Amiral Cem Gürdeniz: Finlandiya’nın NATO üyeliği onaylandı ama KKTC için tek adım atmadılar

Yayın tarihi: 28 Nisan 2023 Cuma 1:41 am - Güncelleme: 28 Nisan 2023 Cuma 9:17 am

Haber: Okay Deprem

Emekli Amiral Cem Gürdeniz TELE1’e konuştu. Türkiye’nin NATO tarihini anlatan Cem Gürdeniz, 1980 darbesinin ABD’nin çıkarları için yapıldığını söyledi. Gürdeniz, Finlandiya’nın NATO’ya TBMM’nin onay vermesinde KKTC için tek bir adım atılmadığı da vurguladı. Gürdeniz, NATO’nun en büyük ikinci ordusunun Türk ordusu olduğu ile övünülmesi de hatırlatarak, “Temel nedeni, Amerikan askeri yerine Türk askerinin harcanabilir olmasıydı” dedi. 

Amiral Cem Gürdeniz Türk Silahlı Kuvvetleri’nden (TSK) FETÖ ve işbirlikçilerinin kumpası ile tasfiye edilen Atatürkçü komutanlar arasında eskiden beri NATO’yu en fazla eleştiren isimlerin başında geldi.

Gerek Türkiye’nin Kuzey Atlantik Paktı’ndaki yerini sorgulamasıyla gerekse de Türk – Amerikan ilişkilerini eleştirmesiyle bilinen Gürdeniz, Balyoz davası adıyla anılan kumpas davasında haksız yere yargılanıp ceza alan askerler arasında yer almıştı.

Pek çok konuda objektif yorum ve düşünceleri ile tanınan ve bölge ile dünya jeopolitiğini çok yakından takip eden sayın Gürdeniz ile NATO – Türkiye ilişkilerini TELE1’den Okay Deprem’e anlattı.

Deprem, Türkiye’nin ilgili ittifaka katılma nedenlerini-niçinlerini; bunun doğru ve yanlış taraflarını, dahası süreç içinde Türkiye’ye getirdiği artılar ve eksileri Gürdeniz’e sordu.

Bloğun gelinen noktada ülkeye getirileri ve götürülerini ele alan Deprem, Türkiye’nin NATO’dan çıkma ihtimalinin olup olmadığı, şayet bu olasılık gündeme gelirse, devamında yaşanabilecek durumlara yanıt aradı.

Deprem’in röportajının ilk bölümü şöyle: 

Türkiye NATO’ya tam olarak neden girdi sizce? Girme gerekçesi size göre ne denli kaçınılmaz ve mantıklıydı size göre? Türkiye Cumhuriyeti bunu kendi isteği / arzusuyla mı yaptı, yoksa Amerikan şantaj – baskı veya bir takım vaat ve sözleri karşılığında mı dâhil oldu bloğa 1952 yılında?

