Düşünün; 14 yaşında annesiz büyümüş bir kız çocuğunu güya dini nikâhla yatağına alan 33 yaşında bir adam var.
Düşünün; bu kız çocuğu 15 yaşında hamile kalıyor.
Düşünün; bu kız çocuğu 16 yaşında doğuruyor.
Düşünün; bu kız çocuğu sürekli ağır şiddet görüyor.
Düşünün; bu kız çocuğu şu anda 19 yaşında ve ikinci kez hamile.
Düşünün; bu kız çocuğu sokak ortasında 3 yaşındaki oğlunun gözü önünde demir çubukla dövülüyor.
Düşünün; bu kız çocuğu “Hamileyim ağabey” diye inlerken yediği dayağı ahali izliyor.
Düşünün! Düşünebildiniz mi? Bütün bunları düşünmek bile yeterince acı vericiyken biz bunları çıplak gözlerimizle görüyoruz. Bütün bunları düşünmek bile yeterince acı vericiyken bütün bunları o körpecik beden yaşıyor.
Manisa’daki Sudenaz…
Adın ne güzel Sudenaz… Belli ki adını koyarken özenmişler ama hayat sana hiç özenli davranmamış. Annesiz büyüdüğün o acı öykün nedir ne değildir bilmiyorum -bilmeme gerek de yok- ama seni bir canavarın dişleri arasında bırakan adaletsiz yaşama lanet ediyorum.
Akhisar, Manisa’daki o korkunç olayın videosu önüme düştü. Video önüme düştükçe ben kaçtım. Kaçtım çünkü dayanamıyorum. Üzerimize bir hortum gibi gelen şiddet sarmalı ruhlarımızı bedenlerimizden koparıp götürürken bazen ufacık bir yele bile tahammül edemiyorum. Çünkü fazla! Bu kadarı bir insana fazla…
Üç koca gün kaçabildim o videodan, sonra bir hayalet gibi beni avladı. Avlandım da ne oldu? Paramparça oldum.
Sanmayın ki bu kaçış bencillikten. Aksine hassasiyetlerimi koruyabilmek için. Şiddet pornosunun içinde hissizleşmemek için.
Dünya, porno filmlerin çekildiği koca iğrenç bir platoya dönüşürken bizim ‘keder coğrafyasında’ şiddet pornosunun en sertleri çekiliyor. Tarantino filmlerine rahmet okutacak bir şiddet pornosu hem de!
***
Bu toplum suçlu mu kurban mı karar veremiyorum; sık sık tereddüt yaşıyorum.
Ödül ceza, ceza ödül olabildiği gibi suçlu kurban, kurban da suçlu olabiliyor. Bu toplum hem suçlu hem de kurban! Evet, hakim bey, son ve kesin kararım!
Tek tek sorsak kimse böyle bir toplumda yaşamak istemez ama her biri tek tek bir araya gelip bu toplumu oluşturuyor.
Çoğunluğun kendini istisna görmek gibi yaygın bir eğilimi var.
Ayrı değilsiniz! Başka değilsiniz! Özel ve istisna değilsiniz! Değilsiniz, kardeşim, değilsiniz!
O demir çubukla hamile kadını, çocuğunun gözü önünde, sokak ortasında döven adam sizsiniz!
Ulu orta ağır şiddet gören hamile genç kadını izleyen o sefil kalabalık sizsiniz!
Yaşamı bir eziyetten ibaret olan, cinsel saldırıya uğrayan, çocuk yaşta doğuran, sokak ortasında demir çubukla dövülen o genç kadın sizsiniz!
Sokak ortasında babası tarafından demir çubukla dövülen annesini izleyen o çaresiz çocuk sizsiniz!
Daha doğmadan anasının karnında şiddete uğrayan o bebek de sizsiniz!
Hem suçlusunuz hem de kurbansınız.
***
Bana “Öleceksin, en son hangi şarkıyı dinlemek istersin” diye sorsalar çok büyük ihtimalle “Nina Simone’dan Don’t Let Me Be Misunderstood” derdim.
O şarkıda şöyle şahane bir dize bulunur: “Yaşamın sorunları var, ben payıma düşenden fazlasını alıyorum.”
Kişi başına düşen her şeyi hesaplıyorlar da kişi başına düşen şiddeti merak eden yok. Bir kişinin kaldırabileceği şiddet oranı nedir? Yaşayacağı şiddetten söz etmiyorum tanıklık ettiği şiddetin ne kadarını taşıyabilir?
***
Yine kendimi köyün sözü dinlenmeyen sakalsız ihtiyarı gibi hissederek söyleyeceklerim var.
- Kitle iletişim araçlarının gelişmesi, bunlara sosyal medyanın eklenmesi, vatandaş gazeteciliği ve tık/etkileşim merakı bir kişinin ömrü boyunca tanıklık edeceği şiddet miktarını 100 yıl, 50 yıl, hatta 10 yıl öncesine kıyasla karşılaştırılamayacak ölçüde arttırdı.
