Grotius, her türlü insan gücünün yönetilenler yararına olduğunu kabul etmez. Buna örnek olarak da köleliği gösterir ve konuya şöyle bir açıklama getirerek şunları söyler: "Onun en çok başdurduğu düşünce yolu; hukuku, hep olaylarla desteklemekti̇r. zorbalar i̇çi̇n bundan daha mantikli yol olabi̇li̇r ama daha elveri̇şli̇si̇ bulunamaz."
Evet yukarıdaki vecizeden anlaşılacağı üzere zorbalık üzerine inşa edilen rejimler, yaşandığı tüm zamanlarda rasyonel araçlarla, irrasyonel amaçları hedefler. Bunun için de en elverişli entstürman olarak da hukuku görür ve hukukun araçsallaştırılmasını tercih eder.
Cumhuriyet ve Hürriyet: Buyruklarla ve keyfi kararlarla idare edilen yığınların değil; Hak, adalet, demokrasi ve hukuku devletin asli işlevi haline getirebilen toplumların edinimidir. Medeni halkların elde ettikleri kendi iradesini, kendi egemenliğini tayin etme hakkı ve kültürü soyut ve somut kavramlarıyla bir bütündür. Yurttaşlık ve eşitlik olgularıyla beraber tecelli eder. Eğer bir ulus elde ettiği, çağdaş uygarlık düzeyinin standartlarını, hakimiyet ve iktidarı belirleme kabiliyetini muhafaza edemez ise; Özgürlüğünü geçmişte hangi hakka dayanarak eline almışsa, karşıtları da bugün o hakkın varlığını inkarla tahakkümünü oluşturarak; iktidarını ve hükmetmenin gerekçesine dönüştürürler. Hal böyle olunca devletin varlığı rahatlıkla tartışmaya açılır. Çünkü böylelikle yönetimi ele geçiren hükümdar, devleti yasalara göre idare etmeyi bırakıp, hakim iktidarı gasp etmeye ve kendi çıkarlarına hizmet etme aracına evriltir. İşte bu andan itibaren devletin kurumsal varlığı yıkılmış yerine yalnızca hükümetin unsurlarından oluşan, yığınları buyruğuna alan bir otoriter varlık tesis edilmiş olur. Bu yönetim biçimi artık bu andan itibaren; yönetici ve halk ilişkisi değil, efendiyle kölelerin gazap tezahürüdür. Hükümet adı altında toplumsal egemenliği gasp eden bu heyula toplum sözleşmesini fesheder ve bir ulusu boyun eğmeye kamu otoritesiyle mecbur kılar.
O sebepten şunu söylemek mümkündür: Buyruğun, hukuka tercih edildiği yerde elbette devletin adalet mekanizması da iktidarın varlığına armağan edilecekti...
Sayın Merdan Yanardağ'ın cezalandırılması, yani kanunun gereği verilen hapis cezası değil de bunun yerine tutuklu yargılama usulüyle bedel ödetilmesi; tam da bu durumun ilamıdır!
Böylesi zamanlar da popülizm siyasi bir biçim olduğu kadar siyasi bir araçtır da! Kullanılabilir referans halini alır. Halkla, itibarını kaybetmiş elitler arasındaki uçurum büyüdükçe yaşanan kimsesizlikten doğar. Ardından ise sivil güvencesizlik, dağınık güvencesizlik, sosyal güvencesizlikle safsatanın saltanatının hakim kılındığı biçimlendirilmiş itirazsız toplum teşkil ettirilir. Böylelikle de vasatın üstünlüğü, cahillerin özgüveniyle beslenir ve toplum da somut ve soyut kavramlara ilişkin kuşkular oluşturularak otokratların gelişimine zemin hazırlanır. İstenilen bu yapı oluşturulduğunda ise toplum makul düşünme ve muhakeme yetisini bu iklimin rehavetinde tamamen kaybeder.
Nihai olarak da karizmatik popülizm figürüne başvurularak siyasi rasyonalitenin tamamen terk edilmesi sağlanmış olunur.
Yani iktidarı "operatörler" yaratır, etkileri onu sürdürür ve pekiştirir. Öylesine ki bu yönetim modelinde rasyonel karar alan bireyin yeri yoktur. Yönetenler, hileli akıl yürütmeyle her şeyi duygusal mesajlara indirger. Sormak ve sorgulamak yerine biat etmek ve coşmak ya da öfkelenmek vardır.