Cem Gürdeniz: Türkiye’nin NATO’ya katılması hem iç hem de dış konjonktürün bir sonucu olarak ortaya çıktı. İç konjonktürde milli geliri çok düşük, savaşa müdahil olmasa da savaş ekonomisi uygulamış, fakir, sanayisi gelişmemiş ve de tarım rekoltesi seferberlik nedeniyle düşmüş, son derece zor şartlarda bir ülke vardı. O sırada kuzeyinde ise muzaffer bir Sovyet Ordusu ve de Stalin ve Molotov’un üst üste gelen 1945 ve ’46 notaları. Bu notaların ABD tarafından ‘Türkiye’ye bir saldırı olacak’ diye büyütülmesi soncu ve de ABD’nin Sovyetler Birliği’ni kuşatma (containment) stratejisi gereğince Türkiye birliğe çekilebildi o dönemde. Bu hem ABD’nin büyük jeopolitik çıkarlarını korumak içindi hem de Atatürk’ten sonraki ikinci adam İnönü’nün Türkiye’yi ABD’ye yaklaştırmak istemesi ve de ülkeyi “İkinci Amerika” yapmak isteyen Demokrat Parti’nin çabalarının bir sonucuydu. Yani hem iktidar hem de muhalefet o dönemde NATO üyeliğine karşı çıkmamış, bu süreci desteklemiştir. ABD’nin Türkiye’yi muhakkak suretle yanında istemesinin sebebi 1946 yılında ortaya atılan Pentagon tarafından hazırlanan “Griddle Planı”nda şöyle tarif ediliyordu: “Türkiye o kadar kıymetli bir coğrafyaya sahip ki, ki 2. Dünya Savaşı’nda biz bunu gördük, o dönemde Türk boğazlarını açamadık, açabilseydik Sovyetler Birliği çok daha rahat desteklenebilirdi.” Ve şöyle bir yorum yapıldı: “Gelecekte ABD’nin yeni düşmanı Sovyetlerdir. Ve Sovyetleri eğer çevreleyeceksek ve onunla ilerde savaşacaksak Türkiye mutlak suretle ABD’nin yanında olmalı ve tarafsız kalmamalıdır.” Türkiye NATO gibi bir askeri ittifaka girmez ise tarafsız kalabilir. Gerçek bir savaşta İkinci Dünya Savaşında bunu gördük. Ama NATO’ya girerse ve NATO ülkelerinden birine bir düşman saldırırsa, 5. Madde yürürlüğe girer ve Türkiye de savaşan taraf olur. Bugün de aynı şey ile karşı karşıyayız. NATO genel Sekreteri Stoltenberg’in 3 gün önce Ramstein’da “Ukrayna derhal NATO üyesi yapılmalıdır” şeklindeki açıklaması buna benziyor. Bu Türkiye’yi otomatik olarak savaşa sokma durumunu yaratır. İşte 1946’da NATO sürecini başlatan “Griddle Planı”nın özü buydu: Türkiye kenar kuşaktaki en kritik ülkedir ve bu ülke tarafsız kalamaz! 1947’teki Truman Doktrini ile Türkiye’nin ABD korumasına alınıp 5 yıl sonra NATO’ya girmesinin temel nedeni budur. Bir diğer sebebi de: Yeni kurulan İsrail’e Türkiye’nin bir nevi koruma sağlamasıdır.

Zaten Truman’ın yaptığı konuşmaya bakarsanız, orada İsrail – Türkiye dostluğuna vurgu vardır.

Merdan Yanardağ: Erdoğan’ın ŞİÖ’ye yaklaşımı samimi değil

“AMERİKA’NIN JEOPOLİTİĞİ İÇİN MİLLETİNİZ CEPHEYE SÜRÜYORSUNUZ”

1952’ten günümüze kadar NATO üyeliği Türkiye’ye neler getirip, Türkiye’den neler götürdü? Avantajları ve dezavantajları neler oldu size kalırsa?.. Gerçekten de bir takım artıları oldu mu sizce?

Cem Gürdeniz: Türkiye’nin NATO üyeliği açısından kamuoyunda yaratılan algı şuydu: “Sovyetler sizi işgal edecek. Boğazlara el koyacak. Ve sizi ancak biz koruyabiliriz!” Ancak Sovyetlerin böyle bir işgal niyetinin olmadığını, bu konuda yazılan pek çok kitap ve makalede olduğu gibi Molotov’un hatıratında da görüyoruz. Kars ve Ardahan istekleri de resmi olarak yapılmamış, sadece görüşmelerde dile getirilmiştir. Bir de, iki Gürcü gazetecinin yazılarında vardır. Ama bu iki olgu çok kullanılmıştı: “Ruslar boğazlar ile Kars ve Ardahan’ı istiyor!” diye. Yalnız 53’te Stalin öldükten sonra Kruschev tüm bunlardan geri adım atmıştır ve bir nevi özür dilemiştir. Türkiye’nin NATO’ya girişinin temel nedeni, bu gerekçeyle aslında Türkiye’yi askerî açıdan Sovyetlere karşı donatmaktı. ABD İkinci Dünya ve Kore savaşlarında kendi kanı yerine diğer ülkelerin ucuz kanını kullanmanın çok daha uygun olduğunu gördü.

