Farklı toplumlarda farklı amaçlarla yapılan sosyolojik ve psikolojik araştırmalar toplumları dönüştürmek için bir kuşağın dönüştürülmesinin yeterli olduğunu kanıtlamaktadır. Bunun için de  ortalama 20 yıl yeterli oluyor ve bunun en kolay yolunun da hedef seçilen  o ülkede dikta bir iktidarı iş başına getirmektir. Çünkü bu yönetimler istedikleri her şeyi çok kolay yaparlar ve zorla her şeyi herkese yaptırılar. Bunun sonucu olarak yirmi yılda farklı insan tipleri yaratılır ve bu insanların ezici çoğunluğu ‘kaderine razı olur’ ve ‘ her şeyi çok kolay kabullenir’. Bundan 50-60 yıl öncesinde Latin Amerika ülkelerinde olduğu gibi sürekli baskı, dikta ve faşist iktidarlar bu tür ortamı yaratmak için ideal yönetimler idi.

Sonuç olarak uzun süreli faşist iktidarlar yönetiminde yaşamak zorunda bırakılan toplumlarda insanların ezici çoğunluğu yaratılan baskıcı koşullara hızla uyum sağlar ve her şeyi çok kolay kabullenir. Bu tip insanlara ‘ istikrar sever’ ya da ‘ değişimden korkan’ vatandaşlar denir. Bunların hak, hukuk, özgürlük ya da  ülke sorunlarına karşı duyarlılık gibi dertleri olmaz ve düşündükleri tek şeyin kendi kişisel (ailesel)  gereksinimlerini karşılamak olur ve bunun için de bildik tüm erdemli değerlerinden vazgeçerler. Egoist ve oportünist olur, yalan söyler, hırsızlık yapar, dolandırır ve her türlü kötülüğü yaparlar. Bu tür insan türünü yaratan iktidarlar ise işi daha kolaylaştırmak için  toplumu iki şeye daha alıştırıyorlar :

Futbol ve din.

Futbolla insanlar  günlük sorunlarını unutur, kendileri için  mücadele etmez ama tuttukları takım için kavga ederler. Ülkedeki hukuksuzluğu umursamazlar ama  90 dakikalık maç zamanında hakemlerin yanlış kararlarına bağırıp çağırarak deşarj olurlar. Aynı zamanda 90 dakika da olsa kuralların var olmasından mutlu olur ve sonuçta kendileri hiç bir zaman kazanmazsa da tuttukları takımın kazanma şansının olmasından sevinç duyarlar.

Gelelim din olayına…

Bu tür ülkelerde iktidarlar; vatandaşların gerçek din yerine içi boşaltılmış, yüzeysel, safsatası bol ve çoğu zaman bağnaz dini öğreti, anlayış ve inanca sahip olmalarını ister ve bunun için de gerekli ortamı sağlar ve teşvik ederler. Bu tür insanların ezici çoğunluğu hak, hukuk, adalet, eşitlik ve benzeri erdemler umurunda olmaz ve gösterişin ötesine geçmeyen  davranış biçimleriyle yetinirler.  Örneğin kilise ya da camiye gitmek, dini gün ve bayramları kutlamak, hac için kutsal yerlere gitmek, kurban kesmek  ve oruç tutmak. Bu insanların büyük bölümü namaza geç kalınca ya da bir namazı kaçırınca üzürler ya da öyle görünürler ama her nedense yalan söylemekten, rüşvet alıp vermekten, çalıp çırpmaktan, başkalarını dolandırıp kazık atmaktan ve buna benzer bir sürü rezillikleri yapmaktan  hiç çekinmezler. Bu tür insanlar kendilerini yöneticilerin dini söylemlerinin etkisinde kalırlar ve birden bire bağnaz birer dinciye dönüşürler . Bunun en somut örneği Türk toplumudur. AKP iktidarı kontrol etiği medyanın %90’ı ve sosyal medya aparatlarıyla her seçim öncesinde ve normal zamanlarda destek verdiği şeyhlerin, tarikatların ve dini cemaatlerin yardımıyla topluma safsatası ve içi boş dini öğretileri aşılamayı becermektedir. Bunu başarmanın da temel koşulu; toplumun  yani insanların yoksul ve cahil olmasını sağlamaktır. İşte bu nedenle Türkiye ve benzeri ülkelerde  insanlar özellikle yoksullaştırılır, eğitim sistemleri çökertilerek insanlar cahil bırakılarak kolay yönetilir hale getirilir.

İktidarlar ise büyük bölümü cahil olan toplumları çok daha kolay yönetip onlara istediklerini yaptırabilecekleri için cehaleti bir marifet gibi pazarlar ve çoğu zaman cahillere ülke yönetiminde ve yaşamın  farklı alanlarında fırsat yaratırlar. Onlar da bu avantajlarını korumak için var olan düzenin bozulmasına yol açabilecek her türlü söylem ve eylemlere tepki gösterir ve karşısında olurlar çünkü onlara göre ülke istikrarı kendi istikrarlarının vazgeçilmez koşuludur.

Durum böyle olunca alan razı-satan razı misali ülkeyi yönetenler uzun süre iktidarda kalabiliyorlar ve her seferinde ülke göreceli olarak binalar, yollara körüler ve benzeri varlıklarıyla gelişmiş gibi görünse de  toplumsal, kültürel, dinsel, eğitimsel, ahlaksal ve daha bir çok alanda çok daha kötüye gider ve kimse de bunun farkında olmaz hatta umursamaz çünkü egoizim, oportonizm ve lümpenlik yaygın bir karekter halini almıştır. BAE, Suudi Arabistan, Katar, Kuveyt gibi Körfezin petrol zengini ülkeleri ve farklı olmakla birlikte son zaman Türkiye’si somut birer örnek olarak gösterilebilir. Göreceli gelişmişliğin arka planında her zaman  yaygın bir beyin tembelliği ve buna bağlı olarak düşünsel  bazda paslanma, küflenme ve çürüme yaşanır.

Çürüme ise tarih boyunca tüm uygarlıkların yıkılma ve ortadan kaybolma nedenidir.