Krizler, baskılar, şoklar, beklenmedik olaylar, şaşkınlıklar, yüksek stresler, insanların, iktidarların, toplumların ilkel dürtülerini ortaya çıkarırlar.

İnsanların ve toplumların ne kadar uygar ya da azgelişmiş oldukları böyle zamanlarda ortaya çıkar.

Koronavirüs salgını da Türkiye’de gerek insanların, gerek partilerin, gerek iktidarın, gerekse toplumun bir türlü yontulamayan, kimi zaman tüm toplumu pençesine alan azgelişmiş niteliklerinin iki özelliğini açıkça ortaya koydu.

Cehaletin ve iktidar sarhoşluğunun egemenliğini bir kez daha gördük.

***

Bir üfürükçünün Koronavirüs’e karşı okuyup üflemesinden sonra bir mahallenin karantinaya alındığı belirtildi.

Kayseri Tabip Odası, vatandaşları “Üfürükçüye gitmeyin” diye uyardı.

Kayseri Gazeteciler Cemiyeti Başkanı ve Kayseri Telgraf gazetesi yazarı Veli Altınkaya şu bilgileri paylaştı:

Halen kısmi karantina uygulanan eski bir beldemizde bir otobüs şoförü virüsü ilk olarak bulaştırıyor. Virüsün bulaştığı isimlerden biri de, ‘okuyup-üflemesi kuvvetli’ olan bir kadın.

Mahalle sakinlerinin bir bölümü virüsün bulaşmaması için bu kadını ziyaret ederek kendilerine de ‘okuyup-üflemesini’ istiyorlar.

O kadın okuyup üflerken virüsü koca mahalleye yayıyor, iyi mi? Evinde durmayıp, maskesini takmadan okuyup-üfleyen kadından medet uman yurdum insanı ne diyeyim sana!

***

Seçmenlerinin en azından bir bölümünün bu nitelikte olduğu bir ülkedeki yöneticiler, hem oy kaybetmenin yaratığı stres, hem de COVID-19 salgınının yol açtığı kriz baskısı dolayısıyla, “iktidar sarhoşluğuna” kapılıp “Ben ne hata yaparsam yapayım, ne kadar zıt karar ve politika değiştirirsem değiştireyim, her zaman iktidardayım” derse ne olur?

1) Bir arsadaki, çok önemsiz ve yarım günde gündemden düşürülebilecek olan, bir devlet memurunun yaptığı, yasa ve yönetmeliklere aykırı basit bir çardak inşaatı olayı, yaptıkları haber hem doğru hem de önemsiz olduğu halde, bu haberi yapan gazetecilerin “terör örgütü” bağlamında suçlanmalarından ve bazıları ana muhalefet partisi yöneticisi ve milletvekili olan politikacılara davalar açılmasından dolayı bir “yargı ve adalet skandalına” dönüşür, konu büyür, yeni bilgiler ortaya çıkar ve olay tarihe geçer...

2) Salgından dolayı dışarı çıkan herkesin takması zorunlu hale getirilen cerrahi maske temini olayı, birtakım yöneticilerin birbirlerinden habersiz, yanlış ve gerçeklere aykırı kararlarından dolayı, durup dururken bir sorun haline getirilir ve çok uzun süre tam bir beceriksizlik örneği olarak bir türlü çözülemez..

3) İktidar, salgınla ilgili tedbirler ve hizmetler bağlamında hem yetersiz kalır, hem de ana muhalefet partisinin yönetiminde olan üç büyük kentte belediyelerin almaya çalıştıkları tedbirleri ve yapmaya çalıştıkları hizmetleri engeller, böylece halkı, yani seçmeni açıkça cezalandırır, üstelik de bunu her vesileyle ilan eder, herkesin gözüne sokar...

***

Sevgili okurlarım, gerek insan davranışları, gerekse iktidarın söylem ve eylemleri hakkında COVID-19’un daha belirgin olarak ortaya çıkardığı cehalet ve kibir örnekleri burada sayılamayacak kadar çok.

Örneğin sadece ekonomi yönetiminde herkesi şaşırtan garip ve çelişik kararları saymaya kalksam bir kitap yazmak gerekir. Ama vergilerin ve fiyatların sürekli arttığı, gelirin ise sürekli düştüğü bir ortamda zaten herkes bunları kendi yaşamında görüyor.

Atatürk’ün vasiyetine hem saygısızlık hem de hukuksuzluk olduğu ve bütün hukuk sistemine de aykırı nitelik taşıdığı halde yeniden gündeme getirilen İş Bankası’ndaki CHP hisselerine el konması çabası da, ekonomik çıkmaz karşısında başvurulan önlemlerden biri olarak dikkati çekiyor.

***

Sanıyorum, seçmenin bir bölümünde egemen olan cehalet, iktidar sarhoşluğunun (kibrin) nedenlerinden biri. En azından iktidar mensuplarının kendi ifadelerinden böyle düşündüklerini biliyoruz.

Oysa tarih bize, insanların menfaatlarının, cehaleti bile yenen çok önemli bir etken olduğunu göstermiştir:

Yani CHP’li belediyelerin seçmenleriyle zıtlaşmak iktidara pek yaramaz!

Kaynak: Cumhuriyet