Biz ve diğerleri kavramı en acımasız şekilde toplulukların zihin kodlarına yerleştirilmiştir. Olgusal verilerle hileli akıl yürütme eklendirilmiştir ve egemen yetki tümüyle ele geçirilmiştir.
İşte bu andan itibaren var olan tüm çaba bu sistemi ve ilüzyonu bozmamak üzerine yoğunlaşır. Var olan önyargıları, yozlaşmış alışkanlıkları, duyguların yerini aklın ve hakikatin varlığıyla aşmayı önerenler bu sistem için en tehlikeli olanıdır.
Sosyal meselelerin yanı sıra ekonomik anlamda da yoksullaştırılıp kaderine razı edilenleri; aklın cesaretiyle uyandırıp mücadele metodlarını telkin edenler ise tamamen tecrit edilip toplumdan uzaklaştırılmalıdır. Bu anlayışa göre!
İşte Merdan Yanardağ tam da yukarıda tarif ettiğimiz bu onulmaz hataları yaptı.
Şaibeli bir seçimin ardından; muhalefet bloğunun; moral, motivasyonunu bir arada tutan ve kamuoyunun kitlesel bilincini siyasal partilerin ataletinden azade kılarak konsolide eden kişi oldu. Bu sebeple; sivil toplumun doğal önderi, vasfına dönüştü. Durumun farkında olan iktidar da bu affedilmez hatanın hıncını almak için aklın hürriyetine karşın onu rehin aldı.
Elbette Merdan Yanardağ sadece iktidar için değil demokrasicilik oyunu için de muhalefetin konforlu alanı açısından tehlike arz ediyordu.
Zira muhalefetin; mücadele yetersizliğinden, etkin mücadeleyi pasif söylemlere indirgemesinden, tutarsızlığından, toplumun ideolojik dağınıklığa mahkum edilip; demokrasiyle arasında ki uçurumun büyütüldüğü kimsesizlikten cesaretlenenler yüzünden Merdan Yanardag tutuklanmayı aslında çoktan hak etmişti bazılarının nazarında....
Üstelikte Merdan Bey, bunlarla yetinmemiş hatalarına daha da büyüğünü eklemişti!
Emperyalizmin işlediği ve yürüttüğü tek kutuplu dünya anlayışının yanı sıra onun iletişim diline hatta dezenformasyon politikalarına itiraz geliştirmişti.
Ukraynalı faşist çeteleri ve NATO'nun dünyaya dayattığı tek kutup dünya düzeni operasyonlarının iplerini TELE1'de yaptığı programlarda pazara çıkartmıştı. Ve dahi bununla da yetinmemiş; Atatürk Cumhuriyetinin Kurucu Değerlerine ait düsturla Rusya'da Devlet Yetkilileriyle temasa geçmiş onlara AKP'nin alternatifsiz olmadığını; Modern Türkiye Aydınlığının Varlığı Üzerinden, gücünü ve etkisini hatırlatarak kabul görmüştü....
Elbette tüm bu olayların ardından Merdan Bey'e ilişkin durumdan vazife çıkaranlar olacaktı ve onlarda bu fenalığa zaten dünden hazırdı. Ne yazık ki öyle de oldu. Deklase olmuş itibarsız bir siyasi muhteris, küllenen varlığını parlatma ihtirasıyla; Merdan Yanardag'a, kalleşçe pusu atmakta gecikmedi.
Çünkü, vicdanı kaybedince güç perestişleri; yalanları ve yanlışları gerçeğe benzeyene kadar arıtmak, bu suretle akla uygun hale getirmek için yüce bir plan söyleminin alegorisiyle; toplumu, aldatmaya yönelik cidal ederler. Bu cidal, şimdi trollerin sahte vatanseverliğiyle sosyal medyadan, montajlarla bezenmiş iftira seline dönüşmüştü....
Yanardağ'ın, yurtseverliğinin yanından yel olup geçemeyen; ucuz kahramanlar onun söylemini anlamından kopartarak operasyonun işaret fişeğini yaktılar. Maksat hasıl oldu peşi sıra da Merdan Bey hukuksuzca tutuklandı.
