Parayla, imanın kimde olduğu bilinmez. En az bulunanlar ise en çok gösterenlerdir.
Bunu hiç unutmayın.
İki gündür Türkiye’deki toplumsal çürümeyi, ülkenin koca bir polisiye diziye dönüşmesini anlatmaya çalıştım. Bugün ise sosyal medyanın yaşamlarımıza etkisine, bu suç fışkıran çürümüşlüğü büyütmesine değinmek istiyorum.
Dikkatinizi çekti mi, şimdi soruşturmalara konu olan fenomenlerin büyük kısmınınki sadece bir külkedisi öyküsü? Bir sihirli değnek dokunmuş ve balkabağı arabaya, fareler uşaklara dönüşmüş. İlla o süslü püslü ipek kıyafetlerini herkese gösterecekler. İlla o camdan ayakkabılarını herkesin gözüne sokacaklar. Fakat öyle bir hırs ve intikam duygusu birikmiş ki içlerinde, saat 12’yi vurmadan önce eve dönmüyorlar. Büyüyü, illüzyonu, sahtekârlığı gerçek zannediyorlar.
Herkese meydan okuyacak kadar ‘yalandan bir cesaret’ edinmişler. Her kavgaya girecek kadar cüretkârlar. Kendilerini herkesten ve her şeyden üstün sayacak kadar akıllarını yitirmişler. Geçmiş bütün acıların, başarısızlıkların, ezilmişliklerin, eksikliklerin aşırı telafisi için gösterilen korkunç çabalar…
Makûlün boynu vuruldu. Normalin darağacı kuruldu. Mahremin cenaze namazı çoktan kılındı. Teşhirciliğin altın çağı… Normale düşmanlık… Olağana gıcıklık… Kusursuz, pembemsi ve meleksi tenler, incecik beller, hokka burunlar, belirginleşmiş çene hatları… Tribünlere oynanan mükemmel ilişkiler…
Tabii ki toplumsal çürümenin tek nedeni sosyal medya değil ama katkısı büyük. Herkese eşi görülmemiş görkemli sahneler verildi, herkes ünlü oldu, herkes performans sergiliyor. Herkeste aynı ünlü olma hastalığı… İyi bir doktor, iyi bir avukat, iyi bir psikolog olmak yetmiyor illa bunların ‘ünlüsü’ olmak gerekiyor.
Oysa şöhret olmak ne zor bir sınavdır. Ateşten gömlektir. Büyük bedeller ödetir. Ünlü olup da mutlu olan kimseyi görmedim ben. Ünlü işinsanı, ünlü şarkıcı, ünlü yazar, ünlü manken, ünlü oyuncu, ünlü futbolcu… Şöhret, insanı kendine belki de en çok yabancılaştıran, kendinden uzaklaştıran, benliğini nesnelleştiren ve sonunda mutlaka acı veren bir hâldir, bir hastalıktır. Önce şöhret inşa edilir, sonra benliğin özüyle arasında açılan uçuruma tahammül edilir. O uçurumu onarmak işçiliği en zor zanaattir.
Eskiden sınırlı bir grup insan şöhret olabilirken şimdi neredeyse herkes ünlü ve neredeyse herkes hasta.
Şöhretin tüm sefasını sürenlerin bile mutluluğu tenhalıklarda aradıkları bilinir.
Sosyal medyadanın kusursuz ve mutluluk içeren görkemli yaşamlarını anlatmak için ‘ördek etkisi’ terimi kullanılıyor. Ördek gölde çabasızca süzülür ve muhteşemdir ama suyun altındaki ayaklarının ne denli çalıştığını, çabaladığını kimse görmez.
Yalan dünyanın âlâsı ama alıcılar da satıcılar da aynı. Herkeste bir yorgun ördek ayağı ağrısı…
Bu kusursuzluk, bu mutluluk, bu teşhircilik asla sınır tanımıyor. Bu gösterme arzusu öyle bir hâl alıyor ki suçlular kendini orada ele veriyor, yaralılar daha çok yaralanmak için bağrını açıyor, ilgi oburları acıktıkça acıkıyor.
Soyunanı, silah göstereni, sevgilisini dövüp videosunu paylaşanı… İlla ama illa ve daha çok gösterme açlığı… Alkış, ilgi, onaylanma, yüceltilme, dikkat çekme arzusu… Bazıları ise sadece kavgayla, çatışmayla kendi varlığını hissedebildiği için olabildiğince kışkırtıcı, olabildiğince çirkef… İnsanların kendilerini ihbar edecek kadar gözü dönmüşçesine sahne şovlarını sürdürmelerini anlamak da kolay değil.
Roma’nın gözü doymaz kalabalıkları kolezyumları doldurur, dövüşe çıkan gladyatörleri çılgınca alkışlardı. Eğlenirdi, sevinirdi, coşardı. Bir yara almaya görsün en çok alkışladığı gladyatörün kellesi alınsın diye çığlıklar atardı. Sosyal medyanın azgın röntgencileri de böyle… Önce imrenerek izliyor, sonra haset ediyor ve ayağı ilk tökezlediği yerde kellesi alınsın diye yuhalıyor.
Kalabalığın aklı da vicdanı da yoktur ne kolezyumlarda ne de sosyal medyada. Ama o ringlere çıkılacak illa! Zalimlerin karşısında soyunulacak illa! Kalabalığın akılsızlığına, vicdansızlığına teslim olunacak illa! Daha soysuz bir acı çekme hali düşünülemez herhalde. Ama yine de çırılçıplak soyunulacak kalabalığa.
Galiba herkesi yenebileceklerini düşünüyorlar; rakip gladyatörleri, imparatoru, kolezyumdaki azgın kalabalığı ve hatta tüm dünyayı…
Artık ucu kara para aklama, vergi kaçırma ve pek çok suçla ilişkilendirilen sosyal medya fenomenlerinden yola çıkarak insanlardaki bu teşhircilik çılgınlığını Psikiyatr Cemal Dindar’a sordum. Dindar’ın söyledikleriyle yazımı tamamlayayım:
“Teşhircilik varsa gözetleyicilik de vardır. Bu sadece bir grup insanın hırsıyla da açıklanacak bir olgu değil. İçinde yaşadığımız kültürel ortamın, toplumsal sistemin bir semptomu… Evrensel değerlerle ölçüsü belirlenmiş bir kültür yaratamayınca ya kişisel varsıllıkla ya da beden politikalarıyla kendini ifade eden aşırılıklar kalıyor geriye. Söz konusu kişilerin çoğunun estetik ve güzellik merkezleriyle anılması da belki boşuna değil. Komşun açken tok yatmayı ayıplayan mütedeyyinlik de, ancak bu varsıllık yasayla karşılaşınca hatırlanır oluyor.”