Yıllardır Marka Konferansı’nı sunan BJ Cunningham, bir keresinde ‘büyük battığı’ girişimcilik öyküsünü anlatmıştı. “Bankaya birkaç bin dolar borcunuz olduğunda canınıza okurlar. Milyonlarca dolar borcunuz olursa el üstünde tutarlar. Sizi tekrar kâr eden duruma getirmek için elbirliğiyle çalışırlar” demişti.
Büyük çalanlar, gözümüzün içine bütün görgüsüzlüklerini sok soka görkemli hayatlarını yaşadılar yıllarca. Kimse de değirmenin suyu nereden geliyor diye sormadı. Planlı yoksullaştırmanın kıskacında can çekişen vatandaşlar sonunda isyan etti. Vatandaşlar isyan etti de suratımıza tükürenler, kokain kullandığını küstahça haykıranlar tutuklandı.
Yurtiçinde on milyonlarca liralık araçlarıyla şov yapanlar yurtdışında da sıra sıra evler dizmişlerdi.
Güzel iş! Her ne hikmetse sosyal medyada bol takipçili bu kişilerin hemen hepsi aynı meslek dalını seçmiş, güzellik merkezleri açmış.
Yıllardır bu işi yapan gerçek kadın girişimciler tanıyorum. İki şubenin üstüne çıkabileni çok az gördüm. Kâr oranı öyle çok yüksek bir alan da değildir ama kayıtdışılığa çok müsaittir.
İzlenen adımlar neredeyse aynı: Bolca estetik operasyon yaptır, güzellik merkezi aç, umreye git, Dubai’de ve Gürcistan’da bulun, zincirleş, kocacığına da estetik operasyonlar yaptır, kocacığın seni pahalı hediyelere boğsun, en büyük aşk sizinki olsun, Karun’un bile göremediği kadar altınların olsun.
Gerçi vatandaşın isyanıyla gözaltılar, tutuklamalar başlayınca ‘fakirlik’ yükselen değer oldu. Gerekirse fakir de olurlar. Hatta en fakir onlar olurlar. Soba başında yer sofrasında kuru ekmek yerken poz da verirler.
Nasıl zenginlikleri sakil idiyse, fakir numarası yapmaları da bir o kadar sakil duruyor.
Bu yazıyı siparişler üzerine yazıyorum. Olaylar patladığından beri pek çok kişi “Yıllarca Trump, Benetton, Koçlar, Sabancılar herkesle söyleşi yaptın. Başarı öyküleri yazdın. Bu sonradan görmeleri analiz etmelisin” dedi.
Analiz demeyelim de tespitler diyelim.
***
Öncelikle sonradan görme değiller. Hâlâ görememişler! Sonradan görmelik doğaldır, kaçınılmazdır. Servete yeni kavuşanlarda, yeni ekonomik sınıflarını vurgulama arzusu hep vardır. Buna sonradan görmelik deriz. Zaman geçtikçe para eskir ve görgü oluşur. Serveti vurgulama arzusu yerini kendinden eminliğe bırakır.
Servet teşhirciliğinin zirvesinde herkese meydan okuyan bu kitle ise hâlâ ‘görmemiş’ ve sadece ganimeti yeni ele geçirdikleri için zaferlerini coşkulu kutlama yolunu seçmişler. Onları ele veren de coşkuları, coşkuya kapılıp herkesle kavgaya tutuşmaları, ‘büyüklük’ kompleksine girmeleri…
Zengin biri asla servetini ispata girişmez. Tıpkı güzel bir insanın “Ben güzelim” dememesi gibi. İnsan emin olduğu bir şeyin altını çizmez.
Yıllarca söyleşi yaptığım küresel lüks markaların sahipleri/CEO’ları kayıt-dışı olarak hep aynı şeyi söyledi:
“Yeni zenginlerin çıktığı gelişen ülkelerde (Rusya, Çin, Ortadoğu kastediliyor) bağıran lüks istenir. Marka isimleri veya logoları görünen ürünler tercih edilir. Eski pazarlar (Avrupa ve Kuzey Amerika) gösterişten kaçınır.”
2009 yılında 7.3 milyar dolarlık servetiyle ABD’nin en zengin 53. kişisi olan Blackstone’un sahibi Stephen Schwarzman ile röportaj yapmıştım. Hilton otellerinin sahibi Blackstone o zaman 100 milyar doları aşkın bir varlık yönetimine sahipti. Stephen Schwarzman, 702 milyon dolarlık yıllık geliriyle en çok kazanan CEO unvanına sahipti ama bileğinde 150 dolarlık Swatch bir saat vardı.
“En zenginler, en büyük şirketler listelerinde sürekli yer alıyorsunuz. Yaşamınız çok farklı mı” soruma verdiği yanıtı hiç unutmadım: “Listeler bir şekilde yapılıyor. Ben de herkes gibi bir hayat yaşıyorum. Hayatım çok farklı değil aslında. İşim bitince ben de eve gidiyorum. Karım ne yemek yapmışsa onu yiyorum ki bu da çoğunlukla sebze oluyor.”