Pentagon’da Amiral Conolly 1948’de şu yorumu yapıyordu: ‘’Büyük bir savaşta Sovyetler Türklere saldırırsa savaşırlar. Ancak saldırmazlarsa tarafsız kalırlar…Türkiye ile ittifak çok önemlidir. Onlardan ikili ittifak anlaşması imzalamamız gerekir. Bu anlaşmada kendi topraklarına veya kendi topraklarına mücavir bir devlete saldırı olduğu taktirde savaşa girecekleri taahhüdünü almamız önemlidir.’’   1948 yılında ABD Türkiye Müşterek Askeri Yardım Misyonu (JAMMAT) Başkanı General McBride’ın raporu da her şeyi özetliyor: Türkiye’ye yardım paketinin amacı Türk Ordusunun muharebe potansiyelini artırmaktır. Mevcut yardımın çapı Rusları durdurmaya yetmez. Ancak yardımcı olur. En azından Türkiye işgali Sovyetlere pahalıya mal olur. Çok fazla sayıda Rus ölür. Ana fikir budur. Buraya Amerikan çocuklarını getirip savaştırmaktansa, Türklere cephane ve silah vererek bizim yerimize savaştırmak çok daha ucuzdur.’’ General açıkça telaffuz etmese de ‘’Türk kanı Amerikan kanından çok ucuzdur’’ diyor.

