Kılıçdaroğlu gençlere yönelik “Gelecek aylarda her türlü provokasyona maruz kalacağız. Ne olursa olsun, kavga etmeyecekseniz. İnançlısı, inançsızı, imam hatiplisi, şortlusu, başörtülüsü” provokasyona gelmeyin diye uyarıda bulunurken, Karamollaoğlu da "seçimlere doğru giderken dini hassasiyetler üzerinden bir provokasyon yapılacağı endişesi taşıdığını" açıkladı. Arkasından da Kılıçdaroğlu hak arayan öğretmenler saldırıyı kınadı ve öğretmenlere “hemen birleşin” dedi. İktidar bu uyarıları dikkate alıp konunun üzerine gideceğine, her zamanki gibi tam tersini yapmayı benimsedi; 86 milyonun “can ve mal güvenliğinden sorumlu” İçişleri Bakanı Soylu üst perdeden “Yüz bin Kılıçdaroğlu gelse bunu başaramaz” diye meydan okuduğu gibi Kılıçdaroğlu’nu da “toplumu kaosa sürüklemekle” suçladı!
Sorunlar karşısında AKP iktidarın gerçeklerle yüzleşmekten kaçması sonucu değiştirmiyor, ekonomik kriz önüne ne katarsa sürüklüyor ve sonuç sokakta ciddi dalgalanmalar yaratıyor. 20 yıllık tek başına iktidarın yarattığı aidiyet duygusuna, kamuoyu yoklamalarına yansıyan yüzde 30 AKP oyuna rağmen öfkeyle bütünleşmeye başlayan dalgalanma engellenemiyor. Erdoğan’ın inandırıcılığı büyük yaralar alıyor, şehir efsanesine dönüşen “yaparsa Erdoğan yapar” efsanesi de hızla sona doğru yaklaşıyor. Hem ekonomide, hem de siyasette!
5 Milyon ailenin yani neredeyse her 4 aileden birinin su, elektrik, doğal gaz ve telefon faturalarının ödeyemediği, icra dosyalarının sayısı 24 milyon 77 bine ulaştığı ve üstelik bu sayının her gün 6 bin 700 adet arttığı artık gizlenemiyor! Gelir dağılımında yaşanan büyük adaletsizliğin seçmenlerin ezici bir bölümünü doğrudan etkilediği ve öfkelendirdiği bir dönemde Sedat Peker’in 15-16 aydır dile getirdiği mala çökme, yolsuzluk, uyuşturucu ticareti ve rüşvet iddialarının, en son SPK Başkanına, Cumhurbaşkanı ve Başbakan danışmanlarına ulaşmasıyla birlikte iktidar bu alanda da mızrağı saklayacağı çuval bulamıyor. Peker’in iddiaları yalnızca muhalefet partileri tarafından kabullenilmekle kalmıyor, yapılan araştırmalar neredeyse her dört kişiden üçünün bu iddialara inandığını gösteriyor…
İktidarın ekonomik çözüm iddialarının havada kaldığı, yolsuzluk ve rüşvet iddialarının ayyuka çıktığı bir dönemde Kılıçdaroğlu’nun KYK, ÖTV, EYT, faiz ödemeleri gibi elle tutulur, somut ve can alıcı konuları gündeme taşıması ve bu sorunlara iktidarın çözüm için hemen refleks göstermesi ve “kaynak” bulmak zorunda kalması Erdoğan ve ekibini mutsuz ederken kamuoyu yoklamalarına yansıyacak kadar Kılıçdaroğlu’nun da etkisini arttırıyor. Erdoğan’ın en önemli özelliği olan inandırıcılık el değiştiriyor ve Kılıçdaroğlu’nun iş bilirliği ve inandırıcılığı artıyor…
Bu inandırıcılık ve etki, Erdoğan’ın ve AKP-MHP Bloku’nun kutuplaştırma ısrarı karşısında Kılıçdaroğlu’nun ve 6’lı Masa’nın son açıklamasına da yansıdığı gibi “Bu topraklarda; toplumsal kutuplaşma son bulacak; toplumsal barış hakim olacak. Öfke ve nefret dili kaybedecek; nezaket ve karşılıklı saygı kazanacak” vurgusu inandırıcılığı hem Kılıçdaroğlu hem de 6’lı masa lehine büyütüyor.
ASLA OY VERMEM!
Nitekim AKSOY Araştırma’nın en son araştırmasında bu gerçeğin sonuçlarını da açıkça görüyoruz. Bütün seçmen içinde CHP’ye “asla oy vermem” diyenler oranı yüzde 41,8 ile oransal olarak en düşük seviyede olurken, seçmenin yüzde 56,2’si AKP, yüzde 61,2’si de MHP için “asla oy vermem” diyor! (Bu oran İYİ Parti için yüzde 49,7, HDP için yüzde 79,5)
Bu sonuç aynı zamanda toplumda bir değişim ve dönüşüm isteğini de yansıtıyor. Çünkü toplumun ezici bir çoğunluğu yıllardır tekrarlanan yalnızca tarihi ve bazen de isimleri değişen kutuplaştırıcı, ötekileştirici siyasetten bıkmış durumda! Oligarşik bir yapıya dönüşen Erdoğan iktidarı değişen Türkiye resmini görmüyor, kentleşmenin birçok kavramı değiştirdiğini, özellikle dinin eski etkisinin kalmadığını görmek istemiyor. Oysa Erdoğan’ın “kimlikler” hesabıyla “yüzde 30-70 dengesi” üzerine inşa etmek istediği “iki partili sistem” hayali biteli çok oldu, mecliste şu anda grubu olan beş partiyle birlikte tam 14 parti var! Bundan dolayı, söyleyen Erdoğan da olsa 9 yıldır “Gezi kalkışmasında camide içki içildi” yalanına eklenen “camilerimiz yakıldı” yalanı da, “Milletimizin mukaddes değerlerine dil uzatıyorlar, provokasyonları ibadethanelerimizi ve imam hatiplerimizi hedef alacak şekilde büyüdü” söylemi de istenilen karşılığı bulmuyor. AKP bırakın kendi seçmenini, kendi kadrolarını bile bu söylemler karşısında konsolide edemiyor, nitekim dört gün önce tutuklanan Gülşen’in dört gün sonra ev hapsi de olsa tahliye edilmesi de bunu işaret ediyor! Aynı şey yasaklanan festivaller ve konserler için de geçerli. Toplum vicdanı bu tür keyfi ve yaşam tarzına müdahale eden yasakları kabul etmiyor, tıpkı Ankara’da hak arayan öğretmenlerin dövülmesinin büyük tepki toplaması gibi…
Aynı tepkiyi şimdi “
Musa peygambere bakıyorsun, adamı da tarih bilmiyor, yok öyle birisi. Musevilerin kitabındaki Mısır'dan çıkış olayı da yok” dediği için "Halkın bir kesiminin benimsediği dini değerlere alenen aşağılama" suçlamasıyla ve "şüpheli" sıfatıyla ifadeye çağrılan Prof. Dr. Celal Şengör için de yaşayarak göreceğiz. Halkın ezici bir bölümü Celal Hoca’nın yanında yer alacak. Çünkü sağından soluna muhalefet bir bütün olarak dini tartışmaların ve kutuplaşmanın çok dışında kendisini konumlandırmış durumda. Kılıçdaroğlu’nun ve Karamollaoğlu’nun son uyarıları da bu yüzden önemli! Etnik ve dini kimlikler üzerinden demokrasi çıkmaz, aslolan eşit yurttaşlıktır!