SUÇUMUZ İNSAN OLMAK* - Oktay Akbal

Kıyıcıdır ama korkaktır

Suçumuz İnsan Olmak , bir yandan bakarsan komedya, başka bir yandan bakarsan trajedidir. Nuri önünde sonunda etliye sütlüye karışmayan küçük burjuvadır. Nuri, Türkiye gerçeğidir. Nuri, tam işlenmiş bir karakterdir. Bu karakter faşizmi sırtında taşımaya hazırdır. Sola da açıktır… Kıyıcıdır… ama korkaktır. Kişisel çıkarı için susar… fırsat kollar. Şimdi bu Nuri’yi açımlayalım. Bu aşamada Nuri, her sabah bıktırıcı işine giden tekdüze yaşamı olan bir erkektir. Yaşadığı yer Ankara’dır. Bir gün işine geç kalmıştır. Bu yüzden koşar adımlarla yürür. Kar yumuşamış, ortalık çamurludur. Nuri’nin ayağı kayar, düşecek gibi olur. Pencerede kadını… Nedret’i görür. Nedret’le Nuri göz göze gelirler. Nedret perdeyi çeker. Nuri korkar, kaçar.

Bitkin Bir Yaşam

Nuri, bitkin bir yaşamın içindedir. Çalıştığı yerde bitkindir. Müdür şişkodur, daktilo kız sıska bacaklıdır… Toz içinde bir yer… uykulu uykulu gidip gelenler… Nuri evlidir. Sevişerek evlenmiştir… ama karısı, sürekli aylığın yükselmesini bekler. Karısı şişmanlaşmış, gitgide çirkin bir kadın olmuştur. Salıncakta bir kızın çığlıkları İçten pazarlıklı kaynana Öğle yemeğine alınacaklar, yumurta, portakal, zeytinyağı, Urfa yağı.

Nuri’nin Ontolojisi

Nuri düş kurmayı çoğu kez gerçekten üstün tutar. Nuri gençliğinde anarşisttir. Düzen, evlilik Nuri’nin köşelerini kesmiş, Nuri’yi tipik bir küçük burjuvaya dönüştürmüştür. Nuri, düşlerle yaşar. Ama bu düşleri gerçekleştirmek için mücadele etmez, Nuri gerçeklikten kaçar. Aslında düşle yaşayan yalnız Nuri değildir. Nuri’nin müdürüne bakalım. Müdür, bir dosyanın bulunmasını ister. Bu yüzden ortalık karışır, sonunda bulunur dosya. Nuri, dosyayla müdürün odasına gider. Müdür, telefonla konuşmaktadır. Konuşma uzun sürer. Konuşma bittikten sonra müdür asık yüzle sorar -Ne var -Efendim, istediğiniz dosya Müdür sinirden kekeler -İstemiştiniz -Bırak oraya… git. Burdan anlaşılır. Müdür de gerçeği aramıyor.

Düşle Gerçeğin İlişkisi

Bir gece küçük kızın ateşi yükselir. Doktor getirirler. Nuri, yıllar öncesini düşler. İstanbul’da bir gazinoda bir kızı beklemektedir. Evlenecektir o kızla. Çocukları olacaktır. Bebek, belki bir kış gecesi sayrı olacaktır. Birlikte bekleyeceklerdir bebeğin başında. O kız gelmedi. Nuri, bir başka kızla evlendi. Çocukları oldu. Tıpkı düşteki gibi bebeğin ateşi yükseldi. Ama sabaha kadar başında beklemediler. Karısı demediğini bırakmadı. Aylığı azdı. Kadın pişmandı onunla evlendiğine. Bakışlarında ne aşk vardı, ne sevecenlik. Nuri düşünür. Bu bakışları ne zaman değişti. Nasıl oldu bütün bunlar. Düş kuruyorsun, çocuk sayrı oluyor. Başında niye sevecenlikle beklemiyor karı koca. Bunun nedeni acaba şu mu. “Üzerinde fazlaca durmadan duyguların, kelimelerin derinliğine inmeden yaşamak” (y.12)

Yeni Bir Düş

Nuri’nin ontolojisi düş kurmaktır. Sabah gördüğü kadını düşler. Kadını, bir kez daha görmek ister. Kadını düşünür ama şaşırır buna. Niye o kadını düşünmektedir. Bir zamanlar şiir yazardı Nuri. Belki de şiir denemelerinde sevdiği kadın o kadındı. Nuri, gerçek üstü gölgelerin peşinde koşmuştu. Hepsi gitti. Düşler aldattı Nuri’yi. Böyle düşünür. 200 lira aylıklı küçük bir memurdur şimdi.

