Kısacası; 1 Nisan 2024’de görülen mahkemede FETÖ’nün CIA ve MOSSAD bağlantılarını resmi evraklardan delilleri ile arz etmek istedim. Mahkeme müsaade etmedi. MİT ile İsrail dış istihbarat servisi MOSSAD arasındaki HUMINT protokolünü imzalandı. Protokol, MİT ve MOSSAD'ın, karşı tarafı haberdar etmek kaydıyla birbirlerinin ülkelerinde eleman sevk ve idare etmelerine izin veriyordu. 2 Mayıs 1997 ve 17 Ocak 2001 tarihlerinde iki defa imzalanan protokolden MİT neredeyse hiç yararlanmamıştı. Buna karşın, İsrail 2000'li yıllardan itibaren Türkiye'de eleman sevk ve idare etmiş ve protokol şartlarına aykırı biçimde, bu faaliyetlerini gerçekleştirirken çoğunlukla MİT'i bilgilendirmek ten imtina etmişti. Dahası, MİT'e göre MOSSAD ikili ilişkileri suistimal ederek Türkiye'den üçüncü ülke operasyonları bile yürütüyordu. 2010 yılına gelindiğinde, MOSSAD'ın yalnızca protokol hükümlerini çiğnemekle kalmayıp aynı zamanda protokolü suistimal ettiğine dair emarelerin belirmesi üzerine MİT kontrolü ele alacak ve MOSSAD da buna bağlı olarak sene sonuna doğru Ankara'daki irtibat ofisini kapatacaktı. MOSSAD irtibat ofisinin kapanması, iniş çıkışları olsa da genel itibarıyla problemsiz seyreden ve 1990-2000 yılları arasında altın çağını yaşayan Türkiye ve İsrail istihbaratı arasındaki yaklaşık yarım asırlık yakın ilişkinin nihayete erdiği anlamına geliyordu. HUMINT protokolünün sonlandırılmasındaki tek gerekçe MOSSAD'ın gayrihukuki faaliyetleri değildi. Dönemin dış politikaları ve güvenlik politikası da ilişkinin sonlandırılması için zorlayıcı bir bağlam yaratıyordu. Önceki yazılarımda belirttim MOSSAD’ın Türkiye içinde operasyon yapabilmesine zemin hazırlayan Başbakan Tansu Çiller’dir. Onun zamanında bu anlaşma yapıldı. Çok kişi bilmez ama TSK’ne kumpas senaryosu AKP kurulmadan çok önce planlanmıştı. Hatta AKP kurulmadan çok önce yürürlüğe konmak istemişti. O dönemin Yargısı buna müsaade etmemişti. Başsavcılık bu düzmece oyuna geçit vermemişti. O dönem eksiklikleri olsa da Yargı bağımsızdı. Ne zaman AKP iktidara geldi bu oyunun sergilenmesi kolaylaştı. Türk Milletinin Bekası olan Türk Silahlı Kuvvetlerine kumpas sahne aldı. O zaman başbakan olan R.T. Erdoğan’ın yakınında bulunanlar onu ikna etti. Kendisini öldürecekleri zannını aşıladılar. Kendisine çizilmiş hayali krokiler, öldürme planlarını gösterdiler. (Onlara göre öldürme planlarının hazırlayıcısı ise bendim) Başlangıçta bu operasyona ters bakan Erdoğan ikna oldu. Zaten kurduğu partinin daha en başta ABD olmak üzere dış ülkelerle bağlantısı vardı. Partinin kurulmasında CIA’nın Türkiye istasyon şefinin büyük rolü vardı. (Gazeteci ve strateji uzmanı Erol Mütercimlerin şahit olduğu olayları anlatan görsel ve yazılı medyaya bakılabilir)

EMRE TANER DÖNEMİ

