96 Baharında, “Piya” kolektifinden kimi şair kardeşlerimle şiirin peşi sıra Amsterdam’a gitmiştik. Hollanda’nın kentlerini dolaşmak bir hayli güzeldi ve o kentlerdeki insanlarımıza şiirler okumak... Sonrasında Almanya’nın bir iki kenti ve Paris de katılmıştı bu okumalara. Bir akşam Paris’ten dönmüştük ve yanılmıyorsam, şimdi ışıklar içinde olan kardeşim Kazım Koyuncu ve orkestrası da vardı o dönüşte. Kocaman bir meydan olan leidseplein’den geçerken, üşümüş kuşlar gibi birbirine sokulmuş iki insan gördük, önlerinde bizim zurnayı andıran ama zurnanın belki de on katı uzunluğunda, sonradan adının “dijuri” olduğunu öğrendiğim bir çalgı. Çok ilginç bulmuştum. Yanımdaki şair kardeşim Mehmet Çetin o insanların Aborjini olduklarını söyledi. Sanırım Aborjini adını ilk kez orada duydum. Uzun uzun dinledik ve içlendik o hüzünlü melodiyle… Acının ve hüznün dili ortaktı, buna bir kez daha hiç bilmediğim bir uygarlık üstünden tanık oluyordum… Sonrasında o içli melodinin aslında bir soykırımın acısı olduğunu öğrendim. Avustralya’nın yerli halkı olan bu barışçıl insanlar, topraklarına 1788’den itibaren gelmeye başlayan İngilizlerin soykırımına maruz kalmış ve on binlerce Aborjini o tarihten sonra katledilmişti. Kalanlar işte o acıları hatırlatan müzikler ve söylencelerle Avrupa’nın kimi kentlerine uçmuşlardı göçmen kuşlar gibi… Yurda döndükten sonra, orada yaşadıklarım “Cafe de Tap’ta Akşam” adlı bir şiire dönüşmüş ve o günlerden hafızamda kalan bölük pörçük bir öyküyü de birkaç söyleşide aktarmıştım insanlarımıza. Yakın zamanda sevgili Aydın Şimşek’in “Sanat ve İktidar” adlı yapıtında karşıma çıktı o bölük pörçük anlattığım... Meğer Eduardo Galeano’nun “Yürüyen Kelimeler” adlı yapıtındaymış öykünün orijinali… O Aborjini öyküsünü “Belleğe Açılan Pencere” başlığıyla şöyle aktarıyor Galeano, Denizin öte yakasında artık yaşlanmış olan usta çömlekçi, işten el etek çekiyor. Gözleri buğulanıyor, elleri titriyor artık, veda vakti geliyor. Böylece, inisiyasyon töreni gerçekleşiyor. Yaşlı çömlek ustası ortaya çıkardığı en iyi işini çırağı olan genç çömlekçiye sunuyor. Kuzeydoğu Amerika yerlileri arasında gelenek böyle emrediyor; giden sanatçı, ustalık dönemi eserini yeni başlayan sanatçıya teslim ediyor. Genç çömlekçi, bu mükemmel eseri izlemek ya da örnek almak için saklamıyor; onu yere vurup, bin parçaya ayırıyor, sonra parçaları toplayıp, kendi kiline katıyor…”. Kendi kiline kattığı ustasının bu en büyük eserini aşmak zorundadır artık sanatçı, o kilden, kendi en büyük eserini yaratmak zorundadır… Yeni ve daha aşkın bir sanat yapıtı için, geleneğin doğru kavranmasının, doğru değerlendirilip, dönüştürülmesinin ne denli önemli olduğunun altını kalınca çizmiyor mu bu anlatı? İşte o günlerden kalan ve “Soğuk Yara” adlı kitabımda yer alan “Cafe de Tap’ ta Akşam” adlı şiirim de şöyle; kundaklanmış hayatın son çocukları: aborjini yalnızlıkla kardeş iki sevgili biri aborjini öteki aborjini ikisi birden aborjini aşk istiyorlar derhal şimdi ama biz leidseplein’ de iki karaderili lirik ve acıtan bir şey bu benimkisi gidiyorsun ya gidişin yağmur ormanlarının ansızın tükenişi kanallara kapılıp gidiyorsun işte, kuğu sesi amsterdam’ın nesini sevelim, düştü ya redifi kirletilmiş bir ülkenin çıngıraklı yılanıyım ah! her seslenişimde ele veriyorum kendimi toplatılıyor kitaplarım, arkadaşlar, dersim yakasına gül takan herkes mi suçlu ya üçe yirmi kala duran cafe de tap'ın saati? müşterilerinden daha sarhoş köşedeki barmen üç kırık kalp, iki gitar, bir saksafon laleye benziyor şu güzel ve bezgin kadın hayatımız sanki bütün aşkların beklediği an amsterdam; bisikletlerin ve güzel olanın şehri günlerimiz aşk kırgını gecikmiş akşam pakistanlı mültecinin gözlerinden akan kan gül mü gülüş mü sunulan ömür mü hayata ve ah o yangı o jazz o akşam... jazz; kalbimizde yeniden büyüyen semender o kadının gözlerine sekeceğim nasılsa kırdık mendireği alçaldık nasılsa uzun bacaklı kadınlara bakmaktan işte geliyor eyvah salınıp geçip gitmeye tam burada geçiniz neşidesini süleyman’ ın şimdi çok olmuştur yazdan sıkılalı sevgilim kundaklanmış hayatın son çocukları: zazaki yalnızlıkla sevgili iki kardeş biri zazaki, öbürü azeri, ikisi birden zazaki aşk istiyorlar derhal şimdi ama biz leidseplein’ de ansızın iki karaderili.