Çocuklarla ve ergenlerle çalışırken koltuklarda asla iki kişi oturamazsınız. İsteseniz de istemeseniz de ebeveynlerin duyguları çocuklarının kimi zaman gözlerinde kimi zaman kalplerinde kimi zaman da sırtlarında onlara eşlik eder. Dolayısıyla kaygı, suçluluk ve “iyi çocuk olamama’ endişesi belli etse de etmese de her çocuğun içini kemirir. Özellikle kendisinden net başarı beklenen okul, sanat ve spor gibi alanlarda bu durum ‘performans kaygısı’ olarak ortaya çıkar ve çocuğun ruh sağlığını tehdit eder.
Mesela “Okula gitmek istemiyorum, bana hiçbir şey vermiyor. Futbolcu olacağım. Falanca kulübün seçmelerine katılacağım. Ailemi ikna edin.” biçiminde talepler aldı başını gidiyor. Ya da “Basketbolcu olacağım NBA’de bilmem kaç milyonluk anlaşmalara imza atacağım. Üniversite okumama gerek yok.” Binlerce ergen için spor bir zengin olma kapısı… Ha keşke sadece ergenler için olsa bu arada. Bir de çocuğunuzda ışık var diyen bir koça denk geldiğinde aynı hülyaya ortak olan babalar anneler var. Bir gökyüzü kaç yıldız kaldırır bilemeyiz ama kayan yıldızlar gibi hayalleri denize düşen çocukları ve aileleri toparlamak bazen gerçekten güç olabiliyor. Zira yıldız olmayı başaran çoğu oyuncunun bile hüzünlü Avrupa takımları maceraları gazetelerden hiç eksik olmuyor.
Biz konumuza dönelim. Hasılı endüstriyel sporun kaderini değiştiremesek de, spor bir çocuğun kaderini milyoner olamasa da değiştirip dönüştürecek güç de bir sihir. Her derde deva bir yaşam biçimi olarak biz sporu çocuklarımızın hayatına nasıl ve ne kadar katabiliyoruz? Kaş yaparken göz çıkarmadan sporun doğasındaki rekabeti onlara nasıl anlatıyoruz? Bir seçmeyi kazandığında ondan önce sahaya ya da salona koşarken buluyor muyuz kendimizi? Ya da galip mağlup, yenen yenilen, kazanan kaybeden melanetinden sporun yakasını kurtarabiliyor muyuz?
Spor psikolojisi bambaşka bir alan. Ne mutlu ki sporcu kökenli bir spor psikoloğu eski milli basketbolcu Ömer Kart bu soruları kendine dert edinmiş ve aileler için rehber niteliğinde kısa, öz ve deneyimle sınanmış akademik literatürü bir kitaba sığdırmış. Üstelik voleybolcu anne kız Arzu Göllü ve Duru Aksu, basketbolcu baba oğul Sinan Güler ve Muratcan Güler ve Beşiktaş’ın efsanesi Metin Tekin kendi yaşam deneyimlerini tüm samimiyetleriyle kitapta paylaşmışlar.
Ömer Kart’ın kitabına verdiği isim oldukça manidar: Benim Çocuğum Sporcu Olacak. Ebeveynlerin ağzından olanca içtenliğiyle çıkan bu cümle, hayali sporcu olmak olan bir çocuğu her zaman motive edebilir mi, soru işareti. Dolayısıyla kitaptaki onlarca önemli öneriden biri olarak 9 yaşından önce müsabaka skorlarının kayıt edilmemesi, sporu çocuk açısından kendini ispat etmesi gereken bir alan olmak yerine bir yaşam alanı olarak benimsemesine katkı sunacaktır.
Ve şu soru “Baba biz yendik mi?” Henüz formasındaki teri kurumadan kazanan mı kaybeden mi olduğunu soran çocuğa, tüm şefkatimizle sırtındaki teri göstermek ve gerçekten madalyanın bu olduğunu anlatmak o kadar da zor olmasa gerek. Sporla bağını sağlıklı kuramayan çocukta okul reddi, şiddet eğilimi, kazanmak için her yolu kendinde hak görme davranışı ve profesyonel olamayacağını anladığında yaşadığı kayıp duygusu ciddi risklerdir. O nedenle sporu sevmek, bir takımın parçası olma gururunu yaşamak ve elbette sağlıklı gelişim için sporu yaşama yaymak esas amaçtır.
Ömer Kart’ın kitabından Metin Tekin’in babasıyla olan bir anısıyla bitirelim. Oğlu şimdilerin aktörü Tarık Emir, kaleci olmaya heves eder ve Beşiktaş’ın alt yapısında bir takımda oynar. Fakat yediği gollerle takım farklı mağlup olur. Bunun üzerine Metin Tekin’in babası şahane bir nokta koyar: “Ne şanslı adamım oğlum santrafor oldu gol atamıyor, torunum kaleci oldu bol bol gol yiyor”…
Sözün özü yenik bir kalbe bazen dedenin tatlı bir esprisi, babanın sıcak bir gülümsemesi ve antrenörün omzuna dokunan eli bir sonraki maçı olmasa da hayatı garantiler. Çubuklu çubuksuz yıldızlı yıldızsız hepimizin rüyasıydı o formayı giymek. Görevimiz ise sporu karşılıksız sevip, sevdirmek...