“Görgü, panik ve üzüntü hallerinde hemen unutuluverirdi.”
Adımı Deniz Koydular romanımdaki karakterlerden biri üzüntü halinde viski bardağını tepelemesine doldurduğunda yazar, süper egonun eseri görgünün nasıl bir anda yok olabildiğini bu cümleyle fısıldıyordu.
Bütün hayvanlar kendini yalarken, biz burnumuzu karıştırmıyorsak hep görgünden. Yazılı olmayan, amacı rahatsızlıkları azaltmak olan görgü… Bir süper ego eseri…
Bir de yasalar yaptık. Görgü gibi gönüllülüğe bırakılamayan yasalar… Ahlak protokolleriyle başlayıp Tanrı ile antlaşmaların imzalandığı dinlere, Hammurabi Kanunları’ndan Roma hukukuna, modern hukuka…
Neden en ufacık kaosta yağma başlar? Neden düzendeki ufacık bir bozulmada şiddet artar? Bizi medeni olmaya önce yasalar zorlar sonra da görgü. Lokantada tuzluğu çalmanın cezası vardır, garsona kaba davranmanın ise sosyal dışlanmayla karşılaşılan sonuçları.
Bir futbol kulübü başkanı (MKE Ankaragücü, Faruk Koca) herkesin gözü önünde bir hakemi (Umut Melen) yumrukladı. Etrafındaki vandal kalabalık yere düşen hakemi tekmeledi. Ne ayıp biliyorlar ne de hukuk tanıyorlar! Polis dayak yiyen hakemi saha dışına çıkarırken tribünlerden atılan cisimlerden korumak zorunda kaldı. Kendini yasaların ve tüm görgü kurallarının üzerinde gören AKP kurucularından, iki dönem milletvekilliği yapmış Faruk Koca’nın bu şiddet eylemini hem kulübündeki diğer yöneticilerin hem de taraftarın onayladığını görmek bence gecenin en korkunç sahnesiydi.
Yumruk attığı için eli incinen Faruk Koca’yı hastane çıkışında tezahüratla karşılayan taraftar adına ben utandım. Almanca Fremdschämen kelimesi var ya hani… Başkası adına utanmak. Ona Türkçe bir karşılık bulmanın vakti gelmedi mi? Yeni Türkiye’de o kadar çok ihtiyaç duyuyoruz ki… Bundan sonra bu durumları anlatmak için “Elar ettim” diyeceğim ben. El ar… Elar! Elar etmekten de başka bir şey gelmiyor elimizden. Bari duyguya bir ad koyalım.
!
***
Basında “Tüm dünya şu Türkü konuşuyor” diye klişe bir başlık vardır. Pek haz etmem ama dün bu klişe tedavüldeydi. Gerçekten bütün dünyanın diline düştük. Kolay mı tabii öyle azametli bir rezaletti ki yaşanan… Futbolcu tokatlayan teknik direktörleri “İmparator” diye yüceltirken, takıma ve taraftara mobbing uygulayan başkanları omuzlarda taşırken, holigan taraftarları “Vefalılar” diye göklere çıkartırken normalleşen şiddetin herkesi ezip geçecek bir çığa dönüşeceğini hesaplamak gerekiyordu.
Türkiye şiddet bağımlısı bir toplum olmuştur. Şiddetin normalleştiği bir toplum için daha kötü bir kıyamet yoktur. Faruk Koca’yı kınayanların çoğu “Şiddetle kınıyorum” diyor. Sık sık pek çok şey şiddetle tavsiye de edilir. Neden? “Hararetle öneririm”, “Esefle kınıyorum” demek çok mu zor? Dilimizde bile normalleşmiş bir şiddet…
Trafikte dayak yiyenler, otobüs şoförünü dövenler, doktorları öldürenler… Şiddetlerden şiddet beğen! Neden?
Çünkü yasalar işlemiyor. Yapanın yanına kâr kalıyor. Anayasa Mahkemesi kararının yok sayıldığı bir ülkeyiz biz. Bunun ne kadar korkunç bir şey olduğunun farkında olan bir grup azınlık bağırdı, çağırdı. O kadar. Bunu bile konuşmuyoruz artık. Can Atalay neden hâlâ esir tutuluyor? Neden Anayasa Mahkemesi kararı uygulanmıyor???!!!
Vergisini vaktinde ödeyen de emniyet şeridini kullanmayan da enayi durumuna düşürülürse olacağı bu. Yasalar uygulanmadığı gibi kabalık ve görgüsüzlük de bir sosyal dışlanmayla karşılaşmıyor. Aksine bolca alkış alıyor.
***
Somali Cumhurbaşkanının oğlu Muhammed Hasan Şeyh Mahmud, motokurye Yunus Emre Göçer’e çarparak öldürdü. Futboldaki şiddetle nasıl dünyaya rezil olduysak buradaki skandalla da benzer bir aşağılanma yaşıyoruz. Muz cumhuriyetinde bile olmayacak işler ülkemizde oluyor. Otizmli çocuğu eğitim alabilsin diye ve çocuğun bakımında eşine destek olabilmek için tır şoförlüğünü bırakıp motor kurye olan Yunus Emre Göçer’in öldürülüşü de katilinin ülkeden kaçışı da bu ülkenin içler acısı halini ortaya koyuyor.
Bunca yolsuzluk, şike, dolandırıcılık, vergi kaçırma, para aklama… Tüm bunları insanların gözüne soka soka nasıl yapıyorlar? Bunlar Türkiye’nin hızla hukuk devleti olma vasfını yitirdiğinin göstergesi… Yasaların işlemediği yerde büyüklük kompleksine girenler çok olur. Kendini yasaların üzerinde görenler…
Kimsenin insafına da bir panik ve üzüntü halinde terk edilecek görgüsüne de emanet edilmeyecek kadar değerlidir insan onuru; yasalarla korunmalıdır. Orman kanunları işlerse haklı ‘güçlü’ olmaz, güçlü ‘haklı’ olur.
Bizi bugünlere göz yumulan küçük küçük hukuksuzluklar getirdi. Sonra bir baktık Sezgin Baran Korkmaz kaçmış, Reza Zarrab firar etmiş… Çiftçiye kredi vermesi gereken banka medya şirketinin satın alınmasını finanse etmiş… Hukuksuzluğun istisnası olmaz.
Her şeyin birbiriyle bağlantısını görmedikçe hiçbir şey de çözülmeyecek. Bizler, bu ülkenin vatandaşları her seferinde nasıl bir ülkede yaşayacağımızı seçiyoruz. Neye layık olduğumuzu onaylıyoruz. Buna mı layığız?
Neyse… Faruk Koca bakalım nasıl güzel inciler düzecek bize. Acaba pembe mi gözünü aldı? İyi bahane olabilir: “Hakemler çok pembeydi. Şekerim de düşmüştü. Tepem attı.”