Gazeteciler, basın toplantılarında veya fırsat bulduklarında muhataplarına soru sorarlar, hatta bir hasmının yönlendiremeyeceği şekilde... İçine kaçmaz, dik durur ve toplumun merak ettiği tüm soruları cesurca sorar. Herkesin aklında olanları... Merak edilenleri...
Çünkü onlar, toplumun devleti denetleyen en önemli silahı olduklarını bilirler. Karşılarındaki kim olursa olsun, konu ne kadar hassas olursa olsun. Gazetecinin görevi soru sormaktır. Cevap verip vermemek ise, sorulara muhatap olan kişilere aittir. Verdikleri ya da vermedikleri cevabı değerlendirmek de kamuoyuna aittir.
Eleştirel gazetecilik, sadece soru sorma hakkına değil, ondan daha önemlisi, ‘fikri takip (follow up)’ hakkına inanır. Eleştirel gazetecilere göre, yöneticinin soruya verdiği yanıtın içeriğindeki yanlış, yanıltıcı veya izaha muhtaç bilgileri yeniden yöneltmektir, gerçek bir basın toplantısını, propaganda toplantısından ayıran en önemli özellik budur. Soru sormanın, soruların yanıtını almada ısrarcı olmanın, ülkenin demokrasisinin yaşaması için bir zorunluluk olduğu bilinmelidir. Gazetecilerin demokrasilerdeki görevlerinin başında bu gelir. Eleştirel gazetecilik, hükumetler, iktidarlar, siyaset yapanlar üzerinde toplum adına bir tür denetim ve bekçilik işlevi görür. Bu işlev, gazeteciliği “iktidar sesi” olan ve bizim ‘yandaş’ dediğimiz medyadan ayıran en temel fonksiyondur. Bu durum, demokratik bir toplumda, ya da demokrasinin sağlıklı olarak işlediği toplumlarda hukuksal koruma altındadır. Politikacılar topluma hesap vermekle yükümlüdürler ve bu hesabı bizler aracılığıyla vermek durumundadırlar. Ünlü gazeteci Helen Thomas, muhabirlerin işlevini anlatırken ‘bizler bekçiyiz’ der ve ekler: “ ‘Kerametimiz de vazifemiz de kendinden menkul. Ama basın odasında başkanların karşısındayız ve orada olmamız çok hayati. Baş belasıyız. Birinin evine izinsiz girmişler gibiyiz. Sürekli hareketlerini izlememizle ve sorularımızla onları rahatsız ederiz”. İşte TELE1’in Program Müdürü Namık Koçak da, Edirne’de İçişleri Bakanı’na, çok basit ve herkesin merak ettiği bir soru sordu ve olay oldu. Çünkü Türkiye’de devlet görevlilerine soru sorulamaz. Namık, ‘Yunan Medyasına hizmet etmekle’ suçlandı. Hatta bir anda ‘Yunan oyuncağı’ oluverdi. Bakan, karşısında her gün el pençe divan duran ve soru değil, muhalefete saldırması ve arzu ettiği açıklamayı yapması için ‘görevli memur gibi’ fırsat yaratan’ kişilere (gazeteci demiyorum) alışmış. Soru sormak değil, yorumuyla, konuşmasıyla kendinden önce muhalefete saldıran ‘kişilere’ alışmış. Karşısında gazeteci değil, ‘memur’ istiyor. Erdoğan ya da bakanlar, kamuya aktarmak istedikleri konulara ‘fırsat’ yaratan; hatta soru sorarken, yorumuyla, üslubuyla, tavrıyla ve ezikliğiyle ‘içine kaçan’ gazeteciler istiyorlar. Bizler öyle olmayacağız ve çocuklarımıza, bundan sonraki nesillere ‘onurlu bir isim’ bırakacağız.