Nedret

Nuri’nin pencereden gördüğü kadın Nedret’tir. Nedret, kendisinden yaşça çok büyük varsıl bir erkekle evlendirilmiştir. Nedret, kocasının eve gelmesini istemez. Evde de hep susuşlar yaşanır. Nedret, kocasını konuşturmak… güldürmek ister. Adam güldükte daha da çirkinleşir. Bu ara kapı çalınır. Gelen, Nedret’in arkadaşı Sevim’dir. Sevim, olmayacak düşlerle kandırmaz kendini. Varsıl, yaşlı bunak bir koca yeterlidir. Sevim’i seven ressam Nedim’in böyle bir olanağı yoktur. Sevim, kendini pahalıya satan bir kadındır. Nedret bunu doğru bulmaz. Aşkı yaratmak… sonra yaşamak zordur. Burjuva dünyasında aşkı yok edecek bir uygarlık kurulmuştur. Bu dünyada küçük burjuva aşk yaratamaz… yaşayamaz. Oktay Akbal, evrensel bir sorunu gündeme getirir…

Nedret’in Ontolojisi

Nedret neyi özlediyse hepsinden uzaktadır. Tek tanıdığı kocasıdır. En yakınıdır ama en uzak olan kişidir. Yabancıdır. Nedret de tam karakterdir. Şimdi bu karakteri izleyelim. Sabah, mutfak penceresinden gördüğü o üzgün adamı düşünür… ya kocası… kocasıyla arasında hiçbir bağ yoktur Nedret’in. Kocasına yalnızca bedenini verir. Cinsellikten tad almaz Nedret. Yalnız… ışıksız anlarında Nuri’nin üzgün yüzünü anımsar. Belki o adam da düşseverdi kendisi gibi… Sokaktan insanlar geçer. Hiçbiri mutlu değildir. Bir yangından, bir depremden kurtulmuş gibidirler… yorgun… bitkin. Yaşama sevinci yoktur hiçbirinde. Sevim’i kapıdan uğurlamıştır. Bahçe duvarına dayanır… bir gölge alçak duvarın yanında durur. Nedret’e bakar. Nedret düş dünyasını yoğunlaştırır…Üzgün yüzlü adam ona bakmaktadır ya, bu sürede kentin uğultusu kesilir… Zaman durur. İki insan vardır, Nedret bir de o. Nedret ilk gençlik düşünü yakalar. Onu aramak için gökyüzünden gelmiştir erkek. Kocasının sesiyle sarsılır. -Ne işin var burada, Nedret doğruyu söyleyemez, yalan söyler -Çok merak ettim seni Adam yorgun sesle konuşur: -Çok işim vardı. Sabahki o ilk karşılaşmadan sonra, Nuri birkaç kez daha görür Nedret’i. Dahası bir gece kapının önüne çıkmış, kendisine bakmıştı… Nuri’ye göre kadın her akşam Nuri’nin yolunu gözlemektedir. Çatı katındaki pencereden kenti gözetlerdi her gece böyle. Karısı -Nereye bakıyorsun diyordu. -Geceye derdi Nuri… Gecede bir ışık vardı… bir umut vardı.

Gülüş

Bir gece karısı Selmin -Niye niye dedi birden Bugünler seviştiğimiz günler gibi olmasın Evet, Nuri’yle Selmin’in de seviştiği günler vardı. “Ama neredeydi o yıllar? Hangi yırtılıp atılmış, izi kalmamış takvim yapraklarında… Karısı birden dönüşür Nuri’de. Yıllar önce sevdiği kadın olur. “Sevdiğini sandığı bütün kadınlar şimdi ondaydı.” Güldü… güldüler. Evin içi sıcak… dost… aşk… umut doldu. “O akşam Nuri, kandı ona sandı ki Selmin o eski genç kızdır. O geceyi mutlu geçirdi. Artık yalnız Selmin vardı” (y.78) Ertesi gün aynı konumu sürdürmedi Selmin. Peynirin bitmesini fırsat bildi. Verdi veriştirdi.

Nuri’nin Çelişkileri

Nuri, dairede Nedret’e mektup yazmaya çalışır. Nuri, durgun bir geminin ortasında, denizin akışına kapılmış boş bir gemi gibidir. Kendini yaşamak istiyordu. Ama kendisi kimdi… nasıl yaşamalıydı. İlkin tekdüze yaşam kırılmalıydı… Selmin’e geldikte, ona yanlış bir anlam yüklemişti. Beklediği olmamıştı. O kırılgandır. Beklediği olmazsa düş kurar. Nuri, az aylıklı küçük bir memurdur. Kendinden üst konumdakiler karşısında silikleşir. Yaşamla savaşıma girişmez. Korkar yaşamdan. Duygularının derinliğine inmez. Kendi gerçekliğiyle yüz yüze gelmeden yaşar.

