Efendim her mesleğin bir takım cilvesi olduğu gibi bizim mesleğin de var. Mesela bizim imtihanımız da “bak bak sen anlarsın!” imtihanı. Şöyle ki, psikolog olunca bir takım insanüstü meleklerle donatıldığınıza dair yakın çevrenizin tuhaf bir inancı oluyor. Hele ki benim gibi bir şey açık açık söylenmediği müddetçe milyon yıl anlamayacak biri için bir mesaja bir fotoğrafa ‘bak bak sen anlarsın’ demek şirin bir temenniden öteye hiçbir zaman gidemez. Zira ima özürlü kullardan biri olarak baksam da anlamam! Benim olmayan uzmanlığıma en çok başvurulan konu tahmin edebileceğiniz üzere aşk-meşk ilişkileri (pek meşk’e döndüğü söylenemese de)… Şöyle ki meşk, aşk duyulan kişiyle sohbet etmek, ona şiirler okumak güzel sözler söylemek anlamına gelirmiş. Fakat bu yazıya konu olan mevzu tam da bu meşk’e varamayan ilişkiler bütünü…
“Her şey yolundaydı, ne oldu birden bire anlamadım. Ortadan kayboldu.” Daha kötüsü de var. “Sorunun bende olduğuna beni inandırdı.” Şimdi sıkı durun şahane bir ergen üçlemesiyle geliyorum: Lovebombing yani aşka boğma. İkinci aşama ghosting (hayalet avcısı gibi) yani ortadan kaybolma ve en kötüsü en sonuncusu gaslighting yani karşı tarafı akıl sağlığından şüphe edecek noktaya getirmek kibarca delirtmek... Nasıl mı? “Yok öyle bir şey sen yanlış anlıyorsun. Bak bir tek sen böyle düşünüyorsun”. Ve kişiyi korkunç bir değersizlik duygusuyla baş başa bırakmak. Sen sevilmeye layık biri değilsin! Bu üçleme çağımızın flört şiddetinin antisosyal yüzü!
Gelelim yaşını başını almış hanfendilere beyfendilere… Yani benim “bak bak sen anlarsın” kitleme. Tekrar söylüyorum, anladığımdan yazmıyorum. Sinir olduğumdan yazıyorum. Zira aynı döngü burada daha da şiddetleniyor. Ergen örneklem içinde flörte dair maymun iştahlılık sınırsızlık üzerine bir deneyimse, yetişkin bireyler için acaba ne ola ki? Gelelim dijital flört deneyimlerine. Ona çok güvenmiştim! (Neye, instagram profiline)… Sözleriyle beni çok kırdı (Hangi sözler, WhatsApp mesajları)… Göründüğü gibi biri değilmiş (Nerde gördün, bilgisayar ekranında…) Çok uzatmayayım, iki yakası bir araya gelmez bu ilişkilerin bir gönüllü kurbanı var bir de narsist celladı… Sanmayın ki, her zaman cellat erkek ve sanmayın ki kurban her zaman kadın. En masum duygumuzdan vuruluyoruz, yalnızlığımızdan. Zira yaşımız kaç olursa olsun sevilmek, görülmek ve ilgilenilmek istiyoruz. Şimdi soru şu, bol bol görülüp bol hoşlantı (like) aldıktan sonra dımdızlak ortada bırakılmak bu ilişkilerin neden hazin sonu? Bize ne yetmiyor? Hani Kartal Tibet Türkan Şoray ile olan filminde (Ateş Parçası) telefon fihristinden eski sevgililerini sırayla arıyordu ya… Nalan, Handan, Aydan, Nurdan… Bu tam kafiye sıralama artık akıllı telefonlarla çok daha pratik.
Kara mizah bir yana artık çok daha derin bir ‘güven’ sorunumuz var. Kadınlar erkeklere, erkekler kadınlara güvenmiyor. Yeni neslin ilişki literatürü geniş. İlişki durumu ‘açık’, ‘kafası karışık’, ‘fark etmez’… Hasılı tekil çoğul diye gidiyor. Peki güven olmazsa aşk nasıl olacak? Aşk olmazsa meşk nasıl olacak? İkisi de olmazsa hayatlarımızdan geriye ne kalacak?
Şöyle ki, Sokrates’den günümüze aşk üzerine filozoflar tonlarca tanım yapmıştır. Biri akıl hastalığı demiştir öbürü boş iş demiştir diğeri dünyanın en yüce duygusu demiştir. Lakin hiçbiri ‘aşk yok’ dememiştir. Mitoloji, edebiyat ve hatta tarih ve hatta kozmos aşk üzerine kurulu. Adem ile Havva’nın cennetten kovulması… Çünkü aşk demek bedel demek. Canımızın bu kadar tatlı olduğu bu zamanda kaçımızın gerçek aşkın peşinden koşacak yüreği var sizce? Mature yani olgun olamamak. Reddedilmekten korkuyoruz, küçük düşmekten ve ölesiye kaçıyoruz aşktan. Aslında hepimiz biliyoruz içimizde bir yer hala canlı ve kıpırdıyor. Hadi adını koyalım ölesiye korkuyoruz.
Yalnızlık delirticidir, aşksızlık hasta edici. İnce Memed ve Seyran aşkını tarif ederken Yaşar Kemal, aşkın dünyaya değen sihirli bir değnek olduğunu anlatır. Ve şu cümleleri kurar:
“Hiç böyle güzel bir su, hiç böyle doğan güneş, hiç böyle bir gökyüzü görmemişti. Hiç böyle bir dünyaya doğmamıştı. Bütün dünya bir dost kıvancı içinde kaynaşıyordu. Pul pul bir sevinç yağıyordu dünyanın üstüne… Seyran sümüklüböcekleri hiç sevmezdi. Şimdi onlar bile gözüne güzel gözüküyor.” (İnce Memed-2: 382)
Uzun lafın kısası ‘bak bak sen anlarsın.’, demeyin. Anlamam. Bunu bir tek kişi anlayabilir o da siz.
Ha bir de Lovebombing’çiden (aşk bombacısından) yar olmaz bırakın ghostlasın (toz olsun) gaslighting (mobbing) yaparsa da ağzına terlikle vurun!
Yazının filmi: Ateş Parçası (Türkan Şoray, Kartal Tibet;1971)/Casino Royale (James Bond,00), 2006
Yazının Şarkısı: Ben Yine Sana Vurgunum (İyi ki doğdun Sabahattin Ali)