On gün kadar önce bir şiir bitirmiştim, adı 'Zürafaları Dinliyorum'. Ebru Timtik’e ithâfen, zulme uğrayan insanları düşünen, Aytaç Ünsal’ı kucaklayan bir şiirdi bu. Geçen hafta bu köşede kısacık bir üst yazıyla yayınlamayı düşündüm, fakat şiir biraz dinlensin diye 'Baydın ama' adlı yazıyı yayınladım ve bu haftaya bıraktım o şiiri; Ebru’nun öleceğine ise asla inanmadım! Yazık ki Ebru Timtik kendisine ithaf edilen şiiri bilmeden, ayrıldı bu zalimler dünyasından. Dün gece haber siteleri haberi duyurduğunda, içime bir kor düştü sanki sabaha kadar yandı durdu bütün gövdem… Karanlık bir odada, aydınlık bir gelecek ve adalet için açlıktan ölmeyi bekleyen hukukçuların olduğu bir ülkede yaşamaktan duyduğum utanç; şuradan şuraya geldi gayrı… Çok üzülerek söylüyorum ve zaten biliyorsunuz; böyle giderse Ebru Timtik son da değil, sırada Aytaç Ünsal var, annesinin tek evladı! Bu hukuksuzluk böyle sürerse, korkarım sıraya başkaları da girecek. Kendi meslektaşını ölüme gönderen bir hukuk sistemi olabilir mi? Bu nasıl düşmanlık, bu nasıl zalimlik böyle! Şimdi Ebru Timtik öldü, o güzel, serin yüzlü kız yok artık! Bütün hukukçuların görevi Aytaç Ünsal’ı yaşatmak olmalı! Çünkü Aytaç’ın ölüme yatmış bedeni hepimizin, bu ülkenin utancıdır artık. Aytaç yaşasın için bırakın bu ülkeyi, bütün dünya çığlık çığlığa olmalıdır artık! Yaşarken ne Ebru’yu tanırdım, ne de Aytaç Ünsal’ı tanırım. Ama annelerinin feryadını duyuyorum, gelecekten yükselen sesi duyuyorum; 'bu utançla yaşayamazsınız!' İnanın yaşaması çok zor olur, hiç değilse Aytaç, mutlaka yaşamalı! Ama ah ki insanız biz, bazen çokça çaresiz, bazen güçlü ama yaşatmayı beceremeyen! Haydin el ele verelim, hiç değilse Aytaç ölmesin, değilse içimizdeki çocuklar da ölecek. Çünkü her çocuk, her zaman vicdan ve adalet bekler, unutulmasın beyler! Elimden hiçbir şey gelmiyor olmasının acısını nasıl anlatsam bilemiyorum; işte bunun için ‘çığlık niyetine’ okuyun bu şiiri! Ebru Timtik görmeden gitti, hiç değilse Aytaç yaşasın, gelecek günleri birlikte görelim niyetine okuyun bu şiiri:

ZÜRAFALARI DİNLİYORUM

Sizi Güz’ün çitlere asılı bir fotoğraftan Hatırlıyorum solgun geçen o bahardan Yazdan kara kıştan hiç bitmeyen telaştan Hatırlıyorum hep korkarak, unutmaktan! Nasıl ürkerdiniz kar tanesine dokunmaktan Yine de kör edilirdi varoşlarda cerenleriniz Geçen sonbahar nasıl da sarartmıştı kalbinizi Yer değiştirmişti sağanak yağmurla gözleriniz. Uzak uzak görürdüm, dolu yaraydı avuçlarınız Kocaman açılır, sonrası kocaman susardınız Biliyordum bir kentten bir kente telaştaydınız Öylece hatırlıyorum sizi küçük hanımefendimiz. Kurşunlar geçerdi elinizdeki siyaset hukukundan Yanı başınızda bir leş gibi uzanırdı devletin kokusu Hatırlıyorum sizi hep, korkuları yakan cesaretten Şimdi kara eller uzanıyor o soylu hâtırata yeniden. Hasretle bakıyorsunuz dağlara, demirli pencereden İncecik vücutlarıyla zürafalar iniyor su içmeye, nehre Gizemleri ve daha ne cesur insanları vardır dünyanın Ama ben Ebruli bir kızdan söz ediyorum size, sizden! Sevdalı bir kızdan söz ediyorum suyun tersine inanan Ağlıyor muyum? Hayır. Zürafaları dinliyorum uzaktan Bu katran ağırlığı sisin varlığına aldırma diyorum sen Geçer mutlak bu kara günler, silinir zulüm siyasetten!