Jean Jacques Rousseau, Bilimler ve Sanatlar Üzerine Söylev adlı kitabın da şöyle der: "Çünkü yanlış sonsuz biçimlere girebilir; doğru ise bir türlü olur." İktidarın yanlışları artık biçim bile değiştirmiyor. Direk en kötücül haliyle geliyordu toplumun üzerine! Çünkü korkulan olmuştu.....
Ulusal egemenliğin ve bireysel iradenin, tek adamın insafına devredildiği; itiraz hakkının yok edilip, yurttaşın kimliksizleştirilerek, kula dönüştürüldüğü garabet. iktidarın sürdürdüğü ve istediği rejim haline gelmişti.
Artık çoğulculuğun ve ortak aklın, toplumun tüm katmanlarıyla geliştirdiği; mutabakatın zenginleştirdiği beraberliğin, halkın egemenliğiyle tecelli etmesi söz konusu bile değildi. Devletin her bir bireyinin, ülkenin kaynakları ve sunduğu fırsatlardan eşit düzeyde istifade ettiği; yurttaşlık ta eşitlenmiş bir hukuk sistemi de varlığını yitirmişti.
Her şey sahteydi ve buna rağmen her şey gerçek gibi gösterilmeliydi....
Şimdi herkese bir ders verilmesinin zamanı gelmişti.
Ve bu dersin en iyi örneği de Sophokles'in, "Kader, harekete geçmeyen kişiye asla yardım etmez..." sözünü şiar edinen ve bunu topluma telkin eden aktör üzerinden ancak gerçekleştirilmeliydi. İş bu sebepten, Görünür olanın gizlenmesi ve gizli denetim altına alınmış toplum algısını sarsılmaz bir paranoyayla yerleştirmek için Merdan Yanardağ'ı tutsak aldılar.
Yani onun, üzerinden toplumda bir panoptikon( İZLENİYORUZ) sanrısı oluşturulmak istenmişti.....
Çünkü O, muhalefetin doğal dinamosuydu ve halkın moral değerlerini yükseltmek, mücadele azmini tazelemek için motivasyon kaynağı oluşturuyordu. Bunun için daha fazla ileri gitmemesi ve toplumsal bilinci yükseltmemesi maksadıyla gecikmeden enterne edildi.
Amaçlanan Yanardağ üzerinden medyada ve kamuoyunda bir korku imparatorluğunun tesirini oluşturarak; hükmedenlerin azametinin mesajını vermekti.
Pek tabi bu mesajı bihakkın alıp yerine getirenlerde oldu. Artık medyada yer alanlar daha kontrollü yazıp söylemeye başladılar. Bazıları ise ürkekliği öylesine abartılar ki devekuşu gibi başlarını daha da derine gömdüler. Onların hiç sesi çıkmaz oldu.
Aslında korku imparatorluğunu büyüten şey korkunun adıydı; yaşattığı değil. Bunu çoğu unutmuştu ve hatırlatan yine Yanardağ'ın demir parmaklıklar ardından yazdığı ilk yazısı oldu...
Büyük usta, kaleme aldığı şu dizelerde sanki dünden bugünü görmüş; Yanardağ'ın boyun eğmezliğine atıfta bulunmuştu.
"Ben hızımı asırlardan almışım,
Bende her mısra bir yanardağı hatırlatır.
Ben ki halkın ne alınterinden on para çalmışım
ne de bir şairin cebinden bir satır..."
Oysa vazgeçenler ve teslim olanlar içinde bir sözü vardı elbet Nazım'ın, onlara ise şöyle sesleniyordu: "İbret al, deli gönlüm, demir sandıkta saklansan bulur seni, ak taş ardında kara yılanı bulan ölüm”
Sonuç olarak: Merdan Yanardağ, hürriyet ve adalet uğruna; özgürlüğünden alıkonularak; taş duvar demir kapının ardına konulalı tamı tamına 28 gün oldu. Tıpkı Filozof Lİder -Marcus Aurelius'ın, "Dalgaların sürekli çarptığı kaya gibi ol: Sağlam, hareketsiz durur kaya ve yatıştırır etrafında suyun öfkesini" altın öğüdünü tutar gibi direniyor mütegallibe takımına...
Bu yüzden de her türlü saygıyı hak ediyor. Selam olsun onun cesaret ve zerafetine!