Güvensiz topraklar ve yeni mafya düzeninin ortaya çıkışı

Yayın tarihi: 27 Ağustos 2023 Pazar 12:03 pm - Güncelleme: 27 Ağustos 2023 Pazar 12:03 pm

Ertürk Akşun

“Ülke Teksas’a döndü!” Artık sık sık duyduğumuz bu cümle beni bu yazıyı yazmaya itti. Basit ama bir o kadar da hatalarla dolu bir cümle oluşu ama aynı zamanda içinde doğruları da barındırması açısından önemli bir konu. Doğru kısmı şu: Teksas, herkesin kendi kanununu kendisinin koyduğu yer anlamında kullanılması, günümüzün güvensiz topraklarını ve güvensiz bireyini anlatması açısından doğru. Güçlünün ya da hızlı silah çekenin hayatta kaldığı bir düzenden bahsediyoruz. Yanlışlık ise konunun bu kadar basit olmaması; yeni dünya düzeninin bir parçası olarak yeni mafya düzeninin ortaya çıkması sorunu. Sadece sokak çeteleri ve bireysel terör bu güvensizliğin kaynağı değil elbette ki, devletin ortadan kalkması ve bizzat devletin kendisinin mafyalaşması, mafyanın sistemin bir parçası olması durumu var. İşte tam da bu kısım bizim üzerinde duracağımız kısım.

Öncelikle şunu kabul etmek zorundayız, mafyatik bir toplum, bir sürecin sonucu değildir, bilinçli bir tercinin sonucunda ortaya çıkmıştır. İşte bu noktada son kırk yıla damgasını vuran, neoliberalist yönetimin bir tercihinden bahsedebiliriz. Konuya bu açıdan bakıldığında çözümlemede bambaşka bir tarafa yöneliyor ve açıklanması zaruri hale geliyor. Yeni mafyatik toplumun, devletin ortadan kalkması ile ilintili olması ve neoliberalizmle bire bir bağlantısı olması açıklamayı zorunlu kılıyor. Elbette tarih bize yine yol gösteriyor. Yeni mafyatik topluma bakmaya başladığımızda bunun aslında bir ortaçağ yönetim şekli olduğunu tespit etmek zor olmuyor. O yüzden yeni mafyatik toplum bizi yeni ortaçağ kavramına direkt olarak götürüyor.

“Devletin ortadan kalkması…” diyor Alain Minc. “Ortaya gri alanların çıkmasına sebep olmuştur. İşte yeni mafyatik toplum bu gri alanlarda yaşam alanı buluyor.”

Akıl, devlet ve buna bağlı olarak da hukukun ortadan kalkması, toplumu ortaçağa sürüklerken aynı zamanda yeni mafyatik düzeni de oluşturuyor.

Artık şunu çok iyi biliyoruz ki hiçbir birey ve toplumsal yapı, sınıf güvende değildir. Hem bireysel terör hem de mafya terörü insanların güven algısını tamamen yok etmiştir. Belki de istenen tam olarak budur. İnsanda güveni ortadan kaldırırsanız yönetmenin ne kadar kolay olduğunu bilirsiniz. Bu da bizi bunun bir sistemsel seçiş olduğu kanaatine götürüyor. Çok fazla güncel örnek vermeye gerek olmadığını düşünüyorum ama yine de birkaç örneğe hızlıca göz atabiliriz. Devletin içinde bulunan özel güvenlik birimleri buna güzel bir örnek. Geçenlerde meydana gelen Wagner olayı, geçen senenin SADAT tartışmaları buna en güzel örnek. Devlet içinde neredeyse devlete başkaldıracak kadar güçlenmiş özel ordular sadece Rusya ve Türkiye için geçerli değil elbette, diğer birçok ülkede de geçerli. Kendi hukukunu ve düzenini dayatan cemaatler, tekeller, örgütler, siyasi yapılar bunlara oldukça güzel örneklerdir.

Artık hiçbir sahil beldesinde, bir mafyaya haraç ödemeden işletme sahibi olunamayacağını herkes biliyor. Bir grubun, cemaatin üyesi değilseniz yaşam şansınız minimuma iniyor. Şehirlerdeki işletmelerde, en azından bahis, eğlence vb. sektörlerde mafya ile ilişkili olmadan hareket edilmediğini herkes bilir.

Burada mafya kavramına bakmamız gerekiyor. Benim bahsettiğim mafya, tam olarak klasik mafya tanımlaması değil elbette ki. Mafya köken olarak, Mafya (Mafia), yasadışı işlerle uğraşan, zor kullanarak birtakım gizli çıkarlar sağlayan, çoğunlukla gizli ve bir teşkilatlanmaya dayalı örgüt ya da bu örgütün mensubu kişiler anlamına gelir. Kumar, uyuşturucu, finans, inşaat, kaçakçılık, insan/kadın ticareti, fuhuş, tefecilik, karaborsacılık, gasp, adam kaçırma/öldürme, fidyecilik, çek ve senet tahsilatı gibi yüzlerce legal ve illegal sektörde faaliyet gösterebilir.

