2017 yılında polisin silah kullanma yetkisinin arttırılmasıyla birlikte Amerika’da görmeye alışık olduğumuz insanlık dışı görüntüler bu kez Fransa’da yaşandı. 17 yaşında polis kurşunuyla öldürülen Cezayirli Nahel’in ardından Fransa sokakları ateşe verildi. Dahası katil zanlısı polisin ailesine yardım amaçlı düzenlenen bağış kampanyası iki gün önce 1 milyon 600 bin euroya ulaştı. Adım adım dünya cinnet toplumuna doğru ilerlerken ırkçılık ve yabancı düşmanlığı yine sahnede.
Hadi hep birlikte anlamaya çalışalım. Neden insan tanıdığı (ve çoğu zaman da hiç tanımadığı) ‘ötekine’ nefret duyar? Bu ‘öteki nefreti’ yaşamsal bir ihtiyaç mıdır? Yani evrimsel olarak nesilden nesle aktarılan kıymetliyse ve ırkçılık musibeti de tarihte türlü acılara sebebiyet vermiş ve vermekteyse (soykırımlar, katliamlar) lakin bir türlü vazgeçilemiyorsa, ırkçılık (üstün ırk olma inancı) kişiye nasıl bir psikolojik konfor sağlar, düşünelim.
İnsanın kendinden görmediğine duyduğu öfke büyük savaşların büyük yıkımların ilk ateşleyicisi olmuştur. Dil, din, ırk ve siyasi görüş farklılıkları ötekine duyulan nefretin enstrümanları olarak işlev görür. Adalet yoktur ve aranmaz da. Kolaylıkla ölür ve öldürür. Ötekinin haklarının gasp edilmesine göz yumar. Zira ‘öteki’ asla onunla eşit muamele görme hakkına sahip değildir. Yaftalar hazırdır: Din düşmanı, vatan haini ve benzeri… Tekrar ırkçılık meselesine döndüğümüzdeyse antropologlar ırkçılığın ‘doğuştan’ gelen bir özellik olmadığı yönünde araştırmalar ortaya koymuşlardır. Akla yatkındır. Zira ırk kavramının modern olarak icadı sosyal kullanışlılık çerçevesinde şekillenmiştir. Köle-efendi, üstün- aşağı meselelerine kılıf bulmak bu icat sayesinde 20.yy’a kadar geçer akçe olmuştur. Irk kavramının bilimsel olarak insanlar için çürütülmesinden sonra faniler yine rahat durmamış bu sefer “ırksız ırkçılık” etrafında toplanmayı becermişler. Yani genetik bilimden umut kesilince kültürel farklar devreye girmiş ve “ırksız ırkçılık” acı dolu soykırımları insanlığa yaşatmıştır.
Irksız Irkçılık
Bu faillerden biri olan Hitler yakın çevresine kibarlığıyla hatta yufka yürekliliğiyle nam salmış bir zatmış. Çünkü iyi davranılmayı hak eden seçkinler ondan olanlardı. Irkçılık denen şeyin ayakta kalması için ırkçı kurama daima ihtiyaç vardır. Bu ‘kurmacaların’ en fenası malum insan ölçümlerini (kafatası vb) miras bırakan Galton’unki olmuştur. Zira kendinden olan/olmayan ayrımına göre Galton, “istenmeyenlerden” kurtularak ve “arzu edilenleri” çoğaltarak insan ırkını geliştirme hülyası için “iyi nesil” veya “iyi tür” anlamına gelen öjeni kelimesini kullanmıştır. Sonuç malum, kimin kime güce yeterse. Galton’un kuzeni Darwin’den ödünç aldığı sosyal darwinizmin şahlandığı dönemlerde kibar Hitler’in (1944) “Zafer güçlünün, ölüm zayıfındır.” sloganı ırkçılığı ve katliamları meşrulaştırmıştır. Bilimsel ve biyolojik hiçbir dayanağı olmayan ırkçılık musibetini halen ayakta tutan büyü kısaca insanın ‘seçilmişliğine’ dair inancından başka bir şey değildir.
Ölümlü olduğunu bilen ve ölüme yaklaşan birey için artan güvenlik ihtiyacı fiziksel, ruhsal ve politik anlamda belirleyici olur. Psikolojide Dehşet Yönetimi Kuramı olarak bilinen bu teoriye göre bir nevi ölüme meydan okumak için bazı temel eğilimler söz konusudur: Cinsiyetçilik, türcülük, idelojik angajman, din (öbür dünya inancı) ve ırkçılık (içine doğduğumuz toplumun üstünlüğüne dair inanç). Değersizlik, huzursuzluk ve ölüm korkusu karşısında ırkçılık en kolay en kestirme hayat kalma tercihi. Ekonomik çember daraldıkça ırkçılık ve yabancı düşmanlığı artıyor ve artacak da. Maalesef destekçileri gittikçe gençleşiyor. Sosyolog August Thalheimer’in toplumların kalbindeki saatli bomba olarak nitelendirdiği üretimin ve sosyal yaşamın dışında kalan gençlik, ırkçı ve şiddete yatkın eğilimleriyle tüm toplumlar için büyük tehdittir. Okula gitmeyen, çalışmayan, tüm üretim ilişkilerinin dışında kalan bu gençler için Thalheimer ‘sosyal moloz’ ifadesini kullanır. İşte gittikçe büyüyen ‘sosyal moloz’ yığını öfkesiyle, değersizlik duygusunu bastırabilmek için daha da sertleşiyor, keskinleşiyor. Dünyada liderler daha da despotlaşıyor ve ne acıdır ki aldıkları destek sertleştikleri oranda daha da artıyor. İnsanlık adına umutlarımız tükeniyor. Sosyal molozlara teslim bir dünya için ilk önce okullar kapatılıyor, adalet savaşçıları tutsak ediliyor, insani değerler hiçe sayılıyor. Bu bir cinnet sarmalı. Bu sarmaldan çıkmanın tek yolu birbirimize daha çok tutunmak. Yangın yerinde yaşamayı görev bilenlere sahip çıkmak.