Türkiye, Hariri suikastına rağmen Suriye ile yakınlaşmasını sürdürürken Lübnan'da seçimler gerçekleşmeden MİT Müsteşarı Şenkal Atasagun 25 Nisan 2005'te emekliliğini isteyecek ve 11 Haziran 2005 tarihi itibarıyla da emekliye sevk edilecekti. Atasagun'dan 4 gün sonra yerine atanacak kişiyse 1967 yılından beri teşkilatta çalışan Müsteşar Yardımcısı Emre Taner olacaktı. 2005'te MİT Müsteşarı oldu ve 2010'da bu görevden emekliye ayrıldı. Emre Taner'in en önemli özelliği MİT'te reforma gidilmesi gerektiği konusunda herhangi bir şüphe taşımamasıydı. Teşkilatın 80. kuruluş yıl dönümü için yaptığı konuşmada Taner, Soğuk Savaş sonrasında MİT'in değişime gitmesi gerektiğini ancak bürokratik sistem içindeki statükocu güçlerin muhafazakârlıkları sebebiyle sürece intibak edilemediğini açık bir biçimde dile getirmişti. Yeni sürecin yöntem, aktör ve araçları giderek farklılaşıyor ve bunların etkisi artık ulusal ve uluslararası düzeyde hissedilir noktaya geliyordu. Bu yeni güvenlik ortamının bir özelliği de kesinlikle stabil olmaması, bilakis oldukça kaygan ve uzun süre de böyle kalacak olmasıydı. Özetle Emre Taner şöyle diyordu. Bu çerçevede ulusal istihbarat fonksiyonlarının Türkiye'nin güvenlik siyaseti ve dış politikasını destekleyecek şekilde yapılandırılması bir gereklilikti. İşte bu güvenlik siyaseti, Türk Milletinin bekasına yönelik karşı taarruz planı ERGENEKON operasyonunu sahne koyarken, CIA ve MOSSAD’ın hizmeteri FETÖ’yü de ön cephede ortaya sürdü. CIA ve MOSSAD’ın dış ülke operasyonlarında kullandığı bir metot vardır. İşbirlikçilerine şunu öğretirler. Devlet katında bir karar mı alınacak. İşi bulandırmak için yüzlerce, binlerce sayfa metin hazırlatırlar. Yargıda bir karar mı alınacak yüzlerce sayfa iddianame veya binlerce sayfa karar gerekçeleri hazırlarlar. Kıdemli yargıçlar konuyu daha iyi bilirler. FETÖ’ne bağlı hakim ve savcıların hazırladıkları iddianameler ve gerekçeler bu şekildedir. Ergenekon kapsamındaki ilk iddianame Zekeriya Öz, Mehmet Ali Pekgüzel ve Nihat Taşkın tarafından hazırlandı. 86 sanıklı dava 25 Temmuz 2008'de açıldı. İlk duruşması 20 Ekim 2008'de Silivri Cezaevindeki duruşma salonunda yapıldı. Bu olayı biraz açmak gerekirse; Ergenekon davasının iddianamesi 17 bin sayfadan fazla... Dünya tarihinde bir dönüm noktası olan 11 Eylül saldırılarının planlayıcısı Abu Ghaith'in iddianamesinin 7 sayfa olması akıllara Türkiye'nin en önemli davası Ergenekon iddianamesini getirir. İşte iki önemli dava, iki iddianame...Süleyman Abu Ghaith hakkındaki iddianame, 7 sayfa, İddianame 11 maddede belirtilmiş, İddianamenin hepsi 1018 sözcük, Boşluklar da sayıldığında toplam 5 bin 982 vuruş. Ergenekon iddianamesi toplam 17 bin sayfadan fazla, Ek klasörlerle sayfa sayısı 10 milyon civarında, dosyaya giren tüm belgelerle birlikte 120 milyon sayfa...

