Birkaç haftadır dertleşemedik, yeniden merhaba.
Son günlerde ‘Karabağ’ sorunu gündemimizi yeniden öylesine doldurdu ki korona dâhil, başkaca bir şeye yer kalmadı sanki. Savaşa ilişkin son gelişmeleri öğrenmek üzere internette dolaşırken, Hrant Dink’in hangi tarihte söylediğini bulamadığım bir konuşmasına rast geldim. Vicdanlı her insanın yapması gerekeni yapıyor ve şöyle söylüyor: “Şu Karabağ sorununun çözülmesi gerek. Azerbaycan, Türkiye, Ermenistan, Rusya ve ABD bir araya gelip neyse artık orada çözülmesi gerek... Açıkça söylüyorum, Ermenistan'ın işgal etmiş olduğu topraklardan çekilmesi lazım!”
Demek ki Karabağ sorunu yalnızca Azerbaycan Türkleri açısından değil, vicdan sahibi herkes tarafından çözüm bekleyen bir sorundur. Ve yalnızca Kafkasya’da yaşayan halkların sorunu da değildir. Birleşmiş Milletler’ in de yakıcı sorunlarından biridir ve bir an önce çözüme kavuşmalıdır. Çözümse hiç kuşkusuz Ermenistan’ın BM kararlarını uygulayarak Azerbaycan’a ait olan topraklardan ön koşulsuz çekilmesidir. O acılı toprakların bir önce huzura kavuşması, Kafkasya Dağları’nda yeniden çiçekler açmasını sağlamak, Ermenistan’ın elindedir ve dünyaca alınan kararları (BM) uygulayarak bu barışı Kafkasya’ya vermelidir.
Öyleyse neresidir bu Karabağ, kimin yurdudur aslında? Bu yazıda Yaşar Aksoy ağabeyimin “1915 Ermeni Komşum”* adlı kitabından yola çıkarak, gündelik olanın tuzağına da fazlaca düşmeden, tarihsel olanın derinliğinden biri iki söz kuracağım.
Bilinen haliyle “Dağlık Karabağ” sorununun başlangıç tarihi 1988, ama biraz daha gerilere giderek bir tarihsel plandan hareketle söylersem; aslında sorun yalnızca Dağlık Karabağ sorunu da değil, bütün olarak Karabağ sorunudur. Çünkü Dağlık Karabağ, 18.000 km2 yüzölçümüne sahip Karabağ’ın içinde yer alan 4.392 km2’lik görece küçük bir bölgenin adıdır.
1748’de bu topraklarda Penah Ali Han Karabağ Hanlığını kurdu. 1805’de, Ruslar Karabağ Hanlığını kontrol altına aldılar ve 1813’te de, Gülistan Anlaşması’yla ilhak ettiler. 1822’de Karabağ Hanlığı ortadan kaldırıldı. Ama şu bir gerçek ki, 1783’te Knez Potyomkin, Çariçe II. Katerina’ya yazdığı mektupta: “Fırsat bulunca Karabağ’ı hemen Ermenilerin kontrolüne vermekten ve böylece Asya’da bir Hristiyan devlet kurmaktan“ söz etmekteydi. 19. yüzyılda, bölgeye Anadolu’dan ve İran’dan Ermeni göçleri yaşandı. Dönemin Rus tarihçilerine göre, bu süreç boyunca, en az 1.000.000 Ermeni Kafkasya’ya göç ettirilmişti. 1832 yılı resmi nüfus sayımında Karabağ bölgesinin % 64.4’ü Müslüman %34.8’i Ermeni olarak kayda geçmişti. O yıllarda Çarlık Rusya’sının diplomatı Griboyedov, Ermeniler için çalışıyor ve “talihsiz Ermeni kardeşlerimin yoluna başımı koymaya her an hazırım” diyordu.
Bütün bunlara karşın, yine de, Dağlık Karabağ yüzlerce yıl Azerbaycan sınırları içinde kalmaya devam etti. Nitekim 1918’de Mehmet Emin Resulzade öncülüğünde kurulan ilk Azerbaycan Cumhuriyeti ve sonrasındaki Sovyet Azerbaycan’ı içinde de Dağlık Karabağ Azerbaycan’ın bir parçası olarak varlığını sürdürdü. Sovyet dönemi öncesinde Ermeniler Dağlık Karabağ’da azınlıkta iken, Sovyet döneminde de gerçekleştirdikleri sürekli göçlerle, 1988’de nüfusun yaklaşık yüzde 70’ini oluşturur hale geldiler; yani Dağlık Karabağ üstünde onlarca yıl süren bitimsiz bir katakulli varlığını hep sürdürdü!
