İYİ Parti yönetimi yakın çevresine gereğinden fazla kulak verirken, hem çoğunluğun temayülünden uzaklaşıyor, hem Türkiye’nin en temel gereksinimine sırtını dönüyor, hem de istemeden de olsa Altılı Masa’nın mesafe almasına engel oluyor. Nedenlerine geçmeden önce şu tespiti yapalım: İYİ Parti’nin “gel-git”lerine ve masanın doğal örgüsü dışından CB aday arayışına girmesine baktığımızda görünen ve hissedilen duygu böyle. Belli ki, ya Parti üst yönetimi, 1980 siyasi sendromunu ve kamplaşmasını tam olarak aşamamış ya da Yavuz Ağıralioğlu gibi zihnen “eski-gereksiz hesap” peşinde olanlar parti bünyesinde epeyce etkili durumda…
Oysa eski ideolojik kamplaşmalar, yapay bölünmeler gözbebeği ülkemize öyle çok zarar verdi ve öyle büyük tehlikeler atlattık ki… Bizi hasta eden siyaset mühendisliğini kimi “eski tüfeklerin” ve çete oluşumlarının dışında; muhafazakâr, MHP’li, solcu, sağcı, neredeyse herkes gördü ve nedamet getirdi. Aynı gerçeği; Babacan, Davutoğlu, Karamollaoğlu, Gültekin Uysal gibi liderler de gördükleri için hiç çekincesiz altılı masa çevresinde bir araya geldi. Kılıçdaroğlu ise “önce ülkem” diyerek, Parti tabanıyla ters düşmeyi, Partisinin oy kaybını, bu satırların yazarı da dâhil olmak üzere tüm acımasız eleştirileri göze aldı. Doğru bildiği yolda cesaretle yürüdü, ısrarlı oldu, haklı çıktı, umut oldu…
Çare, lider olabilmek, eski yapay bölünmeleri, duygu ve alışkanlıkları çöpe atabilmek, slogan ve alkışı değil, ülkenin makûs talihini yenmesi bakımından altılı masanın ne büyük bir şans olduğunu, ihanetin ve liyakatsizliğin tavan yaptığını görüp çözüm üretmektir. Ve “önce ülkem, yurttaşım, hak, hukuk” diyebilmek, geçmişten ders alıp ileriye bakmak, lider olup tarihe geçebilmektir.
“Önce ülkem” diyen yurtsever lider tavrına ivedilikle ihtiyaç vardı; hem de yeni değil, uzun yıllardan buyana ertelenen bir ihtiyaç… “Benim partim-benim çıkarım” diyenlerle kavgayı göze alan bir lider ihtiyacı. Suikast ve ölümlerle karşı karşıya kalma pahasına, sağı-solu bir araya getirmeyi önceleyen, “helalleşelim” diyerek yollara düşen bir lider ihtiyacı…
Kılıçdaroğlu, bütün iç-dış güdüleme çabalarını elinin tersiyle itip, bu ihtiyacın mimarlığına soyundu. Öncelikle sağ-sol, muhafazakâr, Alevi-Sünni, Kürt-Türk faylarını tahkim eden, o fayları mayınlayan, zamanı geldiğinde de patlatarak iktidar olan siyasi anlayışların oyununu bozmak ve ülkenin çağcıl gelişimini tıkayan anlayışı tasfiye etmek gerekiyordu. Kılıçdaroğlu bu amaçla Altılı Masaya giden süreci daha baştan planlayarak Sn. Akşener’le içtenlikli bir diyalog başlattı. Doğrusu Sn. Akşener de bu diyalog sürecine oldukça samimi karşılık verdi. Ülkenin sorununu tahlil ettiği ve bir çare arayışı içinde olduğu anlaşılıyordu. İlk defa pazarlıksız; “kaç milletvekili, kaç bakanlık alacağım” anlayışına mesafe koyan işbirliğinin sinerjisi bir güneş gibi tüm ülkeye yayıldı, büyük kentlerde iktidar olundu ve nihayet bir umut belirdi.
