Clubhouse’dan Uzay Yolu’na psikoloji mühendisliği

Yayın tarihi: 12 Şubat 2021 Cuma 9:27 am - Güncelleme: 12 Şubat 2021 Cuma 9:27 am

Elif Kaleli

Uzman Psikolojik Danışman [email protected]

Nasılsınız efendim? Şöyle hakkını vererek deriiiin bir nefes alıp cevaplayın lütfen. Malum biz bize lazımız. Bu fırtınalı günlerde kapıldık bahtımızın rüzgarına ey ufuklar diyoruz yolculuk var uzaya… Yüzyılda bir dünyanın kapısını çalan pandeminin ağır koşullarında bile hala şaşırabiliyor hatta gençlerin deyimiyle şoklanabiliyoruz. Bu hengâme içinde moral bulmak için tarihe kulak verelim. Belki de yazılmış en iyi tarihi roman olan Charles Dickens’ın İki Şehrin Hikayesi’nin başlangıç cümlelerini hatırlayalım… Yıl: 1859

“Zamanların en iyisiydi, zamanların en kötüsüydü, hem akıl çağıydı, hem aptallık, hem inanç devriydi, hem de kuşku, Aydınlık mevsimiydi, Karanlık mevsimiydi, hem umut baharı, hem de umutsuzluk kışıydı, hem her şeyimiz vardı, hem hiçbir şeyimiz yoktu, hepimiz ya doğruca cennete gidecektik ya da tam öteki yana -sözün kısası, şimdikine öylesine yakın bir dönemdi ki, kimi yaygaracı otoriteler bu dönemin, iyi ya da kötü fark etmez, sadece ‘daha’ sözcüğü kullanılarak diğerleriyle karşılaştırılabileceğini iddia ederdi.”

Bir edebiyat dahisi olan Charles Dickens’ın bu muazzam sözleri 2017 Davos toplantılarında Çin lideri Xi Jinping tarafından tüm dünya liderlerinin yüzüne karşı okundu. Komünist Parti lideri olan Jinping küresel ekonomiyi savunmak ve dünyadaki çelişkileri ifade etmek için İki Şehrin Hikayesi’ni seçmişti kendine. Özgürlükçü Çin, statükocu Amerika’ya karşı. Vay be, ne günlere geldik. Neyse uzatmayalım nihayetinde dünya liderliği için önce psikoloji mühendisliği şarttır. Tıpkı Dickens’ın dediği gibi yaygaracılık konusunda zaten gördüğünüz gibi hiçbir lider üzerine alınmıyor. Tarihin hayaleti, zaman ve mekan değiştirse de aramızda dolaşıyor işte.

İster yerde olsun iste gökte (hatta uzayda) coğrafi kaderimiz bildiğini okuyor. Kimi zaman kara mizah kimi zaman derin içlenmelerle hasılı derdimiz bir kez daha çenemize vurmuşken aranan laklak münasebeti elbette menşeinden ta Amerikalar’dan koştu geldi yardımımıza. Hem pandemi nedeniyle kesilen sosyal damarlarımıza pansuman; hem de instagramdan sebep hareket şevkimizi tavan yaptıran ünlülere nazire adında Club kelimesi geçen ‘trendy’ sanal mekanımız Clubhouse herkese hayırlı olsun. Tabiri caizse lansmanı Elon Musk tarafından yapılan yeni ses tabanlı sosyal medya platformu bir anda patlayıverdi. Görüntü yok. Sadece ilgi duyduğunuz konu başlıklarıyla ilgili konuşulan sohbet odaları var. Aslına bakılırsa diğer sosyal medya platformlarıyla karşılaştırıldığında ‘çok acayip’ diyebileceğimiz özellikleri yok. Ama Clubhouse çok tuttu. Acaba neden? Konumuz malum psikoloji mühendisliği.