O tarihte, Sovyetler Birliği içinde Azerbaycan’a bağlı özerk bir bölge olan Dağlık Karabağ’ın Ermeni çoğunluğundaki Parlamentosu, Ermenistan Sovyet Cumhuriyeti ile birleşme kararı aldı ama 1989’da Kremlin, Dağlık Karabağ’ın bu kararını geri çevirip, bölgeyi yeniden Azerbaycan’a bağladı. Sovyetler Birliği’nin dağılmaya başladığı 1991 yılı sonunda, otorite boşluğunu fırsat bilen Ermeniler bu kez de Dağlık Karabağ’ın bağımsızlığını ilân ettiler. Bu durum, Dağlık Karabağ ve Ermenistan ile Azerbaycan arasında silahlı çatışmaların da fitilini ateşlemiş oldu.
Dağlık Karabağ, 8 Mayıs 1992’de Ermeniler tarafından işgal edildi. Burada öldürülen Azerbaycan Türklerinin sayısı 20 000’i geçiyor. Aynı yıl, 18 Mayıs’ta, Dağlık Karabağ’la Ermenistan’ı ayıran Laçin bölgesi işgal edildi. Ermeni saldırıları
1993’te de devam etti ve Kelbecer, Ağdam, Fuzuli, Cebrayil, Gubatlı ve Zangelan gibi, Dağlık Karabağ’ı çevreleyen bölgeler de Ermenilerin eline geçti. Sonuçta, birçok insan yaşamını yitirdi, binlerce aile yurdunu terk edip mülteci (kaçkın) durumuna düştü. Ve 1994 yılından bu yana Karabağ, yani Azerbaycan topraklarının yüzde 20’si Ermeni işgali altındadır.
Toprak insan içindir, insanın üstünde yaşayamadığı toprağa ne gerek! Şu an Azerbaycan’da 1 milyonu aşkın Karabağlı mülteci olarak yaşıyor, burada onlara “kaçkın” diyorlar. Ve bu ‘Karabağ Kaçkınları’ tam 27 yıldır korkunç bir insanlık dramı yaşıyorlar. Bakü ve civarında yaşayan ve bu topraklara 20.000’i aşkın ölü vererek gelebilen bu insanlar için Batı yahut dünyanın başka bir ‘uygar’ ülkesi kılını bile kıpırdatmadı; onlar açlığa ve ölüme terk edildiler!
1994’de Rusların arabuluculuğunda oluşturulan “Minsk Grubu” gözetiminde başlayan görüşmeler, asla çözüm odaklı olmadığı gibi, çözümün önünde neredeyse engel oluşturdu. Minsk Grubu üyeleri Erivan bağlarında damıtılmış güzel şarapların tadına bakarken, Karabağ ve civarında yaşayan son Azerbaycan Türkleri de katledildiler! Bildiğimiz kadarıyla artık Dağlık Karabağ’da hiç Azerbaycanlı yaşamıyor. Savaşın neden olduğu toplam ölüm sayısı 30 bini aşkın. Sadece, Ermenilerin 1992 yılında yaptığı Hocalı katliamında 614 insan öldürülmüş, yüzlerce insan da sakat bırakılmıştı…
Bütün bunlara karşın, Türkiye Cumhuriyeti’nin yurttaşı olan ve hepimiz kadar eşit haklara sahip Ermeni asıllı yurttaşlarımızla, Ermenistan Devleti’nin yaptıklarını ayrıt edebilmeli ve yurttaşlarımıza yönelerek onları üzecek davranışlardan uzak durulmalıyız! Bilinmeli ki pek çok Ermeni asıllı yurttaşımız, en az Türkler kadar yurtseverdir. Hrant’ın yukarıdaki sözlerinin sahiciliği bu söylediklerimin kanıtıdır. Ayrıca bilinmeli ki, uluslararası baskıyı arttırmak açısından Erivan, yurttaşımız olan Ermenilere yapılacak bir saldırıyı da dört gözle beklemektedir...
Umudum ve son sözüm şu ki, bir an önce Ermenistan BM kararlarını uygulayıp Azerbaycan topraklarından çekilsin ve barış yeniden Kafkasya Dağları’nda sonsuz güzel renklerle açsın!
2 Ekim 2020, İzmir