Bayanlar, baylar hepinizi uyarıyorum: Neşeli bir yazıdır bu! Yaz bitmiş yüreğim dağlanmıştı. Ot Dergisi’nin kasım sayısında ‘Bir Yer Var’ diye yazmıştım. Yazmayı “daktilonun başına geçip kanamak” olarak tarifleyen Hemingway gibi klavyemin başında kan kaybından ölmek üzereydim. Sonraki ay yine Ot Dergi’de ‘İpe Dizili Kelimeler’i yazmış, kendi sözcüklerimin darağacında sallanmıştım. Sonra okurlar iltifatlarını sıralarken kederden şikâyet etmiş ve hatta endişelenmişti. “Nedendir bu derin hüzün nedendir” diye sormuşlardı. Dedim ki “İstersem neşeli olabilirim” ama sonra fark ettim ki neşe öyle pek isteğe bağlı bir hâl değil, sadece neşeli olursam daha iyisini isteyebilirim. Sırf okurların yüzü gülsün, ülkenin kasvetli ve soğuk kış günlerini birazcık olsun ısıtayım diye ‘Sevmek İhtiyacı’nı kaleme almıştım Şubat sayısı için. Sevgi pıtırcığı yazım, kederden bunalan okurlarımı güldürecekken korkunç bir şey oldu bize, hepimize. Bize 6 ŞUBAT oldu! Öylesine büyük bir lanetti ki 6 Şubat; görmeyen kör olurdu, hissetmeyen taş. Yazdık çizdik, bağırdık çağırdık, ağladık zırladık, isyan ettik kınadık… Ne yapsak olmadı; ne anlatabildik ne de çözebildik. Ki birileri hem kördü hem de taş kesilmişti. Bir de buna hayret ettik. Kaç kez bölgeye gitmeye niyetlendiysem hastalandım, İstanbul’da çakılı kaldım. Kendini ve dertlerini bir kenara koyup yardıma koşanlar, sol yanında bir kas yığını değil yürek taşıyanlar kötülük çölündeki vaha gibiydi. Bir yaş aldığım binlerce yıl yaşlandığım bir aydı şubat. Sevgi pıtırcığı yazılarının yaşamasına elverişli olmayan oksijensiz bir gezegendi sanki şubat. Ve fakat gizli bir cemiyet gibi yüreği sevgiye susayanlarla, sevgisi yüreğinden taşanlarla kavuştuk, ‘Sevmek İhtiyacı’ üzerine konuştuk. Sonra bölgeye gittim de. Dilim döndüğünce anlattım da. Ellerim vardığınca yazdım da. Elbette yine hüzünlü oldu yazılar. Yine hem okudular hem endişe ettiler. Ne yapayım; Türkiye’nin jeopolitik konumu neşeli yazılar yazmaya elverişli değil. *** Birkaç gün önce komşum, dostum, emanetçim Selma Semiz aradı, BluTV’nin Hatay’da çocuklar başta bölge halkı için kurduğu ‘Neşeli Nokta’dan bahsetti. “Sen daha önce gitmiştin ama çocuklarla vakit geçirmek için yine gelir misin” diye sordu Selma. “Deli misin” dedim “Tabii ki gelirim.” Sanıyorlar ki biz gidip çocuklara iyi geleceğiz. Oysa bilmiyorlar ki yavru insanlar ve hayvanlar benim antidepresanım. Asıl onlar iyi gelecek bana. Ki biliyordum çok çocuksamıştım, çok bebeksemiştim. Derin bir susuzluk gibi çok iyiliksemiştim. Bilumum ‘se’miştim. Kalktık küçük bir ekip Hatay’a gittik. Oyuncular Aybüke Pusat ve Furkan Andıç da geldi bizimle, Derya Özel de. Masalcı Derya… Masalları derler toplar, çocuklara masallar okur. Neşeli Nokta’yı doldurmuş çocukların kaosunun içinde bulduk kendimizi. Ve fakat bu nasıl tatlı bir kaostur? Bu ortalıkta koşturan çocuklar hiç nizam bilmiyorlar. Ve fakat bu nasıl tatlı bir karmaşadır? Çadırdan çıkan çocuklar panayıra koşmuş. Şekil şekil balonlar, rengarenk palyaçolar, pamuk şekerler, boyama kitapları, patlamış mısırlar… Ve tüm zamanların en sevileni dondurmalar… Çocuklar Aybüke ablaları ve Furkan ağabeyleriyle birlikte olmaktan mutluluk duydular. Oturduk Şeker Fareler çizgi filmini izledik hep birlikte. Konteyner sinemada başıma çocuk düştü. Üstüme patlamış mısır yağdı. Saçıma pamuk şeker bulaştı. Ve fakat bu nasıl tatlı bir pasaklılıktır? Bazıları için mutlu olmak ne kadar kolay… Ufacık bir dokunuşla çiçek açıyor kimileri, kimileri ise dünyaya yese gözü doymuyor. Ancak ve ancak bedensel çapları büyüyor. Pamuk şeker, dondurma, patlamış mısır peşine düşmüş çocuklar yüreğimize düştü… Çocuklar, çocuklar gibi şendi. İlk kez Hatay’da kendimi iyi hissettim. Kendimizi iyi hissettik. İşe yarar hissettik. Asıl onlar bize iyi geldi. Kalbim bayram yeri, astık bayrakları… Geçen sefer içim kararmıştı. Şimdi gördüm ki yaseminler açmış, kokularını etrafa salmış. Mevsim bahara geçiyor, iklim Akdeniz’e değişiyor. Dedim size neşeli bir yazı bu. Yüreğinizi coşturmasını dilerim. Ağlarsanız küserim.