Direnişin potansiyeli ve kinetiği!

Yayın tarihi: 7 Şubat 2021 Pazar 10:53 am - Güncelleme: 7 Şubat 2021 Pazar 8:54 pm

Erdoğan-AKP iktidarı ülkeyi yönetme ve tolumdan ideolojik rıza üretme yeteneğini yitirdikçe, giderek artan oranda siyasal şiddet kullanma yoluna gidiyor. Boğaziçi Üniversitesi’nde yaşanan durum budur. Devletin şiddet aygıtları, son yıllarda hiç olmadığı kadar yoğun ve etkin bir şekilde siyasal ve toplumsal yaşamı düzenlemek için kullanılıyor.

Diğer taraftan, adliye ve kolluk güçleri marifetiyle uygulanan baskı rejiminin bu ölçüde öne çıkmasında, rant dağıtım araçlarının işlevsizleşmesinin rolü de bulunuyor. Ülke kaynaklarını tüketen siyasal İslamcı iktidar, artık eskisi gibi bir bakıma “suç ortağı” da yaratacak boyutta rant dağıtamıyor. Artan yoksullaşma, açlık ve sefalet karşısında çaresiz kalıyor.

Ancak, şunu bir kez daha anımsatmak gerekiyor: Hiçbir iktidar onu değiştirmek isteyen güçler gerekli siyasal iradeyi gösteremedikleri, etkin bir mücadele yürütmedikleri, tarihsel bir cesaret ortaya koyamadıkları taktirde kendiliğinden yıkılmıyor. Siyaset sosyolojisinin bu basit yasası, bugün ne yazık ki muhalefet alanının önemli güçleri tarafından bir türlü kavranamıyor.

Yine bilinmelidir ki, salt ekonomik kriz, yoksulluk ve sefalet de bir iktidarın kendiliğinden yıkılmasına yol açmıyor. Bir iktidarı almak ve yenisini kurmak isteyen güçler, tarihin ruhuna ve toplumun yeni ihtiyaçlarına uygun bir siyasal programla toplumun önüne çıkmaz ve etkin bir mücadele yürütmez ise yine hiçbir iktidar kendiliğinden yıkılmıyor.

Daha da önemlisi, yeni bir rejim kurmak isteyen, sadece siyasal ve tarihsel paradigmayı değil, kültürel ve toplusal dokuyu da değiştirmeyi hedefleyen bir iktidar, etkin bir ideolojik mücadele yürütülmeden yerinden bile oynatılamıyor. İşte öncelikle AKP’nin böyle bir parti ve iktidar olduğunu kavramak gerekiyor.

Ancak, daha önceki yazılarımda da altını çizmeye ve dikkat çekmeye çalıştığım gibi, başta kültürel ve ahlaki iktidar olmak üzere, ülke hala -tam olarak- AKP’nin hâkimiyetinde değil. Öyle ki, bir önceki çağın değerler dünyasına, siyasal kültürüne, estetik anlayışına dayanan İslamcı hareket, tam da bu nedenle yeni bir düzen kuramıyor. Çünkü, İslamcı hareketin tarihsel meşruiyeti bulunmuyor. Geri olanı, insanlığın aştığı değerleri ve hayat anlayışını temsil ediyor. Görgüsüz, bilgisiz, rüküş ve ‘demode’ bir hareket olmanın ötesine geçemiyor. O nedenle Erdoğan, “Siyasal iktidar olduk ama, kültürel bakımdan egemen olamadık” diye hayıflanıyor.

AKP yönetiminin Bogaziçi Üniversitesi konusundaki inadı ve saldırgarlığının arkasında da bu olgu yatıyor. Boğaziçi Üniversitesi’nin öğrenci ve akademisyenlerinin direnişinin iktidarı bu ölçüde sarsmasının nedenini de yine aynı gerçeklikte aramak gerekiyor. Tablo açıktır: İktidar korkuyor. Direnişin yaygınlaşmasından ve saltanatı yitirmekten ödü patlıyor.

ÜLKE TESLİM OLMAYA ZORLANIYOR

Mevcut anayasal kurallara göre yeniden seçilemeyeceği neredeyse kesin olan Erdoğan’ın kendi seçmen kitlesi üzerindeki etkisi, inandırıcılığı ve ikna yeteneği de giderek azalıyor. Bu nedenle, bütün kamuoyu araştırmalarında toplumsal temelinin eridiği görülen AKP-MHP ittifakı, hiç kuşku yok ki olası çöküşü engellemek için elinden geleni yapmaya hazırlanıyor.

Bir darbe ürünü olan ve ancak sahte (mühürsüz) oylar geçerli sayılarak çok küçük bir farkla geçirilen 2017 anayasası, daha üzerinden 3 yıl geçmeden çökmüş görünüyor. Bu nedenle Erdoğan yeni bir anayasa yapmaktan söz ediyor. Belli ki, cumhurbaşkanlığı için yeniden aday olmak istiyor. Bunun için Anayasa’daki seçim yöntemini değiştirerek oy kaybının yol açtığı bir yenilgiden kurtulmayı amaçlıyor. Seçilmek için gerekli olan yüzde 50+1 oranı yerine, salt çoğunluk sistemini getirerek, tıpkı İstanbul Belediye Başkanlığı’na seçildiği gibi, denk gelirse yüzde 24 oy alsa bile koltuğunu kurumayı hedefliyor. Bu arada, işlevsiz de olsa mevcut Anayasa’da yer alan, “laik, demokratik ve sosyal hukuk devleti” gibi ilkelerden ya tümüyle kurtulmak ya da alabildiğine sulandırarak anlamsızlaştırmak istiyor.

TOPLUMSAL ANKSİYETE

Bu arada ülke, her şeyin kötüye gittiği duygusunun, karamsarlık ve umutsuzluğun toplumda yayılmaya başladığı bir dönemden geçiyor. Toplum acı çekiyor. En kötüsü de, “çaresizlik” duygusu, koronavirüs salgınından daha hızlı bi şekilde ülkede yayılıyor.

Bu çaresizlik duygusunun yayılmasındaki en büyük etken, ülkeyi krizden ve çöküşten çıkaracağı düşünülen ilerici güçlerin ve siyasal hareketlerin programsızlığı, cesaret yoksunluğu, örgütsüzlüğü ve dağınıklığı oluyor. Bu durum toplumun dinamik güçlerinde de bir içine kapanma haline, dahası çürümeye yol açıyor.

YAZININ TAMAMI İÇİN TIKLAYINIZ