- Mahalledeki yangını gördüğümüz gibi Kongo’nun bir köyündeki selden de haberdarız.
- Şiddete çok fazla maruz kalmak, şiddete karşı duyarlılığı azaltıyor. Şiddeti normalleştiriyor.
- Geleneksel medyada şiddet haberlerinin nasıl işleneceği konusu hep etik bir tartışmaydı. Gazeteciler bile etik kodlara uymakta güçlük çekerken ‘vatandaş gazeteciliğinin’ ve sosyal medyanın popülerlik bağımlılığının, bu etik kodları dikkate alacağını beklemek saflık olur. Bu alanda artık yapacak bir şey olmadığını düşünüyorum. Karamsarım.
- Şiddeti insanların gözünün içine sokmamalı ama ara sıra topluma bir tokat da atmalı. Çok tartışılmıştı ve ben Emine Bulut olayının video ile yayılmasını atılan sert bir tokat olarak görmüştüm. Evet, ara sıra sert bir tokat atılmalı da herkesin tık ve beğeni peşinde koştuğu bu sefil dijital çağda buna kim nasıl karar verecek? Geleneksel medya bile kendi içinde bir fikir birliğine varamamışken, bu haysiyeti takipçi sayısı bini aşınca çirkin bir ağızla herkese had bildirmeye çalışan fenomenlerden mi bekleyeceğiz? Karamsarım.
- Şiddet ve intihar haberlerini verirken hem özendirici olmamak hem de toplumu bu tür haberlere karşı uyuşmuş hale getirmemek önemlidir. Reşit olmayan kişilerin isimlerinin ve yüzlerinin paylaşılmaması önemlidir. Dijital ve sosyal medya bu etik değerleri yerle bir etti. Karamsarım.
- İnsanların unutulma hakkı vardır. Şiddeti izlemek zorunda bırakılan o 3 yaşındaki çocuğun yüzü her yerde, her yerde! O çocuk yeterince travma yaşamamış gibi ömrü boyunca da o korkunç görüntüden kurtulamayacak. Şiddete dikkat çekerken bile birini mağdur ediyor, ona şiddet uyguluyoruz.
- Televizyon ekranlarında alkolü, sigarayı buzlayıp, şiddet pornosunu görmezden gelenlerle de bir yere varamayacağız. Küfür -ki o da kötü- bipleyip, bıçaklama veya silahla vurma sahnesini neredeyse romantize ederek ağır çekimde izletmek… Karamsarım.
***
Konfüçyüs’e “Bir ülkeyi idare etmeye çağrılsaydınız, yapacağınız ilk iş ne olurdu” diye sorulduğunda şu yanıtı vermiş:
“İşe önce dili düzeltmekle başlardım. Çünkü dil bozulursa kelimeler düşünceleri iyi anlatamaz. Düşünceler iyi anlatılmazsa, yapılması gereken işler yapılamaz. Görevler gereği gibi yapılmazsa, töre ve düzen bozulur. Töre ve düzen bozulursa, adalet yoldan sapar. Adalet yoldan çıkarsa, şaşkınlık içine düşen halk ne yapacağını, işin nereye varacağını bilemez. Bunun içindir ki hiçbir şey dil kadar önemli değildir.”
Dilimiz ne kadar bozuk, farkında değil miyiz? Her cümleyi a.. k.. ile bitiren koca koca adamlar, güya şık kadınlar, ufacık çocuklar…
Her cümlenin sonuna bir noktalama işareti gibi eklenen o iki kelime, ‘koymak’ hareketleri, anayı-bacıyı-karıyı hedef alan küfürler…
Örneğin o a.. k.. kişinin rızası ile mi gerçekleşiyor? ‘Nasıl koydum’ hareketi? Kim nereye tam olarak neyi koyuyor? Ananı, bacını, karını s.. küfürlerinde sözü geçen bu cinsel eylem karşınızdaki kişinin rızasıyla mı olacak? Hepsinin yanıtı “Hayır” değil mi? Sözünüzün anlamı ırza tecavüzdür. Cinsel saldırıdır.
Çok özür dileyerek karşıma çıkan kötü bir videoyu anlatmak istiyorum. İhtiyar adam eşeğe tecavüz ederken bir genç onu videoya alıyor. Saldırmak için yaşlı adama doğru koşarken genç “Senin ben a.. k.. orospu çocuğu” diye bağırıyor. Yaşlı adamı cezalandırmak için genç adamın yapacağını söylediği eylem, yaşlı adamın korkunç eylemiyle aynı. Anladınız mı?
Ağzında küfür, meclisinde yumruk, düğününde kurşun, stadında tekme… Ne bekliyorsunuz ki?
Hadi köyün sakalsız ihtiyarını dinlemiyorsunuz, Konfüçyüs’ü dinleyin bari. Bir şeyleri düzeltmek istiyorsanız önce ağzınızı temizleyin.