Ergen repliğiyle başlayayım söze: Bu yazı bolca umut içerir. Bir Afşin Kum eseri ve Mert Baykal projesi. İddialı, keskin, içten, zekice ve adı pek güzel olmasa da Sıcak Kafa, hem beynimizi ısıttı hem de kalbimizi. Sıcak Kafa dizisi Türkiye’nin ve dünyanın yakın toplumsal tarihine bolca selam gönderiyor. Postal altında ezilen gülleri, sırtlarından vurulup toprağa düşen gençleri, dünyayı değiştirme umuduyla kelle koltukta bir araya gelen çapulcuları gözlerimiz yaşararak izledik. Lakin henüz son sözü söylemedi Sıcak Kafa… Dizinin final repliği kulağımda yankılanıyor. “Sormak umuttur. Karanlığa ışık tutar. Maruz bırakılıyor olsan da bu karanlığa mahkum değilsin. Kara bulutların arasında betonun yüzeyindeki küçücük çatlakta, gözlerimize inen perdelerin dikişlerinde duvar örenlerin kapatamayacağı bir açıklık var. Oraya bakın. Orayı sorun… Dün bir çocuk öldü bu şehirde. “diye devam ediyor. Dünyanın verdiği acıya katlanmak zor. Çocukların öldüğü bir dünyaya katlanmak kat be kat daha zor. Hani bazen cehaletten bahis açılır ya. Ne şanslıdır onlar, aklını kullanma özgürlüğünü bağışlayanlar. İnsanüstü bir kabulle olan biteni görmeden duymadan sonsuz bir kayıtsızlık haliyle yaşamaya devam edenler. Yani bir nevi yaşayan ölüler. Sıcak Kafa, hızla yayılan ARDS adında bir virüs nedeniyle yaşayan ölülere dönüşen bir toplumun trajik öyküsünü anlatıyor. SMK (Salgınla Mücadele Kurumu) tarafından kaderine terk edilmiş halkın tek umudu Sıcak Kafa yani Dilbilimci Murat Siyavuş. Neden dilbilimci çünkü ARDS virüsü ses ya da konuşma yoluyla geçerken en önemli belirtisi, virüsü kapanın bir anda abuk sabuk konuşmaya başlaması. Mesela virüse bağışıklığı olan tek kişi yani tek umut Murat Siyavuş’a tüfeğini doğrultan bir SMK askeri ‘abuklayınca’ tuhaf bir huzur içinde gerçeklikten kopuyor ve saçma sapan konuşmaya başlıyor. Abuklayanlar için hayat başka bir boyuta taşınıyor. SMK ise hastalığa çare bulmak şöyle dursun, salgının nimetlerinden faydalanıyor ve ‘olağanüstü hal’i olağan hale getirerek totaliter bir sistemi dayatıyor. Bir avuç bilim insanı ve direnişçi de hastalığın çaresini bulabilmek için direniyor. Mütevazi bir izleyici olarak bence dizinin hikayesi şahane ve bence izlemeyenler çok şey kaçırır. Ancak bu yazınının konusu ve aslında en manidar olan kısmı yani “Semantik Virüs’ meselesi. Psikolojide dizide geçen kurmaca hastalığın ARDS virüsünün bir karşılığı elbette yok. Öyle sesle konuşmayla geçen kişinin anlamlandırma yetisini yok eden bir bozukluk tanımlanmamış. Pek çoğumuzun bildiği gibi konuşmanın akıcı fakat anlamsız olduğu hastalık beynin Wernicke alanının hasar gördüğü Wernicke afazisidir. Tıpkı dizide olduğu hasta akıcı fakat anlamsız cümleler kurar. Karşı tarafın da ne dediğini anlayamaz. Yani bir nevi anlamsızlık hapishanesine tıkılıp kalmıştır. Düşünsenize varla yok arası bir yaşam. Tıpkı Sıcak Kafa da olduğu. Var’la yok arası bir ara alemde ‘abuklamış’ tutsaklar… Ve yine manidar bir şekilde virüsten korunmak için takılan ‘kulaklıklar’. Böylece karşımızdakini duymuyoruz ve abuklamıyoruz. Pandemi sonrası Sıcak Kafa’da yaratılan dünya o kadar tanıdık o kadar tanıdık ki, duygulanmamak elde değil. Sokağa çıkma yasakları, hastaneye koyup bir daha göremediğimiz ve ne yazık ki vedalaşamadığımız yakınlarımız, cıvıl cıvıl anılarımızla dolu terk edilmiş meydanlar… Anlamsızlık virüsünü anlatırken kendi anlam dünyamızda bir yolculuğa çıkıyoruz. Biz birbirimizi salgında ve salgın sonrasında ne kadar anladık? Konuşmak dediğimiz şeyin art arda sıralanan seslerden bir farkı olmalıydı. Pandemi kendi dilini oluşturdu. Kısa, net ve tedirgin edici. Pozitif, negatif, karantina, enfekte, entübe… Buz gibi kelimeler. Maske yerine kulaklık takmayı belki de on kere tercih ederdik. Çünkü kelimelerin kıymetini bilmedik. Konuşamadık çünkü nefesten geçiyordu virüs. Havada asılı kalıyordu. Bire bin katan fısıltı gazetesi işbaşındaydı. Konuşmayın, görüşmeyin, el ele tutuşmayın, gülmeyin (ki zaten gülseniz de belli olmaz), yaşlılardan daha çok yayılıyor, gençler daha tehlikeli… Biz bunları yaşadık. Ve yeniden yaşamayacağımızın garantisi yok. “Ateş ölçeriniz var mı? Alnınız sıcak mı? Termal kameradan sizi tespit ettik…” Şimdi kulağa film repliği gibi geliyor değil mi? Hala ateşimiz çıktığında geriliyoruz. Tıpkı filmdeki Sıcak Kafa gibi. Abuk sabuk bir dünyada vücut ısımızı korumaya çalışıyoruz. Oysa birbirimizden ne kadar uzak durursak o kadar üşürüz. Bu Abuk dünyada sadece birbirimizin nefesiyle ısınabilirmişiz. Bunu öğrendik.