Nedret’in Yazgısı

Nedret, sabah mutfakta bir zarf görür. Nuri, mektup yazmıştır Nedret’e. Nedret düşlerle yaşayan bir kadındır. Yaşamı tekdüzedir. Sabah… mutfak… öğle yemeği… kimi kocası da gelir. Öğleden sonra gençlik dergileri… radyo… düşler… Ama bu sabah, mektup bu zinciri kırar. Tekdüze yaşamında bu yıl… bu yaz İstanbul’a gitmek vardı. Ancak açılırdı İstanbul’da… ya bu mektup, iki üç görüşme, evli bir erkek. Burdan bir aşk çıkabilir miydi… Mektup, yıllardır beklediği aşk çağrısıydı. Nedret’le Nuri parkta buluşurlar… şurdan burdan… İstanbul’dan konuşurlar… “Nuri’nin içinde yepyeni bir dünya bir evren diriliyordu. Tabiat renkleniyordu. Her attığı yeni adımda mutluluğun bir arkadaş gibi yanısıra yürüdüğünü duyuyordu. Mutluluk nedir şimdi biliyordu Nuri. O ışıl ışıl bir bakıştı, anlamı derinlerde saklı bir gülümseyişti. Ilık bir sesti. Bir avucun hararetiydi. İnsanın içini serinleten bir ses titreşimi. Kişiyi alışılmış şeylerden ayıran ona yeni bir kişilik veren duyguydu. Mutluluk kısaca aşkın bir adıydı. Aşkın ta kendisiydi doğrucası.”(y.90)

Sekiz Yıl Öncesi

Şimdi Nuri’yi bekler gibi sekiz yıl önce gene bir adamı beklemişti. “O kadar özlediği, aradığı, istediği, duymayı, tanımayı, merak ettiği dünyanın eşiğindeydi.” (y.129) Ancak Nedret, erkeği beklemez, kaçar. Hiç kimseye söz etmedi bundan… düşlere düşler ekleyerek büyük bir serüveni yaşadı düşlerde. Şimdi Nuri’yi bekliyor. Nuri gelecekti. Sergi diye bir apartmana gideceklerdi. İkisi de biliyordu orda sergi yoktu. “Çıkar yol buydu. Kaçınılmaz yol” (y. 131)

Garsoniyerde

Nedret koltuğa oturdu. Burda geçen serüvenleri düşündü… Garsoniyer, Nuri’nin bir arkadaşınındır. Arkadaş da evlidir. Çocukları vardır. Nedret bütün bunları öğrendikten sonra -Ne dedin benim için der. Nuri -Hiç der. “Ne diyecekti / Buraya ne yapmaya geldiklerini tahmin etmek zor değildi. Kim olsa anlardı bunu. Birden o adamın kafasından geçenleri okudu. Hep çirkin, iğrenç şeylerdi. Nedret’in içinde zorla, renkli, aydınlık, mutlu kılmaya, hep öyle olmaya çalıştığı ne varsa hepsini kararttı. Kendini olabildiği kadar düşmüş hissetti. Herhangi bir kadın. Bir erkeğe kendini veren bir kadın. Evli bir kadın hem. Nuri’ye baktı. Sevdiği adam buydu ha! Onda kendi hayallerini, kendi yoksunluklarını unutuşunu, mutluluk özlemini bulmuş, onu sevmişti. Şu evli, iki çocuklu adamla bu garsoniyere onu çekip getiren akımın adı aşk mıydı?” (y.135) Nuri, kadınla yatmak ister. Nuri’nin Hamdi’den ayrımı yoktur. Nuri, hızla Nedret’i soymak ister. Nuri başka bir hayatın kişisi olmuştur. Nedret: -Nuri, ben gideceğim der. Nuri duymaz. Nedret’i altına almaya çalışır… Nedret üşüme duyar… erkeğin ağırlığı üstündedir. Bırakır kendini… Birden kapının zili çalar. Nuri korkar, hemen fırlar, giyinmeye başlar. Nedret de giyinir. Nedret “Yanıldık, aşk değildi bu. Aşk yok zaten olamaz da” Nedret garsoniyerden çıkar… Nuri evine giderken şöyle der “Hayatın üzerinde fazla düşünmeye gelmezdi. Hele büyütmeyi hiç…” Küçük burjuvanın yapısı bu. Onlar hep Platon’un mağarasında yaşayacaklardır… bu yaşamı da gerçek sanacaklar. Kapitalizm bir mağarayla örer küçük burjuvayı… Küçük burjuvayı mağaradan çıkarmadan devrim olanaklı değildir. *Oktay Akbal, Suçumuz İnsan Olmak, Cumhuriyet Yayınları, 11 Baskı, Nisan 2008, İstanbul.