YARGITAY 8. CEZA DAİRESİNDE GÖRÜLEN FETÖ SANIKLARI HAKİM VE SAVCILAR

Ergenekon kumpasının baş aktörü Tuncay Güney’in eline MOSSAD ve CIA, 1999 yılı Temmuz’unda 10 senelik vize veriyorlar. Ve Tuncay Güney Ergenekon tertibin de baş rolde sahne alıyor. Oysa 10 senelik vizeyi CIA ve MOSSAD’a yıllarca hizmet etmiş devrik krallara, devlet başkanlarına bile vermemişlerdir. Ergenekon kumpasında, ikinci dayanak yapılan konu, Ergenekon'un Yeniden Yapılanması (Reorganizesi) 29 Ekim 1999 belgesidir. Bu belgenin aslı yoktur. Oysa aslı olmayan bir belge ile dava açılamaz, iddianame kabul edilemez. Bu kural da görmezlikten gelindi. Üçüncü dayanakları Emre Taner döneminde MİT’in FETÖ Silivri Mahkemesine gönderdiği 9 Mayıs 2008 tarihli bir yazı ve ekinde gönderdiği şema. Bu şema da şaibeli olarak kullanıldı. Bu şemayı sanık yapılan bizlere göstermediler. Suçluyorlar ancak neyle suçlandığımızı söyleyemiyorlar. FETÖ savcıları ne yaptılar? Bu şemayı gizlediler. Savcılık makamı terör örgütü varsa onu açığa çıkarma makamıdır. Gizleme makamı, örtme makamı değil? FETÖ savcıları iddia ettikleri terör örgütünün taraftarı olmuş gibi komik duruma düşmüşlerdir. Raporun aslı ortada yok. Burada sanık olan Silivri Mahkemesi Savcı ve Hakimleri aslı ortada olmayan bir belgeye dayanarak iddianame hazırlıyor ve bu hukuk yoksunu iddianameyi mahkeme kabul ediyor. Bir terör örgütü var ve son cümlesini ‘saygılarımla’ diye bitiriyor. Nerden baksan tutarsızlık, nerden baksan ahmakça. Silivri FETÖ mahkemesi, başka bir garabet karar daha almıştır. Ortada iddianame yok ‘Ergenekon terör Örgütü’ var demişlerdir. Karar almışlardır. (26 Eylül 2008) Nerede görülmüştür? Ortada yargılama yok ama en başta Ergenekon terör örgütü var diyebilmişlerdir. Bizler mahkeme üyelerinin daha ilk başta ‘ihsası rey’ yaptıklarını görüp itiraz edince, 23 Ocak 2009 tarihinde bu karardan vazgeçmişlerdir. Yeni bir karar almışlardır. Ve o karar şöyledir. Yargılama sürerken Ergenekon terör örgütü cümlesi kurulmayacaktır. Sözlerinde de durmamışlardır. Fakat iddia makamı 18 Mart 2013 tarihinde verdiği esas hakkındaki mütalaasında, davanın iddianamesi ve ek klasörlerinde görünmeyen Ergenekon Terör Örgütüne ulaştığını kesin ifadelerle belirtmiş, “Ergenekon Terör Örgütünün varlığı, yapısı, vasfı ve eylemleri konusunda geniş anlatımlara yer…” verdiğini söylemiştir. Ama örgütün varlığı, örgütlenmesi ve eylemleri ile ilgili hukuki hiçbir bilgiye yer vermemiştir. Savcılık makamı tüm iddialarına temel dayanak oluşturan belge, “Ergenekon Analiz Yeni yapılanma Yönetim ve Geliştirme Projesi” ve onunla ilişkilendirilen diğer raporlardır. İlgili evraklar incelendiğinde, üzerinde fazlaca çelişki taşıdığından dolayı operasyon belgesi olduğu anlaşılan, “Ergenekon Analiz… ve çok gizli yazılı LOBİ” belgesi hariç, çoğu devletin ilgili kurumlarının, konuyla ilgili kişi ve şirketlere hazırlattığı veya ilgili kişi ve şirketlerin kendi işgüzarlıkları ile sunduğu bir analiz-rapor olduğu ve akademik bir üslupla yazıldığı çok açıktır. Bu evraklarla bir örgüt var edilmediği gibi, iddia olunan bir örgütün de kurulmuş olduğuna ilişkin en ufacık bir emare bulunmamaktadır. Kısacası; 1 Nisan 2024’de görülen mahkemede FETÖ’nün CIA ve MOSSAD bağlantılarını resmi evraklardan delilleri ile arz etmek istedim. Mahkeme müsaade etmedi. Üstelik mahkeme heyetine şunu ifade ettim. Sanıkları mahkemeye getirin, size yapacağım sunumdan sonra bana itiraz etsinler, savcılar ve sizler anlatacaklarımın karşısında ikna olmadığınız konularda bana soru sorun. Milyonlarca sayfaya hakimim ve buradan iddia ediyorum, ‘bu sunumu bana yapmama müsaade ederseniz, sanık olarak karşınızda duran hakim ve savcıların askeri casusluk yaptıklarını size ispat edeceğim dedim. Sonuç mu? Bir önceki yazıda belirtmiştim.