1860’ta Sicilya’ya gelen Napoli Kralı IV. Ferdinand, Fransız Devrimi’nden sonra olası bir Fransız işgaline karşı 1280’lerdeki bir savaş çağrısından esinlenerek MAFIA’yı (Morte alla Francia Italia anela: İtalya, Fransa’ya ölüm diye haykırıyor) kurdu.

Fransızcada gizli teşkilat anlamına gelen mafia veya maffia kelimeleri Sicilya lehçesinde de aynı şeyi ifade etmektedir. Mafya şeklinde de söylenen bu kelime, ortaçağ sonlarında kullanılmaya başlandı. Ortaçağ sonlarında Müslüman ve İspanyol idarelerini devirmeye yönelik bir teşkilat olarak ortaya çıkan mafyanın kökü, mafie denen küçük silahlı gruplara dayanır. Bu gruplar Sicilya’daki toprak sahiplerinden ürünlerini koruma karşılığında haraç almaya başladılar. İdarecilerin keyfi tutum ve davranışlarından yılmış olan halk da mafyaya sığınmaya başladı. Sicilya’nın batısındaki köylerde yerleşik çeşitli mafya aileleri ve aile grupları bir konfederasyon altında birleştiler. 1900’lü yıllarda kendi yörelerinde ekonomik faaliyetlerin hemen hepsini denetim altına aldılar. Mafya, Sicilya’daki büyük toprakların idaresini hızla ele geçirdi. Mafya üyeleri Benito Mussolini’nin baskıcı idaresi zamanında geniş çapta tutuklandılar, pek çok mafya üyesi uzun süreli hapis cezasına çarptırıldı. Ağır bir darbe indirilen mafya mensupları 2. Dünya Savaşı’ndan sonra serbest bırakıldılar. Yeniden toparlanan mafya, Sicilya’nın orta ve batı kesimlerindeki kırsal alanlarda tutunamayarak Palermo’ya yöneldi ve burayı kendine merkez üssü olarak seçti. (Wikipedia)

Neyse uzatmaya gerek yok, bugün mafya olarak sadece yasadışı işler yapan grupları kastetmiyoruz. Kavramı daha da genişletip, tekelleri, tekellerin yeni davranış modellerini, cemaatleri, özel silahlı kuvvetleri de içine alan bir yapıdan bahsediyoruz. Ama asıl konumuz ise, bu yeni gruplar nasıl çoğalıyorlar, insan kaynaklarını nasıl sağlıyorlar ve bunların sonucunda bizi neler bekliyor?  Yeni dünya düzenindeki yeri ne?

Mafyanın dünyada en hızlı büyüyen yasadışı ii olan uyuşturucu trafiğini de yönettiğini hepimiz biliyoruz. Dünyanın önümüzdeki yıllarda en büyük sorununu uyuşturucu oluşturacaktır. Toplumdan kopan, uyuşan bir insan tipolojisinden bahsediyoruz. Peki bu mafya kültürünün sinema sektörüyle halkın gözünde sıradanlaştırılması ve özendirilmesine ne demeli?

“İçinde yaşadığımız çağ eskisine oranla daha şiddet yüklü. Elbette bunun birkaç sebebi var. Bu sebepler arasında sistemin mafyalaşması veya bilerek mafyalaşmasına izin vermesi kadar bireysel şiddetin de günümüz toplumunun en önemli sorunlarından birisi olmasıdır. Peki insanlar neden bu kadar şiddete eğilimli hale geldi? Sanırım asıl soru bu. Bunun yanı sıra yeni sömürgeciliğin dayattığı zorunlu göç ve iç çatışmalar, dini terörizm de cabası…” diyor Minc.

Tam da bu sebeplerden dolayı konu önemli, ben daha çok işin güncel göstergelerine değil, teorik oluşma sürecine ve bunun nasıl sistemin bir parçası olduğuna bakacağım.

Peki bu yeni mafya düzeni nasıl oluştu? Elbette bu sorunun cevabı çok uzun ama temel dinamiğine baktığımız zaman kısaca şunu söyleyebiliriz. Yeni neoliberal dönemle birlikte (ki biz buna Yeni Ortaçağ diyoruz) ulus-devletlerin zayıflaması ile birlikte, devlet içinde küçük devletçiklerin kurulması diyebiliriz. Devlet bir zor aygıtıdır Althusser’in deyimiyle. Elbette ulus-devlet de bir zor aygıtıdır. Ama belirli yasalara göre belirlenmiş, sınırları olan bir zor aygıtıdır. Ulus-devletin küçülmesi, devletçiliklerin ortaya çıkması, tek bir zor aygıtının yerine yüzlerce zor aygıtının oluşmasını sağlamış, bu da o toplumda ve topraklarda yaşayan insanlar için hiçbir güvencenin olmamasını sağlamıştır.