Aynı mantığı NATO üyeliği için de düşünelim. Amerikalılar buraya gelip öleceğine, o zamanlar yani soğuk savaşın en uzun döneminde Amerika haricinde 15 ülke var, “ben bu 15 ülkeyi kullanırım” diyor. Bizim en çok övündüğümüz nedir: Amerika’dan sonra en büyük ordunun Türk Ordusu olmasıdır. Türk Ordusu’nun bu kadar yüksek sayıda tutulmasının temel nedeni, Amerikan askeri yerine Türk askerinin harcanabilir olmasıydı. Zira çok ucuza mal oluyordu. Türkiye’ninki kara ağırlıklı bir orduydu ve Amerika’nın jeopolitik çıkarlarına göre şekillendirilmişti. Bunun Türkiye’ye ne faydası oldu? O zamana kadar tankta, topta, tüfekte çok farklı menşeli silahlar kullanan Türkiye silahlarda bir anda standartlaşmaya gitti. ABD yardımıyla yalnızca Amerikan askeri özelliklerine (MİLSPEC) sahip silah sistemleri donatıldı. Türkiye’ye en azından standartlaşma açısından çok büyük faydası oldu. NATO’nun gerçekten en büyük yararı, İkinci Dünya Savaşı tecrübesi yaşamış galip bir ülkenin askeri standartlarında bir ordu ve donanma ve kava kuvvetinin oluşması, bu çekirdeğin kurulmasıydı. Yeni teknolojilerin, yeni usullerin, savaştan galip çıkmış İngiltere ve ABD tarafından yazılmış yeni savaş doktrinlerinin orduya adapte edilmesi oldu. Türkiye o dönemde adeta emekleyen bir bebekti, hakikaten de gücü son derece zayıf olan, nüfusu çok az olan bir ülkeydi. Ancak Türkiye zaman içinde bu teknolojileri, bu bilgileri çok iyi kullanarak bugünkü seviyeye geldi. Bugün Türkiye savunma sanayinde bu derece bir kuantum sıçraması yaptıysa, bunun temel nedeni bu başlangıçtır, bu standardizasyonun iyi olması ve de tabii know-how transferi. Türkiye bunu iyi kullanmıştır. Bu deniz kuvvetleri ile başlamıştır. Şimdi havacılık sektörü büyük bir atılım içinde, insansız hava araçları, yeni milli uçaklar, vs. Eğer savunmanız bağımsız değilse, milli dış politika zaten uygulayamazsınız. Bu faydayı göz ardı edemeyiz, bu önemli bir şey. Ama bunun karşılığında aldığı çok şey var. Eğer Sovyetlerle savaş yaşansaydı, uç kaledeki Türk askeri Amerikan çıkarları için ölecekti. Bundan daha büyük bir kötülük olamaz. Yani kendi jeopolitiğiniz için değil, Amerika’nın jeopolitiği için milletinizi cepheye sürüyorsunuz. Aynen bugün Ukrayna devlet başkanı Zelensky’nin yaptığı gibi. Şimdi her hafta bin kişi ölüyor. Neredeyse 100.000’nin üzerinde Ukraynalı öldü, belki daha bile fazla. Bunu kendi jeopolitiği için mi yapıyor, Hayır! Tamamen ABD’nin kenar kuşak jeopolitiği. Rusya’yı çevreleme; Rusya’yı üç denizden kovma; yani Baltık, Akdeniz ve Karadeniz’den. Şimdi buna, Finlandiya ve İsveç’in NATO üyeliğinden sonra Kuzey Denizi’ni de ekleyebiliriz. NATO’nun Türkiye’den aldığı bir diğer şey ise şudur: NATO’yu yüzde 100’lük bir birim gibi görürsek, bunun ancak yüzde 20’lik bir kısmı savunma ve askeri alanı içermektedir. Yüzde sekseni ise tamamen “yumuşak güce” dayalıdır. Akademiniz, medyanız, iş dünyanız vs… Aklınıza ne geliyorsa. Her şey NATO’nun, dolayısıyla Batı’nın hükümranlığı ve düşünce yolu altındadır. Bunu kırmak zordur. Siyasi partilerin pek çoğu da bundan etkilenir. Türkiye’de birçok siyasi partinin NATO gençlik kolları var. Böyle bir şey olabilir mi?!.. Bağımsız olduğunuzu iddia ediyorsunuz, en azından anayasanızı kimse yazmamış, kendiniz yazmışsınız; Fransa, İtalya, Almanya, Kore, Japonya gibi Amerikan askeri tarafından kurtarılmamışsınız ama kalkıyorsunuz; o askeri ittifakın, örümcek ağı gibi her teşkilatınıza; askeri komuta yapısından, milli istihbaratınıza; hukuk sisteminizden tarımınıza; siyasi partilerden akademiye kadar; her yere girmesine izin veriyorsunuz. Bu da Türkiye’de haliyle çok güçlü bir Atlantikçi damar yaratıyor. Bu damar da gerektiğinde milli çıkar mı, Amerikan çıkarı mı dendiğinde; Türkiye’deki önemli bir kesim Amerikan çıkarını tercih ediyor. Bunu bugün de görüyorsunuz. Siyasi partilerin açıklamalarına bakıyorsunuz. Finlandiya’nın NATO üyeliği oylamasında tek eleştiri yapmamış bir parlamento görüyorsunuz. Türkiye’yi PKK/YPG/PYD ile güneyden ve güney doğudan kuşatmış bir ABD ve İttifak üyeleri var. Güneydoğumuzda denize çıkışı olan kukla Kürt devleti kurmaya çalışan NATO müttefiklerimiz var. Güney Kıbrıs’a silah ambargosunu kaldırmış, Dedeağaç ve Girit’te savaşta örneği görülecek yığınak yapan bir ABD var. Kıbrıs’ta üs verilmiş Fransa var. İngilizlerin zaten üsleri var. Mavi Vatan’ı yok sayan bir AB haritası var. Bu haritayı AB, ABD ve NATO dayatıyor. Böyle bir ittifak içerisindesiniz. Yani böyle dost düşman başına denir. Hakikaten de Türkiye’ye her açıdan saldıran bir ittifak var. Sonra da siz çıkıyor, “Hepimiz NATO”yuz diyorsunuz. Milli Savunma Bakanlığı’nın mesajlarını twitter’da görüyoruz. Bu da Türkiye’deki bu NATO damarının ne kadar güçlü olduğunu gösteriyor.

