Dünyanın Diyetini Yaşlılar Öder
Filmin son sahnesinde Nara Dağı eteklerinde genç bir adam 70 yaşındaki annesini sırtında taşıyor. Bir önceki gece annelerini orada bırakıp dönen genç erkeklerden dağın zirvesine giden patika yolu öğrendi. Rivayet odur ki; Japonya’da artık üretime katkıda bulunamayan yaşlılar Obasute (veya Ubasuteyama) denen bir gelenek uyarınca 70 yaşına geldiklerinde Nara Dağı’na bırakılıyorlardı. Acımasız yaşam koşullarını ve acımasız insan gerçeğini bize aktaran meşhur Narayama Türküsü filmi, işte bu korkunç geleneği anlatıyor. Kıtlık ve yoksulluk kıskacındaki sert coğrafyada yeni doğanlara yer açılması için yaşlılar ölüme terk ediliyor. Filmin kahramanı Orin Ana aslında sağlıklı ve zindedir. Balık tutar, toprakta çalışır ancak kimseye yük olmadığına ne kendisini sonra da oğullarını ikna edemez. O gün gelir çatar. Orin Ana ölüme isteklidir. Gelenek devam etmelidir ki döngü sürsün. Oğlu hüzünlüdür. Yol boyunca kural; ana oğulun tek kelime bile etmeden yolculuğunu tamamlaması ve genç adamın arkasına dönüp bakmadan köyüne geri dönmesidir. Filmde insanın tüylerini diken diken eden katı bir gerçeklik vardır. Yönetmen insanın (genç ve güçlünün) hayatta kalabilmek için yapabileceklerini aktarırken tanık olduğumuz vahşeti inceltme gereği duymaz. Günün sonunda geride kalanlar beslensin diye köyün yaşlıları dağ tanrısına kurban verilir. Dönüş yolu için tek teselli karın yağmasıdır. Ki yaşlılar canlarını çabucak teslim etsinler.
Antik Roma’da Cicero yaşlılık döneminin “bahtsız bir çağ” olarak görülmesini eleştirir. Zira yaşlılar için çalışma hayatından kopuş (emeklilik), bedenin güçsüzleşmesi, zevklerden yoksun kalma, ölümün bir adım ötede bekleyişi gibi klişe tanımlamalar yapılır. Cicero, yaşlılığa böyle yaklaşılmasını da cehalet olarak değerlendirir. Meşhur eseri Yaşlı Cato’da Cicero insan ömrünü şöyle anlatır: "Ömrün her dönemine, kendine has bir yapı bahşedilmiştir; çocukların zayıflığı, gençlerin haşinliği, orta yaşın ağırbaşlılığı ve yaşlılığın olgunluğu vardır ve doğal olan kendi dönemlerinde bunları kabul etmektir."
Yaşlılığın olgunluğu yani bilgeliği tarihsel olarak insanlığın kaderini de belirlemiştir. Toplum içinde bu olgunluk deneyimle kanıtlanmış esas bilgi kaynağı olmuştur. Ta ki Sanayi Devrimi’ne kadar. Modern dünyada kurumların egemenliği ve iş gücünün fiyatlandırılmasıyla yaşlılık ve yaşlılığa bakış açısı da değişmeye başlamıştır. Emeklilik ya da emekli olma hali atıl olmakla eş tutulmaya başlanmıştır. Hatta Covid-19 ile başlayan süreçte yaşlılık adeta bir damga (stigma) halini almıştır.