Ulus-devlet, geleneksel anlamıyla, sınırları belli olan devlettir; egemenlik de bu sınırlar içerisinde yaşayan insanlara –ulusa– aittir. Ulus-devletin Fransız Devrimi’yle çıkan anlamı budur. Bu, devletin etnisite ya da dil temelinde değil, siyasal temelde tanımlanması demektir. Halk kendi yönetimini kendisi seçer, belli bir anayasa ve belli yasalar altında yaşamaya karar verir. Terimin diğer anlamının geçmişi ise çok daha kısadır, her teritoryal devletin tikel bir halka ait olduğu düşüncesinden oluşur; bu halkı tanımlayan etnik, dilsel ve kültürel özellikler vardır; bunlar da o halkı ulus yapar.

Neoliberalizm ilk olarak ulus-devlet kavramına saldırmış, bunun karşısına da küreselleşme olgusunu oturtmuştur. Peki ulus-devlet ortadan kalktığında, elbette ki ulusal ordular da ortadan kalkacak veya zayıflayacaktır. Ulusal ordular yerini neye ve hangi gruplara bırakmıştır?

Bu sürece eşlik eden diğer bir önemli olguyu ise şöyle ifade edebiliriz: Devletin güvenlik ve adalet bürokrasisini ve aygıtlarını ele geçirme, yeniden yapılandırma, kültür kurumlarını ve eğitimi yeniden şekillendirme ve muhalefet örgütlerini şeytanlaştırarak onları etkisizleştirme stratejisi… Özetle totaliter bir rejimi inşa etmek ve onu kalıcı kılmak için her şeyi yapmak diyebiliriz buna.

Yeni devlet modeli, bu noktada ortaçağ düşüncesiyle birleşir. Devlet görece olarak zayıflatılırken, yerine daha güçlü aygıtlar yerleştirilmektedir. Buna devletin mafyalaşması da diyebiliriz. Bir örnek verecek olursak, ulusal ordu, eski klasik faşizm tahlilinde en önemli zor kullanma aygıtı olarak görülmekteydi. Ama ulusal ordular son tahlilde her zaman kontrolden çıkma olasılığı taşır. Ordu içinde bulunan Mehmetçik eninde sonunda halk içinden gelmiş çocuklardır. Ordunun üst kademesi ise belirli bir eğitim silsilesinden geçmiş, düşünce temelinde ulusun haklarını korumak düşüncesiyle yetiştirilmiş kişiler topluluğudur. Günümüz faşist yönetimlerinde ise, devlet, küçük küçük birimlere ayrılmış devletçik parçalarından oluşur. İşte tam bu noktada ortaçağ yönetim biçimine benzer. Ortaçağın derebeylerinin yerini artık tekeller almıştır. Her derebeyinin kendi özel ordusu olması gibi, her tekel kendi silahlı gücüne sahiptir. Her yeri özel güvenlik şirketlerinin alması tam da bu sebepledir. Ulusal ordunun yerini de polis kuvvetleri ve diğer özel birimler almıştır. Polis devleti kavramı da buradan gelir. Mafya neredeyse bir derebeyi gibi ülkenin her sektörünü ve her alanını kuşatmış durumdadır ve çoğu kez devlet ya bunlara göz yummaktadır ya da gücü yetmemektedir.

Konuyu bazı başlıklar altında incelemekte fayda var. Mafyatik toplumun oluşmasının neoliberalizme geçişle bire bir ilgisi olduğunu söylemiştik. Neoliberalizm temelinde sınırların ortadan kalkması, sınırsız özgürlük vaadiyle ortaya çıktı. Sınırlar ortadan kalkacaksa ulus-devletin de ortadan kalkması gerekiyordu. O yüzden konuya ilk olarak devlet kavramına bakmakla başlayacağız.

İkinci olarak neoliberalizmin Yeni Ortaçağ’a yol açtığı iddiası üzerinde duracağız. Tarihe bakmak bugünü anlamanın bir yoluysa, ortaçağ düzeninin neoliberalizmle birlikte, bile isteye ortaya çıkartıldığını tespit edeceğiz. Bu iki düzenin nasıl benzerlikler gösterdiğini yazının ilerleyen bölümlerinde açıklamaya çalışacağım.

Bunun için devlet kavramı ne kadar önemliyse, sınıf, ordu, kale kavramı ve yargı kavramlarının da ne kadar önemli olduğunu göstermeye çalışacağım. Neoliberalizmin doğurduğu büyük sorunlar, mafyatik bir topluma dönüşme, yeni faşizmin hortlaması, göçler, yeni sömürge biçimleri bizi hep neoliberalizme götürmektedir.