Masanın sinerjisi salt altılı masanın diğer ortaklarını bir araya getirmekle kalmadı, MHP, CHP üyelerinin, sağ-sol siyaset içinde yer alan bireylerin diyaloğunu ve geçmişleriyle yüzleşmelerini, sosyal medya arkadaşlıklarını da beraberinde getirdi. Toplumun sorunu fark eden, kaygı çeken bölümü normalleşmeye gidiyor, ülkenin önü açılıyordu. Ama aşılamayan, saklanamayan, içten içe kanayıp duran bir gerekçe vardı. “Kemal Bey Alevi!” Sorunu aşmak üzere harekete geçmek yerine, “bu çelişki kalsın, bize de lazım olabilir” gibisinden bir gerekçe.
“İyi, dürüst, liyakatli, mütevazı, yurtsever, geçmişi, dünü, bugünü tertemiz ama Alevi…”
Ne büyük, ne utanç verici bir ayıp değil mi?
“Öyle” diyerek gerçeği ikrar etmekle birlikte, “ama olmuyor ne yapalım” gerekçesine tutunmak ayıp değil mi? Partinizin tabanını ikna etmek Kılıçdaroğlu’nun değil sizin göreviniz. İktidara giderken, sıra ülkedeki hukuksuzluğun büyük nedeni/dayanağı olan mezhepçiliği aşmak, ülkenin gelişmesini engelleyen sıralamada bir numarada bulunan büyük çelişkiyi anlatarak normalleşmeye gitmek varken, yan çizip, top çevirmeye kalkmak doğru bir tutum olabilir mi?
Yazık edersiniz!
Bütün içtenliğimle söylemek isterim ki, derdim Kılıçdaroğlu’nun Cumhurbaşkanlığı değil, hem de hiç değil, buna emin olun. Derdim memleket kaygısı… Yüzyılda bir gelen bu şansı teperseniz, vebalinden kurtulamazsınız, inanın… Hep birlikte sahaya iner, Alevi-Sünni farklılığının siyasiler tarafından çıkar amaçlı olarak kullanıldığını, seçim dönemlerinde köpürtüldüğünü, Alevilikle ilgili bütün dedikoduların uydurma olduğunu, salt ibadet şeklimizin farklı olduğunu, bunun takdirinin de kullara değil Allah’a ait olduğunu anlatabilirsiniz, kesinlikle ikna edebilirsiniz, eminim. Bunu siz yapabilirsiniz, sorumluluk sizin, Kılıçdaroğlu’nun değil…
Anlaşılıyor ki toplum Alevi gerçeğini görüp gerçeği anlamadan iflah olmayacak! Normalleşemeyeceğiz! Çünkü toplumun büyük bölümü; siyasilerin hırsızlık, ihanet gibi niyetlerini Alevi-Sünni çelişkisiyle örttüğünü henüz kavrayamadı. “Aleviyse olmaz” sendromunu aşamadı. Mesela Erdoğan’ın varlığını sürdürmek adına acımasızca kullandığı araçlardan biri bu… Peki, bu çelişki kalsın mı? “Hayır” diyorsanız çelişkiyi aşmak adına bişey yapmalı değil mi; somut bişey…
Sn. Akşener:
Ülkeyi yönetenlerin önce dibine kadar yolsuzluk yaptığını, açığa çıktıktan sonra da hırsızı-yolsuzu adalete değil, Allah’a havale ettiklerini biliyoruz. Lütfen ülkemizin yüzyılda bir gelen şansını alakasız gerekçelere sarılarak heba etmeyin. İyi niyetli, vefalı, kadir bilir ve yurtsever olduğunuza inanmak istiyoruz. İnancımızı sarsmayın, hayal kırıklığı olmayın.
Saygı ve muhabbetle… 03.02.2023