Kont Anton-Wolfgang Graf von Faber-Castell’in onca soylu unvana ve servete rağmen en küçük Audi modellerinden A3 kullandığını -hem de şoförsüz- görmüştüm.
Dünyanın en varlıklı insanlarını bir düşünün. Warren Buffet’ı, Bill Gates’i, Bernard Arnault’yu, Jeff Bezos’u, Larry Ellison’ı, Mark Zuckerberg’i… Hiçbirinde zenginliklerine dair bir aşırılık göremezsiniz. Elon Musk’ta görürsünüz çünkü yoksulluktan ve şiddetin eksik olmadığı bir evden geliyor.
Yeni para gürültülüdür, bağırır, dikkat çeker. Eski para sakindir, sadedir ve hatta pek dikkat çekmek istemez.
***
Türkiye’de de servetini bir fikirle, üretimle, çalışmayla elde etmiş insanlarda sıklıkla vakur bir tavır olur. Girişimcilik ruhu yüksek bir toplumuz. Sonradan zenginimiz, sonradan görenimiz yani ‘başarı öykümüz’ de çoktur. Ama işte başarı öyküsüyle sahtekarlık aynı şey değil. Bu yüzden ganimetçilerin görgüsüzlüğü daha uzun süre devam eder. Onların paraları pek eskimez. Alın teriyle bir yerlere gelmekle, el çabukluğuyla yükselmek aynı itibarı hiçbir zaman getirmez çünkü.
Başarı öykülerinde bir akış vardır. Genellikle dezavantajlı başlanır hayata, çok çabalanır, iyi bir fikirle/kişiyle/fırsatla karşılaşılır ve muhakkak çok çalışılır. Başarılı olmuş insanların en belirgin özelliği pes etmemeleridir.
Hikâyede bütünlük yoksa ve çok fazla zıplama, atlama varsa şüphe duyulur. Örneğin Sezgin Baran Korkmaz… Kars’ta ayakkabı boyacılığı yaparken bir anda lüks otel sahipliği, özel uçaklar ve yine sosyal medyada aşırılıklar… Aradaki kırılma yok.
Bir zamanlar el üstünde tutulan İranlı Reza Zarrab örneğin… Türkiye’ye Dubai’den gelmişti ve şarkı sözü filan yazarken bir anda pek çok şirketi olan büyük iş insanına(!) dönüşmüştü. Hikâyede karanlıkta kalan bir taraf varsa orada bir sahtekarlık vardır.
Kamuoyunda ‘Fatih Terim Fonu’ olarak anılan skandalda yüzde 40 getiri vadedildiğini öğreniyoruz. Bu getiri kimseye abartılı gelmemiş mi? Hem
Dört yılda üstelik minimum iki yılı pandemide kapalı olmasına rağmen güzellik merkezlerinden 100 milyonlarca liralık servetler yapılmış. Bu büyüme kimseye şüpheli gelmemiş mi?
Bir yılda Miami’de onlarca ev aldığı iddia edilenler var. Bu hokus pokus kimseyi şaşırtmamış mı?
Klişe ama doğru: Bir insanın nasıl para kazandığını anlamak için nasıl para harcadığına bakın.
Her ucuz mal çok pahalıdır. Yüksek kâr vaadi de bir ucuz maldır. Her şeyi herkesten ucuza satandan şüphe duyun.
Bir gözlemim de kendini aşırı öne atan, kişisel reklamını çok yapan, abuk sabuk sponsorluklar veren neredeyse herkesin battığını gördüm.
Abartılı olan her şey yalan; servet de sevgi de. Lev Tolstoy’un dediği gibi, üzüntüsü sahte olanın ağlaması gösterişli olur. Leonardo Da Vinci’ye göre ise zarafetin zirvesi sadeliktir.
Son olarak… Deniz Akkaya’ya bu sahtekârlıkları ortaya çıkarmak için neden canla başla mücadele ettiğini sordum. Yanıtı şöyle oldu:
“Yorumcu olduğum televizyon programında güzellik merkezleri üzerinden kara para aklama ve usulsüz işlemleri dile getirdim. Yaşadığımız günler gösteriyor ki eksik değil fazlası var. Ben bu nedenle hapse atıldım, hayatımdan üç günü feda ettim. Fazlasını da ederim. Bu kendime verdiğim bir sözdü. Bana yapılan itibar suikastının iadesini ziyadesiyle yapacağım.”
Özellikle X Platformunda halk kahramanına dönüşen Deniz Akkaya’ya bakıyorum da bir tek pelerini eksik.
Dünkü yazımda ‘yeni Türkiye’yi anlatmıştım.
https://tele1.com.tr/o-son-ucagi-almayacaktiniz-960971/
Yarın da devam edeceğiz.