Mafyatik toplum bizi ister istemez yeni faşizm tanımına ve çözümlenmesine de götürmektedir. Enternasyonal’de yapılan faşizm tanımı işimize yarayacaktır. “Faşizm, burjuvazinin, proletaryaya karşı savaşırken, devletin elindeki baskı araçları yetersiz kaldığında başvurduğu araçtır” deniliyor. Genişleyen reel sosyalizme karşı nasıl Batılı güçler faşizmi desteklemişse, günümüzde de krizde olan neoliberalizmin faşizme sarılması, bir tesadüf değil, sistemsel bir zorunluluktur.

Bugün iddia edildiği gibi devlet küçülmüyor, parça parça büyüyor. Ortaçağda devlet böyleydi, devlet parselleşmişti. Buna artık “feodal devlet” diyebiliyoruz. Ortaçağda lortların küçük devletleri vardı. Ortaçağda, bir yandan vasal ile lort ve diğer yandan lortlar ve kral arasında bir mukaveleler ve şato içinde ya da kapısında adalet dağıtıldığı bir yönetim vardı. Şu anda KOÇ bir devlettir, öbürü bir devlettir, öteki ayrı bir devlettir. Hepsinin kendi içinde kendi kanunları vardır ve aynı zamanda, devletle yıkılmaz anlaşmalar imzalamışlardır.

Ulusal orduların yerini alan polis teşkilatını esas itibariyle devletin kendi mafyası olarak düşünebiliriz. Ya da lejyoner askerler veya paralı askeri gruplardan temel olarak bir farkını göremeyiz. Bugün tüm ülkelerde polis gücünün son otuz yılda en azından üç kart arttığını tespit edebiliriz. Elbette polis teşkilatı ile bekçi sistemini ve özel güvenlik şirketlerini de rahatlıkla aynı kategoriye koyabiliriz. Polis, bekçi ve özelik güvenlik şirketleri paralı askerlerdir ve hükümetlerin emrindedir. Ulusal ordu ise parasız ve ulusa aittir.

Devletin zayıflaması sürecinde yurttaşların devlete güveni de aynı oranda düşmektedir. Ortada uyulacak bir kanun yoksa veya kanunlar güçlü ve zenginler için sürekli esnetilebiliyorsa, yurttaşların doğal eğilimi, devlete ve devlet kurumlarına güveni azaltmaktadır. Devleti bir maçın hakemine benzetebiliriz. Maçta hakem yoksa güçlü olan doğal olarak maçı kazanır. Devletin zayıflaması ve devlet kurumlarına inancın kaybolduğu noktada ulusal ordulara gidişler de azalacaktır. Nitekim son otuz yılda gördüğümüz tam anlamıyla budur.

Şimdi merkezi devlet gitmiştir ve feodal devlete benzer bir düzenle karşı karşıyayız.

Feodalite ortaçağda görülen bir yönetim şekline verilen addır. Feodalizm ya da feodal düzen, kamusal iktidar veya yönetimin özel ellere geçmesidir. Kral elbette var, krallar var, fakat yönetim lortların, efendilerin elindedir. Vasalla oğullar arasındaki hukuk da tamamen özeldir. Şimdinin tekelleri, büyük firmaları, finans sektörü vs. gibi.

Feodalizm, bir hükümet biçimidir. Temel ilişkiler ağı, lort ve vasallar arasındadır. Resmi olmaktan çok kişisel, başka bir deyişle, personel kontaklar sonucu oluşmaktadır. Bu, iktidarın resmi değil şahsi ilişkilerle gerçekleştiği anlamına da gelmektedir. Bu nedenle, kuvvetler ayrımının düşünülemez olması bir yana fonksiyonlarını bile birbirinden ayırmak imkânsızdır. Askerler politika yapabilmekte, yürütmede bulunanlar yargılayabilmektedir.

Bu yeni feodal devletçikler, kendi üniversitelerini kurmuş, kendi yaşam alanlarını belirlemiş, kendi üretim şemalarını çizmiş, kendi sinemalarını, kendi kültür ağlarını oluşturmuşlardır. Artık Fransa’nın ulusal ordusu değil, Mobil firmasının özel donatılmış paralı askerlerinin olduğu, yarı yasal, yarı yasadışı oluşumları Irak’ta Mobil Şirketi’nin korumasını ve savunmasını üstlenen gruplar savaşmaktadır.

Dediğim gibi yazının ilerleyen bölümlerinde; ortaçağ kavramına göz atacağız, yeni silahlı gruplara, yeni yargı sistemine ve elbette, bu yeni sistemin insan kaynaklarına göz atacağız. Yeni fenomen, bireysel teröre ve kaynağına da göz atacağız. Haftaya devam etmek üzere…