Sözgelimi günümüz Türkiye’sinde günlük gazeteleri okumak bile kişinin “beyninin yanmasına” neden olabilir; insanların gündelik olaylara birbirinden farklı bakması elbette doğal. Fakat aynı olay karşısında bu denli farklı ve birbirine taban tabana zıt tutum olmak, anlaşılır değil. Bu tutum almak; bir bakıma bizim ülke yöneticilerinin çıkarttığı Suriye savaşından tutun da, eğitime, oradan ibadete, oradan hakka, hukuka, aidiyete, meşruiyete, oradan iyilik ve kötülük kavramlarına kadar, aklınıza ne gelirse bütününü kapsıyor. Olabilir mi böyle bir şey? Hiç değilse bir tek ‘şey’de anlaşamaz mı bir ülkenin insanları. İşte anlaşamıyoruz ve bu da ‘yanlış bir fikirden doğan’siyasal İslamcı hükumetin ülkemize en büyük “armağanı” ve siyasal İslamcıların “yeni büyük zaferi” sayılıyor. Siyasal İslam bu zafere sarıldıkça, “kötülük” “iyilik” kavramlarınınyeniden ve yeniden tartışılmasını ve daima gündemde kalmasını sağlıyor…
Kuşkusuz ‘kötülük’ kavramı, eski zamanlardan bu yana felsefi tartışmaların odağında olmuş hep. Felsefeciler kötülüğün kaynağını açıklarken sekülerleşme (dünyevi) ve uhrevileşmeyi tartışmanın merkezine koymuşlar. Doğu’da bu kavramların felsefi düzeyde tartışılması sanırım Endülüslüİbni Rüşd’le başlamış.
Rüşd, “Aristo’nun düşünce sistemini İslam’la kaynaştırmaya çalışmış. Ona göre İslam’la felsefe arasında bir çatışma yoktur. Kişinin hem felsefe, hem din yoluyla hakikate erişebileceğini düşünmüş… Kainatın ebediyetine ve formların sonsuzluğuna inanmış.
Felsefenin temel konusunun varlık olduğunu, felsefenin varolanı, genel bir bütünlük içinde insana verileni incelemeye, açıklamaya çalıştığını savunmuş. Bütün varlık türlerinin en tepesinde bulunan yüce bir varlık olarak Tanrı’ya yalnızca var olandan, beş duyu ile algılanıp akıl ilkeleri ile açıklanan varlıklardan yola çıkılarak gidilebileceğini belirtmiş…
İbniRüşd, mantıkta koyu bir Aristoteles takipçisidir. Ona göre mantık, duyulur tikel varlıkların bilgisinden soyut gerçeklere doğru yükselme aracıdır. İnsanın bilen öğesi onun “nefs” denilen ruhudur. Hayvanlar bilgiyi duyu ve muhayyile yoluyla, insan ise akılla edinir. Böylece bilgiler ya duyularla ya da akılla kazanılır; bunlardan ilkiyle tikel bilgilere, ikincisiyle de tümel bilgilere ulaşılır.
İbniRüşd’e göre gerçek bilgi tümel olandır. “Aklın eylemi, tümel kavramları ve özleri idrak etmekten ibarettir.” düşüncesini savunmuş ve bilme eylemini üç aşamaya ayırmış.Bunlar;tecrit(soyutlama), terkip(bileşim) ve hüküm (yargı)dür.
İbniRüşd, bütün İslam düşünürlerinden daha güçlü ve kararlı olarak, insanların gerçek anlamda var oluşunun, bilimsel düzeylerinin gelişmiş olmasıyla bağlantılı bulunduğuna inanmış…Tüm bu felsefi görüşlerin dışında varlık felsefesi ve tanrının bilinmesi sorunuyla da ilgilenmiş. Evrenin “ilk madde” (heyula) denilen öğeden yaratıldığını, dolayısıyla yokluktan yaratma diye bir olayın söz konusu olamayacağını savunmuş; ‘evren ezeli bir birlik bütünlüktür’ demiş…”
Rüşd, bu dünyalı düşüncelerini en çok da İmam Gazali’yle tartışmış veyazık ki Rüşd’ün “iman ile felsefe birbiriyle çelişmez” görüşü yerine, Gazali’nin düşünceleri İslam fikir dünyasında egemen olmuş ve İslam fikir dünyasını şekillendirmiş…
Rüşd’ün bu tartışmaları 1100’lerde yaptığı düşünülürse, o yıllardan bugünlere ne denli “yanlış bir fikir tartışmasının” kurbanı olduğumuz daha da net görülür.O zamanlarda da tartışmanın merkezinde her zaman olduğu gibi “kötülük” ve “iyilik” kavramlarının kaynağını açıklama mücadelesi yatmış… Yeni yüzyılda şu yaşadıklarımıza bakınca; her “kötülüğün” kader ve Tanrı’dan gelen bir “emir” olduğu fikrinin içinde boğulunca, siyasal İslam’ın anti-entelektüel; bilgi ve felsefe karşıtı tavrının bizleri daha da yoksullaştırmış ve siyasal İslamcıları daha da semirtmiş olduğunu hayretle gözlüyorum!
İşte belki de yeni fikir mücadelesi tam da buradan başlamalı; bize sundukları ve “iyiliklerin” siyasal İslam’dan, “kötülüklerin” Tanrı’dan geldiğibu dünya, “mümkün dünyaların en iyisi”* değildir. Başka bir dünya kesinlikle mümkündür!
*Rüşd’den yüzlerce yıl sonra ancak 1700’lerde filozof Leibniz tarafından kaleme alınan “Teodise”, bence, İbniRüşd’ün felsefi kavramlarını Batı’da yeniden tartışmaya açar… “Tanrı’nın Adaleti” olarak anlayabileceğimiz “Teodise”; dünyanın bütün kötülüklerine rağmen, “mevcut dünyaların en iyisi olduğu” fikrinden hareket etmiş… Ancak Leibeniz’in bu düşüncesi, özellikle aydınlanma fikrinin mimarı Voltaire tarafından çok sert eleştirilmiş. “Mademki Tanrı bunca güce sahiptir, neden dünyada bunca kötülüğün olmasına izin veriyor?”