Kiminle tartıştıkları, nerede, ne zaman ve nasıl şekillendirdikleri belli olmayan ama Erdoğan’ın söylemiyle gündeme taşınan ve adına "Yeni Ekonomi Modeli" dedikleri altı boş bir söylemi, üretim ve istihdam gibi sihirli kavramlarla süsleyerek hepimizi kandırmaya, yanıltmaya olmadı oyalamaya çalışıyorlar. Alanında uzman ekonomistlerin de, muhalefet partilerinin de söylemlerini, eleştirilerini ve önerilerini ise duymak bile istemiyorlar. 19 yıldır iktidarda olmasalar ve ellerinden gelse faturayı Cumhuriyet'in ilk dönemine ve muhalefete kesecekler ama olmuyor…
Erdoğan ve çevresi yaşananları kriz olarak görmese de Türkiye’de çok büyük bir ekonomik kriz yaşanıyor. Daha 3 ay önce 5 Eylül 2021’de adına OVP dedikleri Orta Vadeli Program’a göre 2022 için hesap ettikleri Gayrisafi Yurtiçi Hasıla rakamları Türk Lirası’nın değersizleşmesiyle birlikte 850 milyar dolardan 525 milyar dolar seviyesine kadar inmiş, kendi hazırladıkları bütçe, daha Meclis'ten çıkmadan kadük olmuş, "ek bütçe" hazırlığı yapılmış olsa da Erdoğan gerçekle yüzleşmek yerine stokçulukla, faiz lobisiyle, dış güçle durumu izah etmeye çalışıyor, dini referansları da kullanmayı ihmal etmiyor.
Ancak bu kez dış güçler de, kutuplaştırma çabası da, kimlik ya da dini referanslar da tutmuyor, ekmek kuyruklarına çarpan yalanlar kendi seçmen kitlesinde bile karşılık bulmuyor. Nitekim kamuoyu araştırmaları da bunu gösteriyor…
Bütün kriz dönemlerinde olduğu gibi devleti krizden etkilenen milyonların lehine değil, kamu olanaklarıyla zenginleştirdikleri, ayrıcalıklı hale getirdikleri oligarşik yapının lehine bir "sermaye bekçisi" olarak kullanıyorlar. Sistemi de, sistemin krize girmesine neden olan neoliberal kapitalist üretim ilişkilerini de konuşulmasını istemiyorlar. Devletin kamucu özelliğini, Devlet Planlama Teşkilatı’nı ve doğal olarak planlamacılığı ortadan kaldıranlar, kooperatifleri şirkete çevirenler, üretim yerine kamunun olanaklarını betona gömenler kendileri değilmiş gibi hareket ediyorlar…
Aslında artık parti bile diyemeyeceğimiz AKP’nin ve Erdoğan’ın atadığı ve neredeyse tamamı “işadamı” olan bakanların mevcut krizi çözemeyecekleri, çözmek bir yana alternatif yaratamayacakları kesin. Bunların para bulacakları ve piyasaya pompalayarak geçici bir rahatlama yaratacakları, asgari ücretlilere, emeklilere, EYT’lilere ve 3600 göstergelilere “büyük zamlar” yapacakları ise boş bir beklenti. Asgari ücreti değil 4 bin 5 bin lira bile yapsalar artışın bu yılın başındaki asgari ücret oranını bile yakalayamayacağı, yakalasa bile değeri her saniye eriyen TL gerçeği karşısında, alım gücü olarak 2021 rakamlarından daha düşük olacağı kesin!
Bu kesin gerçeklik karşısında iktidar alternatifi olan muhalefetin ise sisteme ve kapitalist üretim ilişkilerine yönelik köklü bir tartışma başlattığını söylemek ise zor! Oysa tek adamın, otoritenin kutsandığı, hukukun iktidarın emrine verildiği, OHAL’in yeniden konuşulduğu bir ortamda yeni bir ekonomik-politik sistemi konuşmadan alternatif olmak, umut yaratmak kolay değil!
Erdoğan’ın ucube sistemi çökmüşken, dünyada devletçiliğin, kamuculuğun yeniden tartışma gündemine girmişken, tam da bu gerçekler ışığında yeni bir sistem için bu tartışmanın çok alt perdeden yapılması doğru değil!
Kuşkusuz dünyadaki devletçilik tartışmalarının bir bölümü, geçmiş örneklerde yaşandığı gibi iflas eden sistemi onarmayı hedefliyor olabilir ama muhalefet için asıl belirleyici olan, planlamayı merkeze alarak, kamuculuğu, üretim ekonomisini ve esas olarak gelir eşitsizliğini ortadan kaldıracak güçlü bir sosyal devleti tartışma gündemine sokmak!
CHP’nin “İkinci Yüzyıla Çağrı Beyannamesi”nde kamuculuk ekseninde ortaya koyduğu “güçlü bir stratejik planlama teşkilatı kurulacak. Üretim ve hakça paylaşım stratejik planlamanın ana hedefi olacak” yaklaşımı da, otoyollar, köprüler gibi yatırımların “kamulaştırma” yaklaşımı ve “Temel Vatandaşlık Geliri” çerçevesinde “Aile Sigortası” gibi kamucu yaklaşımlar da bu tartışmanın ilk adımı olarak ele alınıp tam da bu dönemde çok daha yüksek perdeden tartıştırılmalı!
Türkiye’nin yapısal krizinin hem siyasal hem de ekonomik nedenleri gündeme taşınmadan, yapay zeka, bilişim teknolojisi ve ileri teknoloji tartışmanın merkezine oturtulmadan, kooperatifler yeniden yapılandırılmadan, ulaşım, su, elektrik, doğal gaz gibi temel ihtiyaçlar kamulaştırılmadan, kapitalizmin eşitsizliği körüklediği, gelir adaleti için demokrasinin ve “sosyal refah devletinin” olması gerektiği öne çıkartılmadan yoksulluğu ortadan kaldırmak değil yönetmek için dini referanslı “şükür, sabır ve nas” gibi söylemler öne çıkar ve bizim bir kez daha gelişimi ve eşitliği ıskalamamızı beraberinde getirir!
Bu tartışmayı somut örneklemelerle büyütürsek, eşitlikçi ve dayanışma eksenli, akla ve bilime yaslanan bir bakış yalnız tarımda değil her alanda kooperatifler, yerel yönetimlerin kamucu ve halkçı yanı ve ekonominin uzun vadeli planlanması, altyapının modernizasyonu, yenilebilir enerjiye uygun iklim değişikliğine mücadele, sağlık ve eğitimin kamucu, laik ve bilimsel bir yaklaşımla kalitesinin yükseltilmesi gibi konular da Türkiye’de yeni dönemin temel politikalarına dönüşür…