Clubhouse’ın adının ilk duyulma vesilesi neydi; ‘tüm ünlüler orada’ haberleri. Yatırımcılar, yazarlar, şovmenler, CEO’lar, youtuberlar, akademisyenler, tasarımcılar… Yani sıkça nitelenen şekliyle ‘aşırı elit’ bir ortam. Hatta öylesine özel ki, şimdilik sadece davetiyeyle girilebiliyor. 80’li yıllarda ‘çaya davet’ vardı, yaşı yetenler hatırlar. Sadece davet edilenin davet edebildiği akran buluşmaları. Neyse ‘aşırı elit’ konuyu dağıtmayayım. Hasılı bu aralar yana yana davetiye aramakta yurdum insanı Clubhouse’lı olabilmek için. Fakat davetiye ile üyeliğin bir ilginç tarafı var uygulama sizin telefon rehberinize ulaşıyor ve oradan sizin sınırlı sayıda arkadaşınıza davet gönderiyor. Mesela uygulamadan bir haberken pat diye bir davetiye düşüveriyor mesaj kutunuza. Bu arada uygulamayı telefonunuzdan silemediğinize dair de haberler çıkıyor. Üniversite forumlarını ya da eskiden saatleri sayarak beklediğimiz radyo programlarını hatırlatan; bu yanıyla da çok sıcak gelen bir platform Clubhouse.

Sosyal medyanın belki de en popüler uygulaması olan Instagram’ın kullanıcılarını adeta gaza getiren ‘görünür olma’ sevdası artık yerini ‘duyulabilir olma’ isteğine mi bırakacak zaman gösterecek ama Clubhouse adının çağrışımının tersine sanki sakinleşmek isteyen sosyal medya kullanıcıları için bir liman oldu. Nasıl görünüyorum, ne giydim, şişman mıyım zayıf mıyım, kaç beğeni aldım, kaygısı burada yok. Sosyal medyanın hoyratlığı artık iyiden iyiye yorucu olmuşken Clubhouse, üyelerin ‘Hım, nerde kalmıştık? Hadi bunu da konuşalım.’ diyebildiği ve tartışırken belki de katılımcıların kendilerini daha değerli daha üretken ve daha katkı sunar hissedebileceği; ‘anlamlı’ bir mecra.Öyle görünüyor ki, Clubhouse pandemi sürecinde evlerinde sıkılıp sosyalleşmek isteyenler için alternatif olmanın çok ötesinde bir ihtiyaca hitap ediyor. Zira sanal sosyalizasyon Clubhouse olmadan da pekala sağlanmıştı. Özellikle ilk karantina sürecinde ev yapımı ekmek postları, eski aile fotoğrafları adeta hatıra sandıkları sergisi açılmıştı sosyal medyada. Ki iyi de olmuştu. Bir şekilde dayanışma ağı oluşmuş ve karantina günleri paylaşılmıştı. Ancak Clubhouse’un dokunduğu yer öyle görüyor ki biraz daha derinde. Zira ‘seçilmişlik’ duygusu insana kendini öylesine iyi hissettiriyor ki; davetiye bulmak için ciddi çabalar harcandığını okuduk. Ancak platformun kurucuları davetiye uygulamasının ne kadar süreceğini paylaşmıyor. Uygulamayı telefondan neden silemediğimiz başka bir muamma. Ayrıca muhtemelen uygulama yayıldıkça ‘ulaşılabilir’ olacak ve davetiyenin anlamı kalmayacak. Şimdilik bildiğimiz; sabahlara kadar üyeleri uykusuz bırakan ‘derin’ sohbetler bu mekanda dönüyor.

Özetle, hepimiz anlamlı ilişkiler kurmak istiyoruz. Özel hayatımızda, sohbetimizde, takip ettiğimiz siyasette bize var olduğumuzu hissettirecek, koşulsuz kabulumuzu onaylayacak, ‘sesimizin’ duyulduğundan emin olduğumuz adeta sıcak bir yuva arıyoruz. Çünkü hepimizin buna ihtiyacı var. Kurguladığımız ve kendimizi beğendiğimiz o ideal kimlikle sosyal medyada olmaktan büyük haz alıyoruz. Hayal kırıklığına uğrasak da hemen yepyeni bir ortam çıkıveriyor. Çünkü o kurgusal düzeneği biz kurduk. Biz, insanlar. Satıcılara da bizi tanzim etmek kaldı. İşte psikoloji mühendisliği bu. Yani şimdilerde de mesaj kutusuna düşmesini beklediğimiz sanal davetiye. Elbette bir ‘uzay mühendisliği’ kadar iş yapmasa da ‘psikoloji mühendisliği’ de gördüğünüz gibi hiç de fena değil. Nasıl başlamıştık sözlerimize, “Zamanların en iyisiydi, zamanların en kötüsüydü, hem akıl çağıydı, hem aptallık, hem inanç devriydi, hem de kuşku…”