Emekli Tümamiral Gürdeniz: ABD hegemonyası bitmiştir

“KARABAĞ SORUUN NATO ERMENİ TANLISI TUTUM İÇİNDEYDİ”

Siz NATO üyesi bir ülkenin ordusunun deniz kuvvetlerinde uzun süre amirallik yaptınız. NATO yapısını sonuç olarak içeriden yakından tanıyorsunuz. Sizin tecrübelerinizden hareketle, bir NATO ordusunun faaliyeti ve işleyiş yapısına dair ne tür enteresan olay ve durumlar hatırlıyorsunuz? Sizin gözlemleriniz nedir bu noktada?

Cem Gürdeniz: Bir kere NATO, Amerikan çıkarları dışında hareket etmez. Amerika’nın jeopolitiğinin haricinde NATO’nun hareket ettiği bir tane bile örnek yoktur. Aksine NATO, Amerikan çıkarları için bir emri-vaki aracı olarak da kullanılmaktadır. Örneğin 1999 yılında Kosova’ya müdahalede olduğu gibi. 1999’un 24 Mart’ındaki NATO bombardımanı. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin bu bombardıman için kesin onayı yoktu. Rusya’nın olduğu bir ortamda Kosova’nın bombalanması için güvenlik konseyinden onay çıkmasını bekleyemezsiniz. Yugoslavya Savaşı’nda NATO’nun durumu buydu. ABD’nin bir aracı olarak kullanılmıştır. Çünkü AB zaten, Avrupa’nın merkezindeki krizi yönetememiştir. ABD’ye muhtaç olduğunu görmüştür. Daha doğrusu muhtaç bırakılmıştır. ABD zaten Avrupa’nın kendisine muhtaçlığını her zaman destekler. Hiçbir Avrupa ülkesinin büyümesine, Avrupa’nın bir savunma kimliğiyle öne çıkmasına izin vermez. Bu bağlamda geçenlerde ABD Genelkurmay başkanı bir açıklama yaptı: “Bugün Amerikan savunma bütçesi kabaca 900 milyar dolara yakın. Eğer Ukrayna’da kaybedersek” dedi, “orada “Rule-based Order”, yani Amerika’nın “kural temelli düzeni” kaybedilirse, savunma bütçemizi iki katına çıkaracağız” dedi. Bir ülke düşünün, İngiltere’nin 1. Dünya Savaşı sonundaki durumundan beter. İç ve dış borç stokları, milli gelirinin çok çok üzerine çıkmış. Ve bu ülke; “Ukrayna’da Rusya kazanır ve Ukrayna bu şartlarda ateşkese razı olursa yani Kırım’ı zaten kaybetti, Donbass’ı da kaybeder ve Rusya’nın istediklerini yaparsa, ben bütçemi iki katına çıkartacağım’ diyor. Yani Amerikan kamuoyunu hazırlıyor. Amerikan kamuoyu fert başına 58 bin dolar borç stoku olan bir ülke. Onlar ne yapacak peki?!.. Böyle bir ülke her an istediğini yapabilir mi? Yani kendi sonlarının geldiğini onlar da görüyor. Askeri kesim ve neoconlar Amerika’nın var oluş sebebini savunmaya ve savaşlara bağlıyor. Bu tabii son derece tehlikeli bir şey. NATO da gerileyen bir hegemonun hayatta kalma aracına dönüştü. Bu çok tehlikeli. Bir de tabii ki Türkiye ile olan ilişkiler konusu var. Türkiye’nin çıkarına olup da onların çıkarına olmayan her durumda Türkiye’ye müdahale ettiler. Ege krizleri, Akdeniz’deki durum, Kıbrıs sorunu, Dağlık Karabağ’daki kriz sırasında yaşananlar, vs. her zaman Türkiye’nin enerjisini söndürecek, Yunanistan ile çatışmayı Türkiye’nin çıkarlarını öteleyerek önleyecek tedbirler aldılar. 1991-94 arasında NATO’da çalışırken Karabağ sorununda NATO Rusya destekliyor olsa da Ermeni yanlısı bir tutum içindeydi. Türkiye’yi ürkütmemek için bunu açıkça belli etmiyorlardı. Ama Amerikan Kongresi o dönemde, Azerbaycan’da bu kadar büyük bir alanın Ermeniler tarafından işgaline, sesini çıkartmıyordu. Neden? Çünkü kongrede Ermeni lobisi çok güçlü ve Ermeniler de Dağlık Karabağ’da böylesine bir jeopolitik kazançtan dolayı çok mutluydular. Aynı hava NATO SHAPE karargahında da vardı. O günlerde bu durumu görmüş ve etkilenmiştim. Onun dışında NATO, Türkiye’nin, Türk – Yunan krizlerine bakışında da daima Amerikan kenar kuşak çıkarlarını düşünür. Örneğin “Rogers Planı” diye meşhur bir plan vardı. 1974’te NATO’dan ayrılan Yunanistan’ın ittifaka yeniden dönmesi için tasarlanmıştı. 12 Eylül 1980’de Türkiye’de -genelde ABD çıkarları için-bir askeri darbe yapıldıktan çok kısa bir süre sonra, plan söz konusu oldu.

