Her toplumu ‘Genel Ahlak’ ayakta tutar:
Yaşam (üretim ve tüketim) biçimi, inanç ve kimlik (din, mezhep, ırk, milliyet), gelenekler, görenekler, hukuk, anayasa, yasalar, iktidarın kimliği ve genel nitelikleri, bu
“Genel Ahlakı” belirler.
Bu “Genel Ahlak”, hemen hemen her yerde ve her zaman
“İnsan hayatını korumaya” ve
“Dürüstlüğe” dayalı olan üç temel ilkeyle ifade edilebilir:
Öldürmeyeceksin...
Çalmayacaksın...
Yalan söylemeyeceksin...
***
Ama ahlakın “zamandan zamana ve toplumdan topluma” değiştiğini, ve “Genel Ahlak” içinde “Alt Grup Ahlakı” olarak farklı “ahlakların” bulunduğunu bilmeliyiz.
En klasik örnekler, tanrılara insan kurban eden toplumlar, demokratik, laik ve hukuk devleti ahlakına sahip olan çağdaş toplumlarda ise
“Ağaya, efendiye bağlılığa dayalı olan, feodal köle ahlakı” veya
“Şeyhe, şıha bağlı olan mürit ahlakı” gibi
“Alt Grup Ahlaklarının” varlıklarını sürdürmesidir.
Üstelik, tarih boyunca bütün toplamlarda yukarıdaki üç ilke, belli kimlikler açısından,
“sadece kendine ahlak” olarak yorumlanmış, farklı kimliklere, hele hele düşman görülenlere karşı tam tersi uygulamaların kaynağı olmuştur.
Nitekim günümüzde de, demokrasi yerine demagoji uygulayan politikacıların, seçmenleri ayrıştırma ve düşmanlaştırma siyasetlerinin altında bu
“sadece kendine ahlak” anlayışlarını görmek olanaklıdır.
***
“Temel İnsan Hak ve Özgürlükleri” yaygınlaştıkça,
“din, dil, ırk, milliyet, cinsel yönelim, farkları olmaksızın” herkes için bu hak ve özgürlükler aynen kabul edilmeye başlayınca, genel ahlak anlayışı da bütün çağdaş, demokratik toplumlarda aynılaşır ve evrenselleşir.
Aslında bu
“İnsan Haklarına Dayalı Genel Ahlak” anlayışından da önce bazı
“Özel Ahlak” anlayışları evrenselleşmiştir:
“Özel Ahlak/Alt Grup Ahlakı” anlayışını ilk oluşturan ve evrenselleştiren gelişme, doktorluk (hekimlik) gibi, mühendislik, mimarlık gibi, profesyonel mesleklerin ortaya çıkması ve yaygınlaşmasıdır.
Bu meslek sahipleri hem kendi mesleklerini korumak ve geliştirmek hem de mesleğe yeni girenleri eğitmek ve uygulamaları denetlemek için, kendi örgütlerini kurmuş, kendi özel kodlarını, özel ahlak kurallarını (etiklerini), geliştirmişlerdir.
Bu örgütler, Batı’da taşçı ustalarının öncülük ettiği loncalar, Doğu’da debbağlık (dabbaklık, dericilik) temelinde yükselen Ahilik olarak ortaya çıkmış, günümüzde de
“Meslek Odaları” haline gelmişlerdir.
Türkiye Barolar Birliği, Türk Tabipleri Birliği, Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği gibi meslek örgütleri Türkiye’de kamu kuruluşu niteliği taşır ve anayasal güvenceye sahiptirler.
Bunların en önemli özelliği, kendi mesleklerinin yıllar içindeki deneyimler sonunda oluşturdukları ve evrensel geçerlilik taşıyan “Özel Mesleki Ahlak Kurallarının” uygulayıcıları ve denetleyicileri olmalarıdır.
Bu anlamda hiçbir siyasal partinin, akımın, ideolojinin, din, mezhep, ırk ve milliyetin, cinsel yönelimin uygulayıcısı değildirler.
Hiçbir iktidarın emrine girmezler.
Meslek ilkelerinin/ahlakının “herkes için, her yerde, her zaman” geçerliliğini, dolayısıyla bunun temeli olan, “Temel İnsan Hak ve Özgürlüklerini” savunurlar.
***
Otoriter rejimler daha sınırlı olarak, totaliterler ise özel yaşam da dahil olmak üzere, yaşamın bütün alanlarında, topluma kendi ahlaklarını dayatırlar.
Elbette bu
“kendi ahlakları”,
“kendi kimliklerine” bağlı olan, ya dinci/mezhepçi, ya ırkçı/milliyetçi ya da siyasal/ideolojik veya bunların bir karışımı olan
“Özel Ahlaktır”.
Bu otoriter ve totaliter rejimlerin
“Özel Ahlaklarının” bir numaralı düşmanı, kendi ahlak anlayışlarına sahip olan meslek örgütleridir.
Bu tür meslek sahipleri, kendi varlıklarını, yaşamlarını, meslek ahlaklarına borçlu olduklarından bu ahlakı savunan meslek örgütlerinden vazgeçemezler.
***
Ahlak, hukuk ve adalet birbirlerini etkileyen kurumlardır.
AHLAKSIZ, HUKUK VE ADALET OLAMAZ:
ADALETSİZ VE HUKUKSUZ AHLAK HİÇ OLAMAZ!
Kaynak: Cumhuriyet