindeki “kendini inşa etme” sözü oldu. İnsanın toplumundan ve çevresinden kopuk olarak kendini inşa etmesi mümkün değil. Ama ilerleyen sayfalarda özellikle toplumsal inşa kavramını da vurgulaması içimi rahatlattı.

İlber Ortaylı’nın Türk aydınlanmasının başlangıcı olarak Tanzimat Dönemi’ni alması önemli bence, ama Midhat Paşa’yı anmaması bir handikap. Yalçın Küçük’ün de Aydın Üzerine Tezler adlı kitabında aydınlanmayı Tanzimat’tan başlatması iyi bir aydın duruşu. Modernizme önem vermesi, postmodernizmi yermesi de önemli bir ayrıntı olarak karşımıza çıkıyor. Türk aydınlanmasını yaratan insanların biyografilerinin çok az olması büyük bir eksiklik olarak çıkıyor karşımıza. Özellikle genç kuşak açısından bu biyografilere önem vermek gerekiyor.

İlber Ortaylı, eğitim konusuna çok önem verdiğini anlatıyor kitapta. Uzun uzadıya duruyor eğitim meselesinin üzerinde. Dikkat çekici noktalardan biri de, eğitimin ev içinde olamayacağı, ancak okulda olabileceği görüşü… Çocuğun kendini geliştireceği yer okuldur ve bu ancak iyi eğitmenlerle olur. Günümüzün anne babalarının çocuğa evde eğitim vermeye çalışması, çocuğu eğitim kurumlarına bir türlü teslim edemeyişi önemli bir sorun. Sözde çocuklar okula gidiyormuş gibi görünüyor ama anneleri de onlarla birlikte okuyorlarmış gibi… Bütün bunların çocuğun eğitim hayatına nasıl ket vurduğunun altını çiziyor İlber Ortaylı… Söylemeye dili varmıyor ama sosyalist eğitimin daha sağlıklı olduğunu gizliden gizliye de olsa vurguluyor.

Mutluluğu ölçü kavramıyla açıklamaya çalışıyor. Çalışmanın ölçüsü, okumanın ölçüsü, durmanın ölçüsü, beklemenin ölçüsü, tembelliğin ölçüsü vs. İnsanın mutsuzluğu da bu ölçüleri tutturamadığında ortaya çıkıyor. Mutluluk kavramını tartışırken özellikle Stao Okulu felsefecilerinden örnekler veriyor. Felsefeyi ikiye ayırırsak; bir kolu insanın özüyle ilgileniyor diğeri de toplum düzenlemesiyle… Stao Okulu öncelik olarak insanın özüyle ilgilendiği için bu kısımdan verilen örnekler çoğunlukta. Elbette toplumsal yapıyla ilgili olanları anlatmadan geçmiyor İlber Hoca. Rousseau, Marx, Platon vs. Hepsinin adı anılıyor kitapta. Bir Aydınlanmacı olarak da Rousseau’ya özel bir anlam yüklediği de açıkça belli oluyor.

Burada kitabı baştan sonra anlatacak değilim elbette, bizi ilgilendiren kısmı, neden okunması gerektiği. Birinci sebebini yukarıda belirttim, aşırı bireyselleşmiş ve bencilleşmiş dünyada, bir entelektüelle sohbet etme imkânı tanıyor kitap. Birçok düşünce, sohbet üslubunda ve kısalığında tartışılıyor. Okurken durup düşünmek, cevap vermek ve tartışmak imkânı sağlıyor. Birçok düşüncesine katılmayabilirsiniz İlber Hoca’nın, eksik bulabilirsiniz ama önemli olan size tartışma fırsatı tanıyor olması.

Kitabın bizi ilgilendiren ikinci kısmı da, çok çeşitli konulara da değiniyor olması. Bir konu üzerinde uzun uzadıya yoğunlaşmak değil de, bir tartışma ortamında kısacık tartışmak gibi. Çoğunlukla es geçtiğimiz ancak gündelik hayatımızı temelden etkileyen konulara da cevap veriyor. Ahlak, ölçü, mutluluk, ilişkiler, devlet yönetimi, okuma yöntemleri, tarih, coğrafya, dil, uzmanlaşma, ortak yaşama kültürü gibi konulara da değiniyor.

İki tane eleştirimi eklemeden geçemeyeceğim.

Birincisi, hocanın aklında olduğu halde söyleyemediği çözüm önerileri.

Kitabın son sorusu şuydu:

“Peki denge açısından ideal bir devlet, ideal bir sistem var mıdır hocam?”

