Henüz yeni reşit olduğumuz yıllar… 1990’ların ikinci yarısı… Rock müzik dinliyoruz, barlara gidip bira içebiliyoruz diye çok mutluyuz. Ortak yaşam zevklerinin buluşturduğu birkaç kişilik bir kız grubumuzda en çok edebiyat, sinema ve müzik konuşuyoruz.
Günlerden bir gün kızlardan biri, pislik bir çocuğa âşık oldu. Pislik derken, gerçekten pisti. Üstü başı dökük, kıyafetleri lekeli, suratı sürekli terli, dişleri fırçalanmamaktan ‘kahve’ rengi…
Pis olduğu kadar kötü alışkanlıkları da vardı. Hiçbirimiz Mustafa’yı sevmedik. Arkadaşımızı her tondan uyardık ama dinletemedik. Mustafa da Mustafa! Ne adamın pis olduğunu görüyor, anlıyordu ne de maddi- manevi sömürüldüğünü. Üstelik aşkı da karşılıksızdı; Mustafa onu sevmiyordu. Ondan başka herkes bu gerçeği görüyordu.
Annesi ve babası da perişan olmuştu. Babası Zekeriya, ki kendisine ‘Zi’ diye seslenmemizi isterdi, evlerine gittiğimizde bize iyi kalite şaraplar ikram eden bir adamken bir anda Karadenizlilere özgü silah tutkusunu anımsamıştı. “Bu pis herifi karşıma damat diye getirirse onu g*tünden vururum” demişti.
Arkadaşımız, Mustafa uğruna herkesi önce karşısına aldı sonra da geride bıraktı. Ailesiyle koptu. Bizimle koptu. Okuldan koptu. Muhteşem bir yalnızlık yarattı kendine. Sonra Mustafa onu aldattı. Bu aldatmadan da Mustafa değil, onu ‘ayartan’ kız suçluydu. Adam onu kapıya koydu. Benzetme olarak değil bayağı evden kovdu ve kilidi değiştirdi. Arkadaşımız birkaç gün kapıdan ayrılmadı. En sonunda Mustafa sayesinde ailesi haberdar oldu da günlerdir aç susuz oturma eylemi yaptığı daire kapısının önünden aldılar.
Lape’de kısa bir mola, biraz terapi derken arkadaşımız hayatın gerçeğine dönebildi. Onu yaşamın realitesine döndüren ve aslında ne kadar avantajlı olduğunu gösteren en etkili şey, dayısının yaptırdığı yoksul mahalle gezileri oldu. Bütün talihsizlikleri gözüne öylesine şiddetle soktu ki ya kendini daha da suçlu hissedip iyice bunalıma gerecekti ya da yardım etmenin insanı iyileştiren gücünü keşfedecekti. Neyse ki ikincisi oldu.
Aşk kimi zaman kara büyü gibi etki edebiliyor. Tılsımı bozmanın yollarından biri de realiteyle sert bir yüzleşme olabilir mi?
***
Bunu sizlerle paylaştım çünkü yaşamım boyunca ne zaman gerçeklikle bağı kopmuş, gözü dönmüş, ölesiye âşık olmuş kimi görsem bu anı canlanır gözümde.
Üstelik bunun kitlesel olarak da yaşanabildiğini ne yazık ki pek çok kez gördük. Tarihte de örneği çok. İnsanın bireysel veya toplumsal olarak rasyonel olmadığının/olamadığının milyarlarca örneği var. Nedenlerini konunun uzmanları açıklasın ancak şu soruyu sormamız gerekmiyor mu?
Neden böylesi kitlesel anti-realizm vakaları bazı toplumlarda diğerlerinden daha çok görülür?
Osho’nun peşinde Hintlerden çok batılılar koştu. Hâlâ adamın boş tahtı etrafında toplanıp meditasyon yapıyorlar. Ama örneğin Hindistan neden insanların tanrılaştırıldığı bir yerdir? Neden bu vakalara orada daha çok rastlanır? Neden kıçını hâlâ taşa silen bir adamın peşine takılır gider modern insanlar?
Neden Osho’nun Rolls-Royce’larını, pırlanta döşeli Rolex’lerini, incilerle süslenmiş takkelerini görmez müritleri?
Adnan Hoca’nın etkisinden hâlâ çıkamayan kadınlar ve erkekler…
Menzil ‘şey’sinin lüks araçlarını görmeyen ama kendini görünce havlayan, uluyan adamlar…
Çocuğunun ırzına geçen tarikatı savunanlar…
Hitler’e selam duranlar…
Lider kültüne tapanlar…
Sadece siyasi lider de değil futbol kulübü başkanına toz kondurmayanlar…
Sadece Adnan Oktar mı? Kiminin ‘hocası’ var, kiminin ‘kocası’, kiminin ‘Mustafa’sı, kiminin ‘Hitler’i, kiminin ‘şeyhi’ kiminin ‘şeysi’.
Geçenlerde bir yazıda Adnan Hocacıların varlığını, dinin şehirden kovulmasına bağlayan birine denk geldim. Doğru değil de hadi doğru kabul edelim. Kahrolası laikler dini şehirden kovdu, her şey bundan oldu! Hadi Adnan’ı böyle açıkladınız da Menzil’i nasıl açıklayacaksınız?
Şeyhine secde edenleri nasıl açıklayacaksınız?
Kocasına tapanları nasıl açıklayacaksınız?
Siyasi bir lider üstüne basıp geçsin diye yere yatanları nasıl açıklayacaksınız?
Tarikat lideri öyle emretti diye kendi halkının üstüne ateş açanları nasıl açıklayacaksınız? Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni bombalayanları nasıl açıklayacaksınız?
Sümüklü mendil peşinde koşanları nasıl açıklayacaksınız?
Bekliyorum. Buyurun açıklayın!
***
“Daha iyi olanı görüyorum ve daha iyi olduğunu düşünüyorum ama yanlış olanı tercih ediyorum” der Ovidius’ta Medea. Spinoza, Etika eserinde birkaç kez bu cümleyi alıntılar ve Medea hakkındaki yorumu şöyledir: “Doğru olanı bilmesine rağmen başka bir şekilde davranamazdı. Bu adamı arzuluyordu, intikam istiyordu ve çocuklarını öldürdü.”
İnsan doğruyu görürken, bilirken bile yanlışa yönelebiliyorsa doğruyu göremeyenlerle ilgili ne umut edebiliriz ki?
Büyümedikçe, her kaval çalanın peşine takılan farelerden farkımız kalmayacak. Peki kavalcı, büyümemizi ister mi?
Bu toplum ergenlikten/çocukluktan kurtulduğunda Adnan Hocalarını boşayacak. Kocalarını boşayacak. Kült liderlerini boşayacak. Şeyhlerini boşayacak. Analarını-babalarını, evlatlarını boşayacak. Kavalcıları boşayacak.