“KKTC İÇİN TEK BİR ADIM DAHİ ATMADILAR”

Bunun yürürlüğe girmesi için o dönemde “SACEUR -Supreme Allied Commander Europe”, yani NATO’nun “Avrupa Yüksek Müttefik Komutanı” Amerikalı Orgeneral Rogers kendi adını verdiği plan için arabuluculuk yapmıştı. Müdahaleyi yapan Kenan Evren Rejimi de darbenin anti-demokratik karakterinden dolayı Batı’ya iyi görünmek için “siz ne derseniz yaparız” yaklaşımı içine girdi. 12 Eylül darbesinin yapılma nedeni zaten NATO’nun ve ABD’nin kenar kuşak konsolidasyonu içindi. Yani Afganistan kaybedilmiş, İran kaybedilmişti. Türkiye’de solun yükselmesi ve Türkiye’nin Sovyetler ile yeniden bir ilişki zincirine girmesi asla kabul edilemezdi o dönemde. Ve 12 Eylül darbesi geldi. Baktılar; İran yok, Afganistan yok; Türkiye de sallantıda. Ve dediler ki “hemen Yunanistan’ı NATO’ya geri alalım ve güney kanadı güçlendirelim!” ve Kenan Evren’in önüne “Rogers Planı” gitti. O zaman ben genç bir teğmendim, çok iyi hatırlıyorum. Türkiye’nin Ege Denizinde milli çıkarlarının çoğunun sağlanacağı ve bunun karşılığında Yunanistan’ın NATO Askeri kanadına dönüşüne izin verileceği söyleniyordu. General Rogers ve NATO hiç birini yapmadı. O zaman ne oldu? Kenan Evren onların gözünde çok iyi bir askeri liderdi çünkü onların deyişiyle pro-US (Amerikancı) ve pro-NATO (NATO’cu) birisiydi. Onlar öyle diyor. Dolayısıyla Türkiye’nin bütün çıkarları bir anda harcandı. Yunanistan hiçbir şey vermeden geri gelmiş oldu. Aynen Finlandiya’nın NATO üyeliğini geçtiğimiz ay onaylamamız gibi. Türkiye hiçbir şey elde etmeden Finlandiya’ya üyelik yolunu açtı. Mesela Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin tanınmasına dönük tek bir adım dahi atmadılar. Bu baskı yapılabilirdi. Yapmadılar. Kanaatimce Türk Dışişleri de 12 Eylül sonrasındaki tutumuna devam ediyor. Yani hala ABD liderliğindeki Atlantik İttifakı’nın “küresel iyilik” için daha uygun olduğunu düşünüyor. Asya’nın yükselişi; Rusya, Çin’in ve Hindistan’ın; genel olarak Asya güçlerinin yükselişini görmek istemiyorlar. O bakımdan Finlandiya’nın NATO üyeliğine kabulü aynen “Rogers Planı”na benzer şekilde olmuştur diye düşünüyorum.

NOT: RÖPORTAJIN YARIN YAYIMLANACAK İKİNCİ KISMINDA GÜRDENİZ, TÜRKİYE’NİN NATO’DAN ÇIKIP ÇIKAMAYACAĞI ANLATTI.

 

‘Mavi Vatan’ kavramının isim babasına yurt dışı yasağı