İlber Hoca’nın cevabı şöyle:

“Bu soruya cevap vermek mümkün değil. Herkesin cevabı kendine göredir. Ben kendime göre bir cevap vermeyeyim…”

Eğer gerçekten yeni bir aydınlanma gerekiyorsa, aydınların bu tür sorulara verecekleri bir cevabı olmalı. Aydın olmanın birinci koşulu sanırım cesur olmak.
İkincisi, sadece başarıya odaklanmış insanlar için bir yol haritası çizmesi. Halbuki toplumun çoğunluğunun başarılı olma imkânı, yeteneği ve düşüncesi yok. Başarıya ulaşamayanlar veya ulaşmak istemeyenlerle ilgili olarak da mutluluk tanımının yapılması gerekiyordu bana göre. Hayat bir zanaatçılıktır, herkes başarılı olacak diye bir kural yok, yapabildiğinin en iyisini yapma çabasıdır zanaatçılık. Bu açıdan da konuya bakılsaydı çok iyi olurdu kanaatindeyim.
Gelelim ikinci kitaba. Eric Hobsbawm’ın Yeni Yüzyılın Eşiğinde kitabı. Söyleşi 1999 yılında yapılmış olmasına rağmen, Hobsbawm’ın verdiği cevaplar açısından çok önemli buluyorum bu kitabı. 1914’ten başlayıp, Sovyetler Birliği’nin çöküşüne kadar uzanan zaman aralığını incelediği Kısa 20. Yüzyıl adlı kitabını da çok önemsiyorum ayrıca.

Yeni Yüzyılın Eşiğinde adlı kitabında ise Sovyetler Birliği’nin yani reel sosyalizmin çözülüşünden 2000’li yılların başına kadar geçen sürede neler olduğunu anlatıyor ünlü tarihçi. Kitabın ana teması yeni küresel dünyanın insanlara istedikleri imkânları sağlamamış olması üzerine kurulu. Reel sosyalizmin çöküşünden sonra tek kutuplu dünyanın handikapları, yeni faşizm, yeni mafya düzeni üzerine önemli tespitler, yükselen Çin ve yeni dünya savaşının ayak izleri, ulus devlet modelinin çöküşü, yerine konan küreselleşmeci yeni emperyalist düzen… Hepsi kitabın önemli konuları arasında yer alıyor.

Çoğumuzun kafasını meşgul eden sorular ve bu sorulara sohbet tadında verilmiş cevaplar var.

Örneğin yeni mafya düzeniyle ilgili şöyle söylüyor Hobsbawm:

“Dünyanın bazı bölgelerinde devlet erkinin görece çözülüp dağılmasından kaynaklanan bir durumdur. On beşinci ya da on altıncı yüzyıldan beri Avrupa’da varlığına rastlanmayan ‘savaş lordu’ figürü dirilmiştir. Bu tür insanlar, kendi özel ordularını organize etmiş oldukları için, siyasal olayları erteleme yetisine sahiptiler. Bu durum bana Çin’deki durumu hatırlatıyor: İmparatorluğun çöküşü ile devrim arasında geçen elli yılda, yani etkin bir yönetim ortada yokken, gücü elinde bulunduranlar sadece savaş lortlarıydı. Bunlardan kimileri, Mançurya’yı yöneten ve kendisini general ilan eden Chan Tso Lin gibi, eski haydutlardı. Özel savaş durumu ile devletler arasındaki bir karışımdan ibaret olan şu anki durumun, bu fenomenin devletin gözle görülür derecede çözüldüğü yerlerde yeniden gerçeklik kazanabileceği anlamına geldiğini düşünüyorum.”

Küreselleşme ile ilgili de önemli ipuçları sunuyor bizlere:

“Dolayısıyla küreselleşme, kurumsal olarak en ileri noktada olsa bile, bir bakıma, herkes için daha geniş bir erişim, fakat eşit olmayan bir erişim demektir. Keza doğal kaynaklar da eşitsiz bir biçimde üleşilmektedir. Küreselleşmeyle ilgili mesele onun, eşitsiz ve değişken bir dünyada, ürünlere eşitlikçi bir erişimi temin etme emeli beslemesidir. Bu iki soyut kavram arasında bir gerilim vardır.”

Yeni döneme ilişkin de kısacık ama çok önemli bir ifadesini paylaşmak istiyorum sizlerle:

“Günümüzde bu mantığı kabul etmeyen yönetimlerin sayısı yok denecek kadar az. Serbest piyasa ideolojisinin moda haline gelmesi bir bakıma Kısa Yüzyıl’ın son evresinin bir yan ürünüdür: Keynesçiliğin Altın Çağı’ndan bir kopuşu ifade etmektedir. Ne ki bu moda, sona ermediyse bile, hızla sona yaklaşıyor.”

Okuyarak öğrenmek, hâlâ en geçerli öğrenme yöntemi aslında. Görsel ve işitsel bir çağda yaşadığımızı biliyorum ama görsel ve işitsel öğrenmeyle okuyarak öğrenme arasındaki en önemli fark, okurken kendi kendimize tartışma imkânımızın doğmasıdır.
Bu iki kitap da kendinizle bol bol tartışabileceğiniz imkânlar sunuyor size.