Pandemi şüphe yok ki herkes için zor geçiyor. Ama 65 yaş ve üstü yurttaşlar için çok daha zor geçiyor. Pozitif psikolojinin bize armağan ettiği önemli ve anlamlı kavramlardan biri olan psikolojik sağlamlık (yılmazlık) genel hatlarıyla; yaşamsal zorluklar karşısında yeni koşullara uyum sağlayabilme, esneklik gösterebilme ve risk faktörleriyle başa çıkabilme yetisi olarak tanımlanır. Peki özellikle pandemi koşullarında sizce hepimizin psikolojik dayanıklılığı eşit mi? Yoksa pozitif ayrımcılık yapmamız gereken gruplar var mı? Elbette bu soruya cevabımız aynı. Yaşlılarımız ve çocuklarımız, öncelikli olarak düşünmemiz gereken grubu oluşturuyor. Peki ama nasıl? ‘65 yaş üstü’ ifadesi herhalde pandemi sürecinde en sık duyduğumuz laf oldu. Adeta bir kara mizah örneği olarak toplumun en az hareket eden kesimi, sosyal kısıtlamada ilk sırayı aldı. Sanki yasaklara nazire olsun diye dışarı çıkmak için can atıyor kıdemlilerimiz. Bu sevimli bir başkaldırı gibi görünse de aslında anlamı büyük. Hayattan kopmak istemiyor yaşlılar. Öyle ki, bu tuhaf 'kutuplaşmanın' abesliğine tanık olmamak için de gözlerimi nereye kaçıracağımı şaşırıyorum. Zira gençliğin pervasızlığı alenen 'yaşlılığa' çullanıyor. Eve hapsedilen 65 yaş üstü insanları bekleyen tek tehlike emin olun Covid-19 değil. Zira yaşlılık depresyonu ciddi bir konudur. Ve çok sert seyreder. Ayrıca sanıldığı gibi toplumlarda intihar oranının en yüksek olduğu grup ergenler değil yaşlılardır. Bu nedenle hepimizin çok daha özenli olması gereken bir konudur.
Gelişim psikolojisinin duayeni Erik Erikson teorisinde yaşam boyu gelişim evrelerini tanımlarken 60 yaş ve üstünü kapsayan son evreyi şöyle anlatmıştır: Benlik bütünlüğüne karşı umutsuzluk. Yani Erikson'a göre bu yaş aralığındaki kişiler, o zamana kadar yapıp ettikleriyle ya bir 'bütünlük' edinmiş olurlar ya da bir dağılma ve umutsuzluk içinde geçip giden yılların külleriyle baş başa kalırlar. Ve elbette bu keskin yol ayrımı ‘yaş almış bireyin’ kendi başına aynaya bakarak karar vereceği bir süreç değildir. Yani yaş almış birinin mutluluğundan ve huzurundan aslında hepimiz sorumluyuzdur. Yanlarında olarak ya da olmayarak.
İki gün önce İngiltere’de pandemi sürecinde hayatını kaybeden emekli kişilerin maaşlarından ve miraslarından elde edilecek gelir haber yapıldı. İngiltere Bütçe Sorumluluğu birimi (OBS) açıklamış. Haberin başlığı mı: “İngiltere’nin gelirleri artacak.” “Hayatını kaybeden emeklilerin maaşlarından 1.5 milyar sterlin, kalan miraslarının vergisinden de devlete 900 milyon sterlin gelir geleceği tahmin ediliyor.” muş. İnsanın okurken bile kendini kötü hissettiği bir haber. Çoktan yaşlıların her biri sayı olarak bütçede yerini almış bile. Gençler için ne kadar uzak bir ihtimal sayıya dönüşmek. Tıpkı Nara Dağı kadar uzak.
Hadi hatırlayın Neverland’de yaşayan Peter Pan karakterini. Kendisi hiç yaşlanmayacak bir çocuktur. Hatta Peter Pan, diğer çocukları da hiç yaşlanmama vaadiyle Neverland’e davet eder. Sonsuzlukta daima genç ve bitimsiz bir hayat… Tıpkı günümüzün reklam sloganlarına benziyor. Ölümsüzlük ve gençlik satıyor yeni dünya. Oysa dikkat edelim de pazarlanan Neverland aslında Nara Dağı olmasın. Yani diyorum ki, dağ tanrısı çoktan şehre inmiş olabilir.